Başbakan, 18 Haziran grup toplantısında eylemcilerin, yani bizlerin, projesinin olmadığını söyledi. Aslında doğru bir nokta, doğru bir tespit. Çünkü öyle ya da böyle Topçu Kışlası'na karşılık Gezi Parkı olduğu gibi kalsın bir çözüm değil. Olaylar yatıştıktan, 2-3 ay geçtikten sonra, Gezi Parkı tekrar evsizlerin/Tiner Bağımlılarının mekanı olacak ve akşam 10'dan sonra girilemeyecek. O zaman bizim Topçu Kışlası'na karşı çözüm üretmemiz lazım.
Başbakanın dediği bir diğer doğru nokta var, o da, Fransızlar Louvre Müzesi'yle gurur duyuyor onu satıyorsa biz de Topçu Kışlası görünümlü Kent Müzesi yapalım, onu satalım, turizme kazandıralım. İşte biz de Gezi Parkı'nı buna göre yeniden düzenleyelim kendi projemizi üretelim.
YEŞİLÇAM GEZİ PARKI
YEŞİLÇAM GEZİ PARKI
Öncelikle Gezi Parkı'nın adının Gezi Parkı olarak kalması lazım ama amacına uygun olarak da kullanılması yani içinde gezi yapılabilmesi lazım. Ben de projemi bu şekilde geliştirdim.
Tarihimizde satabileceğimiz kültürümüz çok fazla ama bunu beceremiyoruz bir türlü. Bu konuda önemli eksiğimiz var. Bunlardan biri de Yeşilçam. Senede yüzlerce film yapabilmiş bir sektörü bizim daha iyi pazarlamamız lazım.
Yeşilçam Oyuncularının isimleri Gezi Parkı'ndaki yaklaşık 560 ağaca isim olarak verilsin. Mesela en babacan ağaca Hulusi Kentmen, en yakışıklısına Ayhan Işık, en cengaverine Cüneyt Arkın ismi verilsin. En vakuru Münir Özkul, en anaçı Adile Naşit olsun. Dallarına en çok kuş konan ağaç Türkan Şoray, en neşelisi Kemal Sunal olsun. Kısa-şişman ağaca Zeki Alasya, uzun-zayıf olanına Metin Akpınar ismini verelim.
Ağaçların önüne, tıpkı Miniatürk'de olduğu gibi, o sanatçının/artistin/yönetmenin görüntülerini/bilgilerini/belgeselini akıllı telefonlara/tabletlere verecek barkodlar koyalım. Zaten herkesin elinde bir akıllı telefon var, olmayanlar için de Fatih Projesiyle dağıtılan tabletler gibi tabletlerin kiralanabileceği bir merkez oluştursun. Akıllı telefonunu kullanmak isteyenler de indirdikleri uygulamanın kilidini açmak için ücret ödesin. Tabi ki bütün bu bilgiler İngilizce/Fransızca/Almanca dil opsiyonlarıyla olmalı. Bu bilgiler, belgeseller ise Sunay Akın, Can Dündar, Nebil Özgentürk gibi bu işi bilen ve daha önceden deneyimli kişiler tarafından hazırlanabilir.
Gezi Parkı'nın etrafı reklam panolarıyla donatılsın ancak reklam yerine parka uygun film görüntüleri, filmlerden sahneler, sanatçılarımızın resimleri koyulsun ve ışıklandırılsın. Tıplı Dolmabahçe-Kabataş ya da Beşiktaş-Ortaköy arasında duvarlara asılan Atatürk resimleri gibi.
Kabul ediyorum, Gezi Parkı'nı ne Hasan Kaçan kadar ne de başbakan kadar biliyorum. İçinden birkaç kere geçmişliğimden fazlası yok. Eylemler sırasında da 2-3 kez gittim hepsi o. Bu yüzden nerede ne var tam olarak emin değilim. Ancak bu benim için engel değil, daha doğrusu oraya açık hava sineması kurmak için bir engel değil. Merdivenlerin oraya ya da fıskiyenin oraya bir perde ile yaz günleri her akşam ücretsiz 1 ve ya 2 sinema filmi ile açık hava sineması yapılabilir. Tabi ki yabancı dil altyazılı.
