7 Kasım 2015 Cumartesi

Düello- Doğru Gol Attırdı, Yanlış Gol Yedirtti

Her şeyden önce efsane bir maç izledik. Her iki takım da 2 defa geriye düştü ama Rize sonucu iyi bitirdi. 

Maçtan önce kadrolar açıklandığında orta sahada Selçuk-Sneijder, kanatlarda Yasin-Podolski ileride Umut-Burak 6lısını gördüğümüzde ilk aklıma gelen orta sahayı nasıl tutacağız sorusu oldu. Benfica maçında skor 1-1 iken rakibin iki stoperi de sarı kart görmüşken çift santrafora dönmemiz gerektiğini savunmuştum. Zira bu takıma "Ben buraya kazanmaya geldim" mesajı verecekti. Nitekim stoperlerden biri de ikinci sarıdan atıldı, fakat maç için çok geçti. Ancak Türkiye'de herhangi bir deplasmana giderken 4-2-4 ile çıkmak hele hele elindeki santrafor oynayabilecek 3 oyuncuyu da (Burak-Umut-Podolski) sahaya sürmek işler iyi gitmediği zaman elinizden hamle imkanını alır. Üstelik takım ŞL yorgunu ve orta sahayı Sneijder-Selçuk ile tutmaya çalışırken kadro bizim aleyhimize handikapa dönüştü. Çünkü orta saha oynayan Selçuk tamamen defansif görev alsa %60'a %40lık bir defansif katkı verir. Sneijder'de ise bu oran %40'a 60 olur. Bu dizilişte tek yapılabilecek tek oyun yüksek pas istatistiği yakalayıp hücumdan boş dönmemekti. 


Maça iyi başladık aslında, Sneijder hemen golü atınca gereken oyun da geldi. Topu tutan ve ilerideki pas çevirmeleriyle Sneijder'e şut pozisyonu yaratan bir Galatasaray vardı. Ancak çift santraforla çıktığınız maçta tek gol silahınız uzaktan gelen şutlar ise santraforlarınızın performansı tartışmaya açık oluyor elbette. 

Selçuk sakatlandığında maç 0-0 olsaydı muhtemelen Bilal girerdi ancak oyunu Sneijder üzerinden kuruyorken biraz daha defansif sorumluluğunu azaltmak adına Rodriguez oyuna girdi. Bu andan itibaren de -Rodirguez'in de maça adapte olamamasıyla- oyun kontrolünü kaybettik ve ilk golü yedik. Sneijder zaman zaman stoperlerin arasına girip oyun kurmaya çalıştı. Üstüne Hakan da sakatlanıp Semih'in de oyuna ısınamamasından kaynaklı gelen hatalarla ikinci golü yedik. Aslında oyunu kaybedince goller de geleceğini belli etti. Topu ileri taşırken kanatların kenarlara açılması ve bek desteği iyiydi ancak Umut ya da Burak'ın Sneijder'e pas opsiyonu yaratması gerekiyordu, bunu başaramadık. Oyunu kaybedince Rize ataklarını savunmak zorunda kalması da erken yorulmasına neden oldu. Sneijder'in dönemediği yerlerde Umut'u defansa katkı verirken gördük, stoperlerin arasında kademeye girdiği anlar oldu. Böyle olunca da koşacağı 80m.den sonra pas istasyonu oluşturması da mümkün olmadı.



İkinci yarının başı da aslında ilk yarı gibi başladı. Sneijder'in dinlenmesi, Podolski'nin yerine (sola) geçmesi, Rodriguez'in oyuna katkı vermeye başlamasıyla tekrar oyun hakimiyetini aldık. Topu tuttuğumuz 10 dakikada da 2 gol bulduk. Bu dakikalarda topla oynama oranımız da %70lere çıkmıştı.



Ancak kronik Galatasaray hastalığı tekrar baş gösterdi ve öne geçtikten sonra takım yine yaslanmaya başladı. Bu direktifi Hamza Hoca mı veriyor yoksa oyuncular mı bu insiyatifi kullanıyor bilemiyorum ama birilerinin bu takımın defans yapmayı bilmediğini söylemesi lazım. Bu sezon defansif oynadığımız hiçbir dakika setinden başarılı ayrılamadık. 

