Evde oturmuş "Uzun zamandır tiyatroya gitmedik" diye konuşurken geldi Kimya Mühendisleri Odası'nın "Tiyatroya gidiyoruz" etkinlik daveti maili. Kimisine göre tevafuk kimisine göre tesadüf...Bir süredir liberal ekonomi politikalarını incelemiş ve etkinlik günü, çok sevdiğim mesleğim kimya mühendisliğinin bırakma arifesinde saatlerce kod yazmış bir şekilde salonda yerimizi aldık. Oyun bittiğinde ise adeta üzerimizden kamyon geçmiş gibi hissettik.
Radyoaktivite'nin mucidi, insanlık tarihinin en önemli bilim insanlarından ve kadınların medeniyet tarihinde aldığı yolun en önemli kilometre taşlarından Marie Curie, eşi Pierre Curie ile birlikte Radyum elementini bulduğunda tam olarak ne keşfettiğinin farkında değildir. Çalışmalarına devam ettikçe 21. yüzyılın en büyük celladı olan kansere çare olabileceğini düşündüğü Radyum, gerçekten de modern tıpta kanserle mücadele alanında kullanılmaktadır. Ancak tüm bu keşiflerin öncesinde, radyum, 20. yüzyılın başlarında Madam Curie'nin dünyaya hediyesinden sonra, bir seri katil olarak tarih sayfalarında yerini almaktadır.
20. yüzyılın başlarında bilim dünyası Marie Curie'nin Henri Becquerel ile "Radyoaktivite" ve Pierre Curie ile birlikte "Radyum" keşiflerinin Nobel Ödülleri ile sonuçlanmasıyla çalkalanırken dünya ise ilk çeyreği bir büyük savaş ile karşılıyordu. Karanlıkta yeşil bir renk ile parlayan radyumun bu özelliği Amerikalı girişimcilere ilham verdi ve Amerikan askerlerinin geceleri saati öğrenebilmesi için kadranı radyum tozuyla boyanmış saatler üretmeye karar verdiler. Waterbury Saat Fabrikası'nın bu ürünü savaştan sonra popüler bir patlama yaşayınca iş hacmi büyüdü ve bu da yeni işçilerle birlikte daha çok saat demekti. Bu radyum çılgınlığı sadece Waterbury saatleriyle sınırlı değildi. Savaştan sonra bu parlak madde kozmetik ürünlerinde hatta sularda bile kullanıldı. Amerikalılar çılgın gibi radyumlu ürünler tüketiyordu.
Bütün bu radyum rüyası Waterbury Saat Fabrikası işçilerinde garip hastalıklar başgöstermesi ve bir kısmının da ölmesiyle kabusa dönüştü. Fabrika çalışanları olan genç kızlar çinko tozlarıyla karıştırılmış radyum boyalarına daldırdıkları fırçaların uçlarını dudaklarıyla sivriltiyorlardı. Düşünün, sadece çinko içeren bir boya için bile günümüzde böyle bir uygulama iş sağlığı ve güvenliği prosedürlerine takılırken o yıllarda radyoaktif madde içeren bir boya için bu uygulama yapılıyor. İlk başlarda ağız ve diş sorunlarıyla baş gösteren rahatsızlıklar sonraları kemik hastalıkları başta olmak üzere bir dizi tanımlanamayan hastalık dönüştü. Gelinen noktada Waterbury Saat Fabrikası'nın işçilerinin, daha da önemlisi kadınların, hak arama mücadelesi günümüz iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının temelini oluşturdu. Kadınların hak arama mücadelesini tekrar vurgulamak istiyorum çünkü aynı dönemde Radyum elementinin mucidi Marie Curie'nin Fransız Bilimler Akademisi'ne kabulü bir kadın olduğu için reddedilmişti.