Kabul ediyorum, Gezi Parkı'nı ne Hasan Kaçan kadar ne de başbakan kadar biliyorum. İçinden birkaç kere geçmişliğimden fazlası yok. Eylemler sırasında da 2-3 kez gittim hepsi o. Bu yüzden nerede ne var tam olarak emin değilim. Ancak bu benim için engel değil, daha doğrusu oraya açık hava sineması kurmak için bir engel değil. Merdivenlerin oraya ya da fıskiyenin oraya bir perde ile yaz günleri her akşam ücretsiz 1 ve ya 2 sinema filmi ile açık hava sineması yapılabilir. Tabi ki yabancı dil altyazılı.
Gezi Parkı'nın alt tarafında bulunan eskiden McDonald's, KFC, halıcı, dönerci, kebapçı olan dükkanlar tekrar elden geçirilerek küçük sinema salonları (50-100 kişilik) şeklinde düzenlenebilir. Haftada 1 değişecek şekilde eski Yeşilçam filmleri dönüşümlü olarak bilet karşılığı buradan gösterime girer. Tabi ki bu filmlerin tekrar gözden geçirilmesi, kalitesinin arttırılması -ki zaten bu yönde çalışmalar başladı- ve en önemlisi sansürsüz gösterilmesi önemli ve şart. Bunun için de akıllı telefonlara dublaj uygulamaları ya da filme altyazı uygulamaları yapılabilir. Hatta ve hatta, bu salonlardan birinin adı Emek Sineması olabilir. Kabul edelim ki Emek Sineması bulunduğu yerde bizzat müşterileri yani bizler tarafından atıl halde bırakıldı. Sırf anıları var diye atıl durumdaki buranın yıkılmasına karşı çıkmak acımasızlık ve o anılara saygısızlık olur. Ama biz Emek Sineması'nı buraya taşırsak, herkesin gideceği yeni bir Emek Sineması yaratmış oluruz. Yani Memet Ali Alabora "Beni babam Emek Sineması'na götürüyordu, orada hatıralarım var, yıkılmasını istemiyorum." demek yerine çocuğuna "Biz oraya gittik, ben de seni yeni yerinde Emek Sineması'na götürüyorum." demeli. Tıpkı Galatasaraylıların Ali Sami Yen yıkınca yeni statlarına Ali Sami Yen demeleri gibi. Muhteşem zaferlerin, harika anıların geçtiği efsane stadın yıkılmamasını istemek tabi ki romantik bir istektir ancak eşyanın doğası gereği eskidiği için de yıkılması elzemdi. Galatasaraylılar ise yeni zaferler yaşayacakları yeni statlarına Ali Sami Yen demeye başlayarak yeni bir başlangıç yaptı. Olaya bu empatiyle bakarsak herhalde çözüme kavuşuruz.
Dükkanlardan bir tanesi ise hatıra eşyaları satın alınacak şekilde düzenlenebilir. Eski filmlerin afişleri, film sahnelerinin, sanatçıların posterleri, Turist Ömer'in selam veren biblosu şeklinde hatıra eşyaları satışı ile bir pazar yaratılabilir.
Bu Kadar Para Ne Olacak?