Rize takımının yaptığı değişiklikleri çok takip edemedim ama golden sonra Galatasaray'ın yaslanması ya da rehaveti ya da dinlenme isteği oyunu tekrar Rize'ye verdi. Oyunu kaybettikten sonra da tekrar ele alabilmemiz iyice güçleşti çünkü takım rotasyon yapmadığı için hem takım olarak hem de tek oyun kurucu Sneijder yoruldu. Yapılması gereken onu rahatlatmak için orta sahayı 3lemekti ama Semih'in de sakatlığı ile bu opsiyon da kalmadı. Üstelik Denayer'in de maça ısınması gereken sürede 2 gol gördük ve maç bitti.

Maçı izlediğim yabancı linkte canlı bahis oranları veriliyordu ve 86. dakikalarda Rize'nin galibiyet oranı 270lere gelmişti ve Rize burdan maçı çevirdi. Kweuke'nin golü biraz da göstere göstere geldi zira oyunu ve tempoyu tamamen kaybetmiştik. Son dakikada Podolski ve Sneijder'in birbiriyle yaptıkları pas kalitelerine yakışmıyordu ama aslında o paslar yorgunluğun belirtisiydi. O topta geri dönemeyince de Rize hızlı çıkınca 4. golü yedik. 


Başta da dediğim gibi oyun anlamında dönemsel ama skor anlamında zevkli bir maç izledik. Yorgun takımla ofansif bir kadroyla sahaya çıkıp maçı erken bitirerek pas oyunu oynamak kabul edilebilir bir stratejiydi ancak sakatlıklar hamle şansı bırakmadı. Bu sebeple Podolski'nin Burak'ın yanına kırıldığı Umut'un yerine de kanat-orta saha özellikli Emre ya da yine Benfica maçındaki gibi Denayer-Sabri sağ kanadıyla çıkılması gerekliydi. Pereira'ya 4-2-4 dersi verme denemesi gibi bir ilk 11 başarısız oldu.


Maçı kazansaydı Hamza Hoca kazanmış olacaktı doğal olarak da kaybedince de onun hanesine yazılır. Takımın yorgunluğunu erken bitirmeyle çözmeye çalışması -talihsiz sakatlıklar bir yana- yorgunluklardan kaynaklı form düşüklükleriyle ters tepti. Bireysel olarak bakacak olursak, Umut'un hücum etkinliği yokken stoperlerin arasında kademeye gelmesi kırmızı kartla sonuçlandı. Halbuki orta sahaya oyuncu -hatta bu Jem Karacan olmalıydı- takviyesiyle defans kademesi daha bilen oyuncularla kurulmalıydı. Burak sakatlıktan sonra hala dönemedi, Gençler ve Es-Es maçlarında skor katkısı var ancak oyun içinde yok. Sabri'nin Benfica karşısında arkasında Denayer ile oynamasını destekledim ancak maç içersinde sol açık, orta saha ve sağ bek oynadı, bu maçta da yorgunluk formuna yansıdı çok kötüydü. Chedjou da benzer şekilde yorgunluktan yaptığı hatalardan birinde elle oynamadan sarı kart gördü diğerinde golü yedirtti. Yediğimiz 2. golde de ofsaytı bozan oyuncuydu. Selçuk ve Hakan'ın sakatlıkları da yine zeminle birlikte yorgunluktan kaynaklandı. Yasin'deki düşüşün ise tarifi yok. Yedek kaldıkça hırslanıp ilk 11'i alan oyuncuydu geçen sezon ama bu sene o hırsı yok ve performansı yerlerde. 

Özetle; Galatasaray oyun oynamak istediği ve oynadığı anlarda golü buldu topu rakibe teslim ettiğinde de golü yedi. Sezon boyunca tekrar eden bu durum bu maça da sirayet etti.

Edit: Sertaç Argat kardeşim twitterdan söyledi, Benfica maçında stoperler kart görmemiş üstelik hücumcu Gaitan atılmış. Ben maçı izlerken öyle algıladığım ve öyle aklımda kaldığı için kontrol etmeden yazdım. Düzeltme yapmıyorum zira mantığı anladınız siz.

5 Haziran 2015 Cuma

Yılmaz Özdil tam olarak ne istiyor?

Yılmaz Özdil tam olarak ne istiyor? Yani aklındaki meclis nasıl bir şey? Nasıl bir dağılım olsun istiyor? CHP'nin başına Kılıçdaroğlu geçtiğinden beri eleştiriyor mesela. Eleştiri sevdiğine saygı duyduğuna yapılır ve daha iyi olsun diye yapılır da Özdil yapıcı eleştiri yapmıyor ki. Beğenmiyor yaptıklarını, kötülüyor. Gözden düşürüyor mesela. Senelerce "AKP karşıtlığıyla bu kadar oy almanız bile fazla" diyerek eleştiriyordu, adamlar bir şeyler üretmeye çalışıyor, bu sefer de "millet saniyeyi hesaplıyor, CHP'nin projesi 2035'de bitiyor" diyor. 