Bu genel kültür bilgilerini uzatıp -oyuna gitmeniz halinde- alacağınız zevke limon sıkmamak adına hızla oyuna geçmek istiyorum. Devlet Tiyatroları'nın İstanbul'daki, efsane olan oyunu Profesyonel'den sonra, seyrettiğim ve beni bu kadar derinden etkileyen başka bir oyun olmamıştı. Oyun öncesinde aldığımız oyunun kitapçığında yazdığı gibi "genç ekip" gerçekten çok iyi iş çıkarttı. Kendi camialarında tanınmışlıkları olabileceğini düşündüğüm ekipte henüz ünlü olmuş kimse bulunmasa da ileriye dönük vaat edilen yetenekleri siz de oyunu izlediğinizde fark edeceksiniz.
Birinci perdede fabrikadaki çalışma şartlarının, işçi kadınların arkadaşlıklarının, hayallerinin, umutlarının, sevinçlerinin, hüzünlerinin anlatıldığı ve sizi, 1920leri anlatan bir film havasına fazlasıyla sokan oyun, ikinci perdede yaşanan ekonomik buhran ve hastalıkların ortaya çıkmasıyla yükselen bir dram ile yüzyüze bırakıyor. Özellikle kadınların, günümüzde bile yetersiz kalan, medeni dünyada kendine alan açma çabalarının 20. yüzyılın başlarında ne evrelerden geçtiğini gözler önüne seriyor.
Oyunculardan ya da ekipten bilindik kimse yok. Şüphesiz ki tiyatro camiasında isimlerini duyurmuş olanlar vardır ama henüz "ünlü" olmuş kimse yok. Şüphesiz ki ilerde isimlerini duyuranlar olacaktır ve "ben bu oyuncuyu nereden hatırlıyorum?" sorusuyla biyografilerine baktığımızda Bir Peri Masalı:Radyum Kızları bize o hatırlamayı sağlayacaktır. Oyuncular henüz tanınmış olmasa da göze çarpan oyunculuklar ya da performanslar var. Oyundan alacağınız tada limon sıkmamak adına üstü kapalı değineceğim, oyunu izledikten sonra tekrar yazıyı açıp fikirlerinizi yorumlarda paylaşabilirsiniz. Özellikle "havalı kız"ın hastalığının baş gösterdiği sahne ve annenin kızıyla vedalaştığı sahnelerdeki performanslar çok etkileyiciydi.
Oyunun teknik altyapısı da gayet başarılı. Dekor geçişinde kullanılan sistem çok yaratıcı. Şüphesiz bunun örnekleri vardır ama dekor geçişinin arka planında verilen çalışma masası-hasta yatağı mesajı da çok iyiydi. Fakat bu teknik altyapı muhtemelen oyunu Üsküdar Tekel Sahnesi'ne hapsedecektir. Ayrıca ışıklar da çok başarılı kullanılmış. Duvardan yansıtılan ışıklarla, bir fabrikanın camından sızan gün ışığı çok net hissediliyordu. Zaman zaman sahnenin ortasına yansıtılan saat kadranı görüntüsü ve radyumlu boyaların yaptığı ışımayı göstermek adına kullanılan fosforlu ışıklar da iyi düşünülmüş detaylardı. Son olarak da ışık geçişlerindeki zamanlamalar da ışık şefinin işini hakkıyla yaptığını gösteriyor.