Geçen sene arkadaşım bana misafir geldiğinde Gezi Parkı'nın önünden geçiyorduk ve söylediği şey "Yadigar Ejder burada ölmüştü" oldu. Yadigar Ejder'in ölüm tarihi 14 Ocak 1992. Benim doğumumdan 2 arkadaşımınkinden 2,5 yıl sonra olan bu olayı, biz 2012'de hatırlıyorsak ve boğazımıza bir yumru oturuyorsa ben bunun nedenini irdeledim ve şunları düşündüm. Yadigar Ejder, kirayı ödeyemediği için evinden atılmış ve Gezi Parkı'nda o gece donarak vefat etmiş. Öte yandan, Gezi Parkı yukarıda da belirttiğim gibi geceleri evsizlerin ve tiner bağımlılarının yuvası halinde ve güvensizlik teşkil etmekte. Bu insanları topluma geri kazandırmamız lazım. Artık haberlerde "zamanın yıldızı şimdi mendil satıyor" haberleri görmememiz, bu insanlara da sahip çıkmamız lazım. İşte biz topladığımız bu parayı Yeşilçam Fonu altında birikticeğiz. Maksim Gazinosu'nun yerine cami yapmak yerine evsizler/tinerciler/zorda kalan Yeşilçamlılar tarafından kullanılacak bir yurt yapılsın belediye tarafından. Zaten evsizler için belediyelerin böyle çalışmaları oluyor. Bu bir techir değil tabi ki. Yani "Siz Gezi Parkı'ndan defolun" gibi bir durum söz konusu değil. Yurtlarda kalan sokak çocuklarını ve tinercileri topluma geri kazandırmak için derslikler ile eğitimlerine devam etmelerini sağlamaları, boş zamanlarda ise parktaki sinemalarda makinistlik öğrenerek meslek edinmeleri sağlanabilir. İşte toplanan paralar ve fon bu yurda kaydırılmalıdır. Tabi yurdun tam olarak verimli olması için Aile Bakanı Fatma Şahin'in İstanbul'daki sokak çocuklarının sayısını tam olarak açıklaması gerekir. Hepimizin malumu ki bu sayı 15 değil.
Bu fondan kazanılan para muhtemelen yurdun ihtiyaçlarını karşılamayacaktır. Zaten belediyelerin bu yöndeki çalışmalarına destek olacak şekilde fondaki para kullanılmalıdır. Yani belediyenin yapacağı yeni yurda harcayacağı kaynak yükünü hafifletecektir.
Bütün bu projenin maliyeti ne kadar olur bilemem ancak emin olduğum bir şey var ki istihdamı, düzenlemesi, geliştirilmesiyle her halükarda Topçu Kışlası görünümlü Kent Müzesi projesinden daha az olacaktır maliyet. Çünkü ağaçları söküp yeniden dikmek için ya da kesmek için bir para harcanmayacak. Ya da betonarme işi için maliyet de harcanmayacak. Ama karşılığında sabah 8'den gece 12-1' e kadar kullanılabilecek bir turistik tesisimiz olacak.
Şüphesiz ki İstanbul'da Şehir Müzesi yapmak da harika bir fikir. Ancak bu kadar tartışma üzerine "Bunun yapılacağı yer Gezi Parkı mı olmalı?" ya da "Yapısal olarak Topçu Kışlası görünümlü mü olmalı?" sorulması gereken sorular bunlardır. Yani böyle bir müze yapılma amacı varsa İstanbul'da bunu yapacak yer şüphesiz ki vardır. Ama bunu "Topçu Kışlası şeklinden olacak ve Gezi Parkı'nın yerine olacak" diye diretmenin mantığı yoktur. Ayrıca başbakanın Marmaray Projesi'nin gecikmesine neden olan tarihi eserlere "3-5 çanak-çömlek" demesi vakası üzerine Şehir Müzesi fikri de bana pek samimi gelmiyor.
Şüphesiz ki İstanbul'da Şehir Müzesi yapmak da harika bir fikir. Ancak bu kadar tartışma üzerine "Bunun yapılacağı yer Gezi Parkı mı olmalı?" ya da "Yapısal olarak Topçu Kışlası görünümlü mü olmalı?" sorulması gereken sorular bunlardır. Yani böyle bir müze yapılma amacı varsa İstanbul'da bunu yapacak yer şüphesiz ki vardır. Ama bunu "Topçu Kışlası şeklinden olacak ve Gezi Parkı'nın yerine olacak" diye diretmenin mantığı yoktur. Ayrıca başbakanın Marmaray Projesi'nin gecikmesine neden olan tarihi eserlere "3-5 çanak-çömlek" demesi vakası üzerine Şehir Müzesi fikri de bana pek samimi gelmiyor.