HDP'yi istemiyor mesela, sevmiyor. HDP=PKK diyor, APO'nun köpeği Demirtaş diyor mesela. Bugünkü yazısı da çok konuşuldu bu konuda. "Kalaşnikofa şarjör olmayın" diyor. 2012'de Genç Bakış'ta, "Kürt'lerin kazandığı bütün haklarda PKK'nın eylemi var. PKK vurdukça Kürt'ler hak kazandı." dedi. Ondan önce de "Dağdaki teröristtir, silah bıraksın diyoruz. Adam silahı bırakıp meclise girmek istiyor, ona da terörist diyoruz" diyor.  Daha sonra Enver Aysever'in Aykırı Soruları'na çıktı ve "PKK silaha sarılmasaydı şu anda çoğu sorun çözülmüştü" dedi. İnsanların fikirleri tamamen değişebilir ama bu iki program arasında sadece 9 ay ve bir de Gezi var. Ne yani, Yılmaz Özdil HDP'yi parlatmak istiyordu da Gezi'de "Mustafa Kemal'in Askerleri"ni gördü de "enseyi karartmamak lazım" mı dedi? Tekrar bugüne dönersek de tamamen farklı olarak HDP=PKK söylemini diline doladı ve tekrar milliyetçi, ulusalcı söylemlerine geri döndü. 

HDP'nin barajı aşması, AKP'nin zayıflatacağı bir gerçek. En azından matematiksel olarak, niyet okuma yapmadan bu net. Eğer İngiltere'deki seçimlerde olduğu gibi anketlerde çok büyük bir yanılma olmazsa da AKP'nin 1. CHP'nin 2. parti olacağı da bir gerçek. Bunu gören bir CHPli kurmayın HDP'nin barajı aşmasını istemesinden daha doğal bir durum olamaz. Ya da bütün bu milletvekili sayısı hesaplarından uzak, kaba bir matematikle 58,000,000 seçmenin %9,8'inin oyunu almış (~5,5 milyon oy) bir partinin baraj altında kalmış olmasını demokrasi açısından istemiyor da olabilir. 

Bu ara paragrafı şunun için yazdım; Yılmaz Özdil'in bu seçim zamanında yazdığı yazıların tamamını okudum. 3 defa CHP'yi (yukarıda bahsettiğim saniye/proje yazısı diğeri de gazeteci Atilla Sertel'in adaylığının iptaline ilişkin yazısı, CHP milletvekili adayı olamayanların yazısı) 1 defa da direk HDP'yi hedef alan yazısı ("Biji" izlemeye devam edin) var. Bir de CHP adayları ile Vatan Partisi adaylarını karşılaştırdığı bir yazısı var. Bu yazının sonunda ise diyor. "Neden CHP’yle kıyaslayarak örnek veriyorsun derseniz?CHP genel sekreteri Gürsel Tekin, 'HDP’nin barajı aşmasını arzu ederiz, HDP’nin güçlenmesi bizi çok mutlu eder' dedi ya… İşte o nedenle CHP’den örnek veriyorum. Çünkü illa bir parti daha barajı aşacaksa, HDP yerine Vatan partisinin aşmasını arzu ederiz. Gürsel Tekin’i HDP mutlu ediyorsa, bizim de Vatan’la mutlu olmamızda sakınca yoktur herhalde." Barajı aşmaya en yakın parti olan HDP değil Vatan Partisi barajı aşsın diyor, oy istiyor. Amenna ister mi ister.