Oyunun anafikri vahşi kapitalizmin gelebileceği boyutları anlatıyor. Sermayenin, nasıl güç sahibi olduğunu ve hukuk üzerinde etkilerine dikkat çekiyor. Hatta oyunun sonlarına doğru "Sam Amca" figürü üzerinden yapılan pazarlıklar da anafikrin altını kalın kalemlerle çiziyor. Bütün bu anlatılana sol pencereden baktığımızda bu eleştiriler çok net yükseliyor. Tabi bir de madalyonun diğer tarafı var. Yazının başında da bahsettiğim gibi bir süredir liberal ekonomi modelini inceliyorum ve olaya biraz da bu çerçeveden bakmanın hakkaniyetli olacağını düşündüm. 1920lerde medeniyet, bırakalım işçi sağlığı, işçi haklarını insan haklarında bile günümüz dünyasından çok gerideydi. Hatta, yine yazıda bahsettiğim üzere, Marie Curie'nin bilime bu kadar katkısı varken kadın olarak yüksek lisans öğrencisi olması ya da bilimler akademisine kaydolması bile mümkün olamıyordu. Yani günümüz medeniyeti yıllardır süren mücadeleler sonunda belli bir seviyeye geldi. Peki olaya bir de işveren açısından bakarsak ne olur? Bütün ülke radyum çılgınlığı ile çalkalanırken ve radyumun mucidinin bile zararlarına dair en ufak bir fikri yokken işverenin bu hastalıkları üstlenmesini beklemek ne kadar gerçekçi? 21. yüzyılın değer yargılarıyla 100 yıl öncesini irdelemek ne kadar adil? Tarihsel olaylar, dönemin tarihsel gerçeklikleriyle değerlendirilmelidir. Bu sebeple, "vahşi kapitalizm" vurgusunu işveren için kullanmak pek de adil gelmiyor bana. Onun yerine, daha günümüzden, daha taze bir vaka vahşi kapitalizme örnek olarak verilebilir. Bütün gelişmiş medeniyetlerde maden kazaları diye bir problem bulunmazken 21. yüzyılın genç cumhuriyeti Türkiye'de hala madenlerde işçiler ölüyorsa işte buna vahşi kapitalizm denilebilir. Özetle, yaşanan felaketten ders alınıp alınmadığı ya da medeniyet evriminden paya düşenin karşılanıp karşılanmadığı asıl meseledir.
Radyum kızları vakasının irdelenmesi gereken bir başka boyutu daha var. Waterbury Saat Fabrikası'nın patronları hastalıkları kaynağının radyum kaynaklı olduğunu içten içe kabul ettikleri süreci bir düşünelim. Bu durumda radyumun zararları açıkça belirlenene kadar kullanımı yasaklanacaktır. Bu durumda da sektörün diğer aktörleri olan, radyumlu kozmetik madde üreticileri, radyumlu su satıcılar, patronların iş sahalarını kaybetmemek adına nasıl bir baskı oluşturduğunu tahmin etmek zor değil. Bu bütün patron/sermaye baskısı hem kendi saflarını sık tutmaya hem de mahkemenin kararını etkilemeye dönük olacaktır. İşte mahkemeye oluşturulan bu baskının da adı vahşi kapitalizmdir. Ne dindarların dini ahlakı ne de sosyalist-komünistlerin vicdanı bunu engelleyebilir. Tarihte yüzlerce bunlarla ilgili örnek varken vahşi kapitalizmin önüne geçebilmenin tek yolu hukuku daha güçlü ve daha keskin kılmaktır. Çünkü işin içine para girdiği zaman insanlığa ait vicdan, ahlak gibi değerler çok daha kolay bir şekilde erozyona uğrayabiliyor.
Yüzyıllardır süren kapitalizm/anti-kapitalizm, patron/işçi sınıfı ya da ekonomik modellerin tartışmasını bir yazıyla çözümleyecek değilim. Zaten ben de henüz bu çözümlemeyi kendi içimde yapabilmiş değilim. Bir Peri Masalı Radyum Kızları size bu konular hakkında düşünmenizi sağlayacak yeni boyutların kapılarını açıyor. Bu güzel oyuna gitmek için Devlet Tiyatroları'nın http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-istanbul.html adresinden takvime bakabilirsiniz.
Not: 2006 yılında 8. sınıf öğrencisi Madeline Piller, şehirlerinde yaşanan bu felakete dikkat çekerek lobi çalışmaları başlatımış ve 2011 yılında Radyum Kızları adına bir anıt heykel dikilmesini sağlamış. Belki de bu yüzden ABD, dünyanın geri kalanı kendisinden nefret etmesine rağmen dünyanın geri kalanından en çok göç alan ülkedir.