Eğer referandum -ya da adı her ne ise- yapılacaksa bu "Topçu Kışlası yapılsın/yapılmasın" şeklinde değil, "Bu projelerden hangisini istersiniz?" şeklinde olmalıdır.Gerçek demokrasi bunu gerektirir. Eğer başbakan ya da AK Partliler bunun bir uluslararası oyun olduğunu düşünüyorsa bu oyunu bozmak ancak milletin seçeceği çözüm üzerine olur yani bir dayatmayı seçmek üzerine değil. Böylece gerçekten demokrasiden bahsetmiş oluruz. Ayrıca herkesin kalbine dokunan Yeşilçam'a göre parkı düzenlemek, halkın da desteğini alacaktır ve halk sahip çıkacaktır. Tıpkı İngilizlerin Baker Sokağı 221B'yi Sherlock Holmes Müzesi yapıp sahip çıktıkları gibi.
Tabi ki Gezi Parkı'na dikkat çeken bütün bu olaylar, bir demokrasi mücadelesi şekline dönüştü. Halbuki bunu demokrasi altyapısında toplamamız gerekir. Şüphesiz, müthiş zeka örnekleri koyuldu, simge olan görüntüler oldu. Kırmızılı Kadın, Duran Adam, Gitarlı Çocuk bunlardan birkaçı. Ancak bunların hepsini aynı anda sembol olarak kullanmamız imkansız. Bunun yerine bu demokrasi altyapısının bir diğer simgesi olan "Çadır"ı kullanalım, parkın girişinde olmayanlara tablet bilgisayarları kiralayan merkez çadır şeklinde olsun. Ölen vatandaşlarımızı ve polisimizi de hatırlamak adına sinema salonlarına, hatıra eşyası dükkanına onların isimleri verilebilir. Bizim artık bu olayları sizin direnişçiniz, bizim polisimiz kavramından kurtararak demokrasi altyapısıyla demoıkrasi direnişçileri ve polisi noktasına getirmemiz gerekir. Zannederim bu durumdan da rahatsızlık çıkmayacaktır.
Demokratik haklarımızı savunmak adına sokağa çıkmayı, TOMA'dan,biberden,polisten korkmamayı öğrendik. İstediğimiz zaman tekrar dışarı çıkabilmemiz için şimdi eve dönüp fikir üretmeliyiz. Demokrasi "-e rağmen" yapılamaz. Çünkü o zaman "-e rağmen"in size lütufta bulunmasını beklersiniz. Biz kendi demokrasimizi kuralım ve "-e rağmen"ler bizi takip etmek zorunda kalsın.
Bütün bu proje tabi ki taslak halindedir. Olgunlaşması ve fizibilite çalışmaları Sinema Yazarları Derneği, varsa Yeşilçam Vakfı, Üçüncü Adam gibi Yeşilçam Blog Siteleri gibi oluşum ve derneklerin ortak çalışmalarıyla yapılmalıdır. Tabi ki belediyelerin de bu konuda ne yapılabileceğine dair desteklerini de almak gerekir.
Benim projem taslak halinde ana hatlarıyla budur ve geliştirmeye açıktır. Photoshop bilen arkadaşlar dediklerimi ya da fikirlerini yapıp yollayabilirlerse herkesin anlayabileceği daha reel bir proje ortaya çıkarabiliriz.
Not: Yazıyı kopyalamak yerine blog linkini verirseniz, okuma beğenme yorumlama adına geri bildirim almak daha kolay olacaktır.