Şimdi o zaman oy istediği Vatan Partisi'ne bir bakalım. Milletvekilleri hakikaten güçlü isimler ama Türkiye'de partileri başkanlar götürür. Özdil'in oy istediği Vatan Partisi'nin başında da Doğu Perinçek var. Kendisinin solcu zamanlarından Apo ile elele kolkola fotoğrafları var. 11 Mayıs'da Tarafsız Bölge'ye katılmış. Perinçek şimdilerde ulusalcı, Kemalist ve PKK karşıtı. "AKP-CHP-HDP(PKK) koalisyonu var" diyor. "Ben Apo ile görüşmeye gittim, ABD'nin kuyruğuna takılma, ABD, Irak'a saldıracak, dikkatli olun dedim." diyor. (Burada küçük bir not: PKK 1980 darbesi öncesinde Bağımsız Kürdistan hedefiyle kurulmuş ve o tarihten itibaren silahlı eylemler yapmıştır. Perinçek'in bahsettiği ABD'nin Irak'ı işgali ise (Körfez Savaşı) 1991 yılında gerçekleşmiştir. Yani Körfez Savaşı'na kadar PKK zaten bir terör örgütüdür. Perinçek'in konuşmasından, PKK'nın ABD'ye organik bağıyla terör örgütü olduğunu söylemesi gibi bir durum anlaşılıyor. PKK-ABD bağlantısı tam olarak ne zaman başlamış bir bilgim yok ama PKK zaten toprak bütünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak kurulmuş. 80 öncesi eylemlerini sağ-sol anarşisi içinde değerlendiriyor olabilir ama 80-91 arasında PKK'nın terör faaliyetleri devam etmekte) Kısacası MHP'nin söylemlerini Atatürk'le süsleyen bir sol parti. Aynı Perinçek, Suriye lideri Esad için de "O, Ortadoğu'da bir aslan. O, vatanını savunuyor, dolaylı yoldan Türkiye'yi, İran'ı, Irak'ı savunuyor. ABD'ye karşı duruyor. O, Mustafa Kemal'in soyundandır." diyor. Aynı Esad için ise Yılmaz Özdil "Ortadoğu Kasabı" diyor. (Özetle: Halk TV, Esad'ın bir röportajını yayınlıyor. Esad da dönemin başbakanı Erdoğan'a giydiriyor. Bunun üzerine Özdil, "benim memleketimle ilgili problemlerim var ama bu adam Türkiye Cumhuriyeti başbakanına hakaret edemez" diyor. "Ortadoğu Kasabı'ndan kastedilenin sanırım Ahmet Hakan'ın "sivilleri öldürdü" söylemi olduğunu anlamışsınızdır.

Şimdi Yılmaz Özdil tam olarak ne istiyor? Vatan Partisi'ne oy mu istiyor? Tam olarak görüşleri ne? Eğer HDP=PKK ise o zaman Perinçek'in söylemlerini nasıl görüyor. Eğer Genç Bakış'ta söylediği gibi "meşru, hukuki partiye terörist dememeliyiz" çizgisindeyse o zaman bugünkü yazının anlamı ne? İşin acıklı tarafı ise kendisini kovan, sürekli tehdit eden Sabah'ın ve diğer yandaş gazetelerin bu yazıyı baş tacı yapıp gün içinde manşete taşıması. 

Not: Yazıyı yazmadan önce AHaber'de malum gazetecilerin Hacıvat Karagöz oyunu vardı. Yine bir masaya toplanmışlar, gündemi kendilerine pardon Reislerine göre yorumluyorlardı. O sırada konu "Cumhuriyet'in yayınladığı MİT Tırları fotoğrafları ve Can Dündar"dı. Adını hatırlayamadığım bir tane gundik Can Dündar'ın gazeteciliğini eliştiriyor, gazetecilik dersi veriyordu. Melih Altıok ise aynı fotoğrafların 1,5 sene önce Aydınlık'da basıldığını, Can Dündar'ın tekrar bastığını, kahraman gibi ortaya çıktığını, zaten basılan fotoğrafı tekrar basarak seçim manipülasyonu yapmaya çalıştığını, bunun suç olduğunu, gazetecilik haklarıyla bunun hukuki sürecinden kaçamayacağını falan söylüyordu. Hemen internetten baktım, gerçekten de Aydınlık bu resimleri daha önceden basmış. Fakat Aydınlık'ın genel yayın yönetmeni ne vatan hainliğiyle suçlanmış ne dönemin başbakanı şimdinin cumhurbaşkanı tarafından tehdit edilmiş ne de mahkemeye verilmiş. Eğer Can Dündar fotoğrafları cemaatten aldıysa, Doğu Perinçek'in söylemine göre hükümetle beraber kendisini hapse attıran cemaat fotoğrafları Doğu Perinçek'in gazetesi Aydınlık'a da mı servis etti? Yok, eğer Aydınlık gazetecilik yapıp da resimleri kendi ele geçirdi, Can Dündar da oradan intihal yaptıysa o zaman da Can Dündar'ın başına gelenler neden Aydınlık'ın başına gelmedi. 3. bir olasılık da Perinçek'in dediği gibi "Cemaat-AKP'nin birbirini yıpratmak için yaptığı her şeyden memnun oluruz" söylemiyle hareket edilip, sırf hükümeti yıpratmak için cemaatten bu fotoğraflar alındı. Bu durumda Perinçek'in ilkesel duruşu hakikaten efsaneymiş, Yılmaz Özdil oy vermekte haklı.