28 Temmuz 2016 Perşembe

Aklıma Takılanlar

İfade Özgürlüğü
Malum 2 haftadır ülkenin gündemi, tabii olarak, darbe teşebbüsü ve cemaat yapılanması. Bütün televizyonlar yarış halinde "darbeye en çok ben karşı durdum" şeklinde (Burada itiraf edeyim ki ben Türkiye halkından ve medyasından böyle bir darbe karşıtı duruş beklemiyordum). Bütün programlarda işin uzmanları çıkıyor ve takip ettiğim kadarıyla herkesin hemfikir olduğu konu işin demokrasi çerçevesinde çözülmesi. Tabi televizyonlarda Ergenekon ve Balyoz sürecindeki durum devam ediyor. Yine bunlar öcü diyen insanlar çıkıyor ve biz o gösterdiklerinin öcü olduğuna inanıyoruz. Burada cemaati aklama çabasında değilim ancak sahte delilleri savunanları televizyonlarda izlerken aklımızdan geçen "ulan acaba mı?" sorusunun ortamı tekrar yaratılmış durumda. Hazır herkes demokrasiden dem vururken keşke -bu kadar olaya rağmen- cemaati savunabilen gazetecileri de hiç değilse numunelik olarak bir sandalyesi olsa o stüdyolarda. "Ne yani alanen terör propagandası yapmalarına izin mi verilsin?" demeyin çünkü terörist denilen askerlerin avukatlarını "terörist avukatı" olarak dinliyorduk o stüdyolarda. Hiç değilse, babası Menderes Darbesi mağduru kendisi 28 Şubat mağduru Nazlı Ilıcak'ın 3 senedir neden o tarafta yer aldığını ve şu an ne düşündüğünü bilmeliyiz. Terörist lafına gelince de sonuçta Terörist Başı'na "sayın" diyen insanın 14 yıldır yönettiği bir ülkede yaşıyoruz öyle değil mi? 
Not: Bu paragrafta anlatmak istediklerimi tam olarak anlayamayanlar için Emre Kongar'ın 17 Temmuz tarihli Terör, Darbe ve Norveçli Baba başlıklı yazısı biraz daha yardımcı olabilir.


Soru Sormak
Gazeteciler kendi aralarında mesleği tanımlarken "gazetecilik soru sorma sanatıdır" diye ahkam keserler. Gel gör ki bu tanıma uyan gazeteciyi memlekette ara ki bulasın. Mesela AK Partili bakan televizyonda "AK Parti seçimleri kaybetsin diye kapı kapı dolaştılar" diyebiliyor. Karşısındaki gazeteci "Size oy isterlerken iyi miydi?" diyemiyor. Sabahtan akşama kadar kanal kanal gezen bürokratlar/siyasiler varken ve "şöyle örgütlendiler böyle çeteleştiler şu şekilde yargılayacağız" derken bir tane gazeteci bile "Polisin gözü önünde erleri linç edenler/etmeye çalışanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Buna göz yuman polisler hakkında soruşturma başlatacak mısınız?" sorusunu sormuyor. 
Not: "Sen MİLLETE kurşun sıkan askeri mi savunuyorsun. Alayınız hümanist kesildiniz başımıza" diye düşünen ve okuduğunu anlamakta zorlanan arkadaşlar, demokratik-hukuk devletinde, polisin görevi, halkı, darbeci askerden; hatta ve hatta halkına kurşun sıkan darbeci askeri de halktan korumaktır. Hukuk'ta linç yoktur. Daha da ileri giderek halkı polisle askerin arasına tampon yapanların bile sorumluluğu incelenmelidir. Eğer sizin farklı bir hukuk anlayışınız varsa onu tartışalım.