Not2: Radyum Kızları ile ilgili daha kapsamlı bilgilere şu bağlantıdan erişebilirsiniz: http://www.acikbilim.com/2014/12/dosyalar/radyum-kizlari.html
Bu genel kültür bilgilerini uzatıp -oyuna gitmeniz halinde- alacağınız zevke limon sıkmamak adına hızla oyuna geçmek istiyorum. Devlet Tiyatroları'nın İstanbul'daki, efsane olan oyunu Profesyonel'den sonra, seyrettiğim ve beni bu kadar derinden etkileyen başka bir oyun olmamıştı. Oyun öncesinde aldığımız oyunun kitapçığında yazdığı gibi "genç ekip" gerçekten çok iyi iş çıkarttı. Kendi camialarında tanınmışlıkları olabileceğini düşündüğüm ekipte henüz ünlü olmuş kimse bulunmasa da ileriye dönük vaat edilen yetenekleri siz de oyunu izlediğinizde fark edeceksiniz.
Birinci perdede fabrikadaki çalışma şartlarının, işçi kadınların arkadaşlıklarının, hayallerinin, umutlarının, sevinçlerinin, hüzünlerinin anlatıldığı ve sizi, 1920leri anlatan bir film havasına fazlasıyla sokan oyun, ikinci perdede yaşanan ekonomik buhran ve hastalıkların ortaya çıkmasıyla yükselen bir dram ile yüzyüze bırakıyor. Özellikle kadınların, günümüzde bile yetersiz kalan, medeni dünyada kendine alan açma çabalarının 20. yüzyılın başlarında ne evrelerden geçtiğini gözler önüne seriyor.
Oyunculardan ya da ekipten bilindik kimse yok. Şüphesiz ki tiyatro camiasında isimlerini duyurmuş olanlar vardır ama henüz "ünlü" olmuş kimse yok. Şüphesiz ki ilerde isimlerini duyuranlar olacaktır ve "ben bu oyuncuyu nereden hatırlıyorum?" sorusuyla biyografilerine baktığımızda Bir Peri Masalı:Radyum Kızları bize o hatırlamayı sağlayacaktır. Oyuncular henüz tanınmış olmasa da göze çarpan oyunculuklar ya da performanslar var. Oyundan alacağınız tada limon sıkmamak adına üstü kapalı değineceğim, oyunu izledikten sonra tekrar yazıyı açıp fikirlerinizi yorumlarda paylaşabilirsiniz. Özellikle "havalı kız"ın hastalığının baş gösterdiği sahne ve annenin kızıyla vedalaştığı sahnelerdeki performanslar çok etkileyiciydi.
Oyunun teknik altyapısı da gayet başarılı. Dekor geçişinde kullanılan sistem çok yaratıcı. Şüphesiz bunun örnekleri vardır ama dekor geçişinin arka planında verilen çalışma masası-hasta yatağı mesajı da çok iyiydi. Fakat bu teknik altyapı muhtemelen oyunu Üsküdar Tekel Sahnesi'ne hapsedecektir. Ayrıca ışıklar da çok başarılı kullanılmış. Duvardan yansıtılan ışıklarla, bir fabrikanın camından sızan gün ışığı çok net hissediliyordu. Zaman zaman sahnenin ortasına yansıtılan saat kadranı görüntüsü ve radyumlu boyaların yaptığı ışımayı göstermek adına kullanılan fosforlu ışıklar da iyi düşünülmüş detaylardı. Son olarak da ışık geçişlerindeki zamanlamalar da ışık şefinin işini hakkıyla yaptığını gösteriyor.
