"Burada canavar yok, bizlerden başka"
"Endişe. Başımıza korkulacak bir şey gelecek mi korkusudur" der Altan Erkekli'nin hayat verdiği karakter Dursun Duran, Bana Bir Şeyhler Oluyor'da (Arada açar açar izlerdim BKM tiyatrolarını, Youtube'dan kaldırmışlar hepsini. Netflix'e falan satacaklar herhalde). İzlemiş olduğum tiyatro oyununu anlatan en iyi cümle yine bir tiyatro oyunundan. Oyunu izlediğim süre boyunca çocukların içinde büyüyen "canavar"ın onları ne hale soktuğunu gördükçe aklımdan sadece bu cümle geçti; "Endişe. Başımıza korkulacak bir şey gelecek mi korkusudur"
William Golding'in Dünya klasikleri arasındaki yerini almış nobel edebiyat ödüllü romanı "Sineklerin Tanrısı" tiyatro uyarlamasıyla Sdyney'den sonra Türkiye'de ilk defa sahnede...
Günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılışının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koymalarını dile getiriyor.
Oyunla ilgili bilgi edinmek istediğinizde hemen her yerde bu iki cümle karşılıyor sizi. Öyle ki oyunun künye broşüründe bile. Oyun romana ne kadar sadık kalmıştır bilemiyorum ama ben izlediğimin üzerinden düşündüklerimi aktarayım.
William Goldrin bir distopya mı ortaya çıkarıyor sahiden? "Ey insanoğlu! Melek dediğimiz, 'aslında onları kötü yapan bizleriz' dediğimiz çocuklar bile aslında vahşi birer yaratık" demek için böyle bir kurgu mu yarattı? Ya da sadece bunu söyleyerek Nobel Edebiyat Ödülü alır mı bir eser? Zannetmiyorum. Eserin en can alıcı sözü, birkaç defa ısrarla vurgulanan yukarıdaki "Burada canavar yok, bizlerden başka" iken bunu söylemem garip değil mi? İşte işin can alıcı noktası burası. Goldrin vermek istediği mesajı birkaç kademede vermeye çalışmış. Yani en dışardaki pencereden, oyunu özetleyen en kısa cümleden baktığımız zaman bahsettiğim distopya anafikrine ulaşmamız çok kolay. Ama dialoglarla birlikten biraz daha derin düşündüğümüzde, derinlerde çok daha güçlü ama ilk bakışta hemen gözükmeyen asıl anafikrin olduğunu görebiliriz. "Korku"nun insanları ne hale dönüştürebildiği asıl anlatılmak istenen. Korkularımızın bizi medeniyetten, medeni olmaya çalışmaktan nasıl da uzaklaştırdığı anlatılıyor. Bu korku; oyunda anlatıldığı gibi, "Acaba bana bir tehdit oluşturur mu" diyerek yetişkinlerin savaş çıkarmasına sebep oluyor ya da çocukların olmadığına birbirlerini inandırmak için aslında olmadığına inandıkları bir canavara dönüşmelerine... Yani asıl anlatılmak istenen insanların korkuyla nasıl da medeni olma çabasından vazgeçtikleri... Terör tehdidinden, dış mihraklar tehdidinden korkup bir zorbanın şemsiyesi altında birleşmeye ya da "yoldan çıkacağı"ndan korkup bir kız çocuğunu döverek öldürmeye benziyor ya da aç kalacağız korkusuyla yağma yapıp kıtlığa sebep olmaya...
Bunun yanında Goldrin birçok metafor da kullanmış. Bu metaforlardan bazıları netken bazıları birden fazla anlama gelebiliyor. Mesela düşen pilotun ağaca takılı kalan paraşütü ve cesedi korku kaynağı canavar olarak betimlenmiş. Konuşma hakkı elde etmek için deniz kabuğunu elinde tutmak gerekiyor. Deniz kabuğuna seçilmiş olmak, ifade özgürlüğü, mikrofon vb. birçok anlam yüklenebilir. Hatta zamanla deniz kabuğunu bulundurmak artık çok da önemli olmayan, otoritesi sarsılan duruma bile düşüyor. Bunun yanında "Piggy-Domuzcuk" takma isimli çocuğun bilgeliği ve aklı ön plana çıkarma çabaları yine dış görünüşünden dolayı aşağılanıyor. Cesaret, zorbalık ya da bilgeliğin liderlik özellikleri olabileceğine dair metaforlar da kullanılmış.
Oyuna dönecek olursak; Sineklerin Tanrısı, tahmin ediyorum ki kitabı okunduğunda çok daha etkileyicidir. Tiyatro temsili de başarılı olmakla beraber bazı olmamışlıklar bana bunu düşündürdü. Öncelikle çeviri metin diyalogların pazar günü yayınlanan çocuk filmlerini hatırlatıyor. Cast seçimi bence başarılı olmuş. Zaman zaman oyuncuların gerçekten oyundaki çocukların yaşlarında olduğunu düşündüm. Oyunculuklar, anafikirden rol çalmamak adına abartılıydı. Bu da biraz amatör ya da kalitesiz görüntü veriyor. Tahmin ediyorum, tiyatroda bunun taktiksel bir karşılığı vardır. Yine de oyuncuların fiziksel performansları yüksekti. Oyun sürekli yüksek tempoda kaldı ve izleyenleri oyunun içinde tuttu. Ekibin iyi çalışmış olduğunu söyleyebilirim. Doğaçlama olduğunu tahmin ettiğim anlarda dahi iyi iş çıkardılar. Sahnenin tamamını hatta salonu dahi kullanmak mantıklı bir seçim. Adayı sahnenin dışına taşıyıp daha büyük olduğu algısı yaratıldı. Sahne tasarımı tek dekor olmasına rağmen başarılı kullanıldı. Kostümler ve oyunda kullanılan diğer ekipmanların üzerine özenilmiş olduğu belliydi. Işık kullanımı başarılıydı. Özellikle müzikler çok iyiydi ama broşürdeki künyede müziklerin yapımcısı hakkında bilgi verilmemiş. Sanıyorum epik hazır müzikler seçilmişti.
Oyunu tavsiye eder miyim bilmiyorum. Sanki bilet fiyatına karşılaştırınca kitabı alıp okumak istenen etkiyi daha fazla verebilir. Yine de paket halinde 2-2,5 saatte izleyeceklerinizle bir akşamınızı değerli geçirebilirsiniz. Oyun boyunca ve sonrasında düşünüp tartıştıklarınız da hayatı anlamlandırmak açısından size faydalı olacaktır.
Puan: 7/10