Yandaş Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
Televizyonlarda, daha düne kadar "Aman efendim, hocaefendim" diyen, "sütte leke var AK Parti'de leke yok" anlayışıyla konuşanların bugün en çok "Cemaat, Fetö" diye bağırmalarının yarattığı mide bulantısı bir yana, 2-3 saatlik programlarda bu "canım hocaefendi hazretleri" söylemlerine atıfta bulunulurken rejinin, bu insanların suratlarına yakın çekim yapmaması bence halka karşı yapılan büyük bir saygısızlık. Hiç değilse görelim, utanıyorlar mı yoksa ar damalarları hepten çatlamış mı? Tabi bir de suratları kösele gibi olanlar var ki onların durumu daha da içler acısı. Malum bazı isimler daha da prim yaptı bu sıralar, mesela Hanefi Avcı. Cemaat yapılanmasını kitaplaştırdı diye içeri atılıp mağdur edilince şu anda sözü en itibar görenlerden. Öyle ki 21-22 arası bir kanalda 22.30-00.00 arası başka kanalda. Ya da adliye gazeteciliğini layıkıyla yapan İsmail Saymaz, bilgi ve belgelerle konuşunca, o da her akşam farklı kanalda programlara katılır oldu. Mesela diyor ki "İnfial yaratan bütün davaları Cemaat çuvalına atıp kurtulmak bizi Ergenekon-Balyoz sürecine götürür. Meclis komisyonundaki bilgilere göre, "Vur" emrini üstüne götüren 3 paşa bugün ordunun birinci, ikinci ve üçüncü adamı. Eğer Uludere bir Cemaat komplosuysa bu paşalar bugünkü ifadelerinde darbe karşıtı olduklarını belirtiyorlar." video link. Karşısında sürekli lafa karışan hoca ise Yaşar Hacısalihoğlu ki kendisi "süt-AK Parti" metaforunun önemli savunucularından. Kendisi cevap olarak işin içindeki Cemaat bağlantısına dikkat çekmek için Askeri İstihbarat Dairesi'nin ele geçirildiğini, bu kurumun başındaki kişinin Amerika'ya gidip yazdığı kitabı Gülen'e hediye ettiğinden bahsediyor (O kısmın linki yok malesef. Birkaç güne programın kaydı YouTube'a düşer oradan izleyebilirsiniz). Bir anlık South Park sessizliğinin ardından sanki havada "İyi ama bu ülkede 'Ne olur bu hasret sona ersin' söylemlerini, 'Geçmiş olsun' ziyareti için sıraya giren siyasi/bürokrat/iş insanı duyduk/gördük hoca. Bunlar için de şöyle esaslı bir lafın yok mu?" sorusu fısıldanıyor. Tabi moderatör olunca gazetecilik askıya alındığında bu soru sorulmuyor. Diğer konuklar da nezaketlerinden ve hocanın kösele suratını gördüklerinden belki de bu soruyu sormuyorlar. 


Emri Kim Verdi?
Hacısalihoğlu Hoca'nın videoda ısrarla vurgulamak istediği "Erdoğan vur emrini vermedi" meselesi var ki içler acısı. Böyle bir söylem herhangi bir tartışmada yok hükmündedir çünkü Erdoğan-Vur Emri ilişkilerinin hepsi taca çıkıyor. Dolmabahçe Mütabakatı'nda Erdoğan "Benim haberim yoktu" dedi Arınç "Nasıl haberi olmaz, her hafta rapor veriyoruz zaten" dedi. Daha sonra Arınç "O zat" oldu. Davullarla zurnalarla yollanan Mavi Marmara gemisi için daha bir ay evvel "Giderken bana mı sordunuz" diyen yine Erdoğan'dı. Kasım 2015'te düşürülen ve ikili ilişkilerin canına ot tıkayan Rus Uçağı krizi için de Erdoğan ve Davutoğlu "Emri biz verdik. Bi daha olsa bir daha yaparız" derken süreci normalleştirmek adına gizli gizli fısıldanan "Paralel yaptı" söylemi Mehmet Şimşek tarafından sesli dile getirildi. Ardından Davutoğlu "Angajman kurallarını değiştirmiştik. Dolaylı yoldan vur emrini biz verdik" minvalinde bir açıklama yaptı. Özetle Erdoğan'ın emri vermek ya da vermemek adına yaptığı açıklamaların herhangi bir geçerliliği yok çünkü yarın konjonktür değiştiğinde Erdoğan'ın fikrini değiştirmeyeceğinin de bir garantisi yok.
Not: Uçağı düşüren pilot için Şimşek "Darbe teşebbüsü gecesi uçuş yaptığını tespit ettik" demiş. Kasım'dan bu yana pilotun ifadesi alındı, hakkındaki dava sürüyor, "paralelci, paralelci" diye dedikodular ayyuka çıkmış, hala dava sonuçlanana kadar açığa almıyorsun da altına uçak veriyorsun. Sahi, 3 yıldır terörist dediğiniz adama emekli maaşı veriyordunuz değil mi?