Oyunun anafikri vahşi kapitalizmin gelebileceği boyutları anlatıyor. Sermayenin, nasıl güç sahibi olduğunu ve hukuk üzerinde etkilerine dikkat çekiyor. Hatta oyunun sonlarına doğru "Sam Amca" figürü üzerinden yapılan pazarlıklar da anafikrin altını kalın kalemlerle çiziyor. Bütün bu anlatılana sol pencereden baktığımızda bu eleştiriler çok net yükseliyor. Tabi bir de madalyonun diğer tarafı var. Yazının başında da bahsettiğim gibi bir süredir liberal ekonomi modelini inceliyorum ve olaya biraz da bu çerçeveden bakmanın hakkaniyetli olacağını düşündüm. 1920lerde medeniyet, bırakalım işçi sağlığı, işçi haklarını insan haklarında bile günümüz dünyasından çok gerideydi. Hatta, yine yazıda bahsettiğim üzere, Marie Curie'nin bilime bu kadar katkısı varken kadın olarak yüksek lisans öğrencisi olması ya da bilimler akademisine kaydolması bile mümkün olamıyordu. Yani günümüz medeniyeti yıllardır süren mücadeleler sonunda belli bir seviyeye geldi. Peki olaya bir de işveren açısından bakarsak ne olur? Bütün ülke radyum çılgınlığı ile çalkalanırken ve radyumun mucidinin bile zararlarına dair en ufak bir fikri yokken işverenin bu hastalıkları üstlenmesini beklemek ne kadar gerçekçi? 21. yüzyılın değer yargılarıyla 100 yıl öncesini irdelemek ne kadar adil? Tarihsel olaylar, dönemin tarihsel gerçeklikleriyle değerlendirilmelidir. Bu sebeple, "vahşi kapitalizm" vurgusunu işveren için kullanmak pek de adil gelmiyor bana. Onun yerine, daha günümüzden, daha taze bir vaka vahşi kapitalizme örnek olarak verilebilir. Bütün gelişmiş medeniyetlerde maden kazaları diye bir problem bulunmazken 21. yüzyılın genç cumhuriyeti Türkiye'de hala madenlerde işçiler ölüyorsa işte buna vahşi kapitalizm denilebilir. Özetle, yaşanan felaketten ders alınıp alınmadığı ya da medeniyet evriminden paya düşenin karşılanıp karşılanmadığı asıl meseledir.
Radyum kızları vakasının irdelenmesi gereken bir başka boyutu daha var. Waterbury Saat Fabrikası'nın patronları hastalıkları kaynağının radyum kaynaklı olduğunu içten içe kabul ettikleri süreci bir düşünelim. Bu durumda radyumun zararları açıkça belirlenene kadar kullanımı yasaklanacaktır. Bu durumda da sektörün diğer aktörleri olan, radyumlu kozmetik madde üreticileri, radyumlu su satıcılar, patronların iş sahalarını kaybetmemek adına nasıl bir baskı oluşturduğunu tahmin etmek zor değil. Bu bütün patron/sermaye baskısı hem kendi saflarını sık tutmaya hem de mahkemenin kararını etkilemeye dönük olacaktır. İşte mahkemeye oluşturulan bu baskının da adı vahşi kapitalizmdir. Ne dindarların dini ahlakı ne de sosyalist-komünistlerin vicdanı bunu engelleyebilir. Tarihte yüzlerce bunlarla ilgili örnek varken vahşi kapitalizmin önüne geçebilmenin tek yolu hukuku daha güçlü ve daha keskin kılmaktır. Çünkü işin içine para girdiği zaman insanlığa ait vicdan, ahlak gibi değerler çok daha kolay bir şekilde erozyona uğrayabiliyor.
Yüzyıllardır süren kapitalizm/anti-kapitalizm, patron/işçi sınıfı ya da ekonomik modellerin tartışmasını bir yazıyla çözümleyecek değilim. Zaten ben de henüz bu çözümlemeyi kendi içimde yapabilmiş değilim. Bir Peri Masalı Radyum Kızları size bu konular hakkında düşünmenizi sağlayacak yeni boyutların kapılarını açıyor. Bu güzel oyuna gitmek için Devlet Tiyatroları'nın http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-istanbul.html adresinden takvime bakabilirsiniz.
Not: 2006 yılında 8. sınıf öğrencisi Madeline Piller, şehirlerinde yaşanan bu felakete dikkat çekerek lobi çalışmaları başlatımış ve 2011 yılında Radyum Kızları adına bir anıt heykel dikilmesini sağlamış. Belki de bu yüzden ABD, dünyanın geri kalanı kendisinden nefret etmesine rağmen dünyanın geri kalanından en çok göç alan ülkedir.
Not2: Radyum Kızları ile ilgili daha kapsamlı bilgilere şu bağlantıdan erişebilirsiniz: http://www.acikbilim.com/2014/12/dosyalar/radyum-kizlari.html