14 Şubat 2021 Pazar

Üniversiteleri Nasıl Kurtarabiliriz? Üniversitelerden Nasıl Kurtulabiliriz?

Başlığı bakıp da Boğaziçi Rektör tartışmalarına gireceğimi zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Benim bahsetmek istediğim daha kökten, daha geleceğe yönelik bir çözüm. Fikri iktidarı sona ermiş döküntü bir iktidarın ardından yeniden kurulacak 21. yüzyıl Türkiye'sinde olması gerekenler adına bir fikir.

    Hafta içinde Nesrin Nas Twitter hesabından "Boğaziçi fiyaskosunun 12 Eylül temellerinden fışkıran taze filizler" yazısını paylaşmıştı. Ben de yazıyı okuyunca, uzun zamandır üzerinde kafa patlattığım üniversitelerle ilgili fikirlerimi yazmayı öne almamın daha doğru olacağını düşündüm. Bu satırlara başlamadan önce linke tekrar baktım ve okuduğumda dikkat etmediğim yazarın (Baskın Oran) ismine dikkat ettim. Baskın Oran'ın ismini önce arattım, Vikipedia'dan kim olduğuna baktım, ardından kendi kendime "sanki" diye düşünüp "Baskın Oran Y" diye arattım ve Google'ın önerilerinde ilk sırada "Baskın Oran Yetmez Ama Evet" çıktı. Baskın Oran da YAE tayfadan(mış). İsmi bir yerlerden hafızama kazınmış ama yazıyı okurken ne yazılan platforma ne de kimin yazdığına bakmıştım o yüzden de şimdi tekrar dikkatimi çekti. Bu kısmı yazmamdaki amaç Baskın Oran'ın yazısını referans verirken kendisi hakkında ne düşündüklerimi de belirtme ihtiyacı hissettiğim. Çünkü yazıyı okurken "Ben de fikrimi yazıp paylaşmalıyım" dememe neden olan düşünce, yazının büyük çoğunluğuna katılmakla beraber, genelinde bir kazanım bırakmaması. Şöyle açıklayayım; yazı, ana fikrinin giriş gelişme nedenlerini açıklıyor ama sonucu açıklarken herhangi bir çözüm sunmuyor. Karamsar bir hava ile işlerin daha kötüye gidecek olmasını söyleyerek bitiyor. Herhangi bir çözüm önerisi -tabii ki- yok. Zaten "sanki" diye düşünmeme neden olan da biraz buydu. "Aydın" kisvesi altındaki ekseri "sol" tayfanın YEAcılarında bir kibir var ve onu yazılarında, röportajlarında hissediyorsunuz. "Yetmez Ama Evet" bana zamanında da "yetmeyen kısmı için söyleyecek sözün yok mu?" dedirtmişti (tabi o zamanlar toyduk) Bu kibri hissedebileceğiniz başka bir örnek daha verebilirim mesela. GazeteDuvar 18 Ağustos'ta "Yetmez Ama Evet"çilere "pişman mısınız?" diye sormuş. Baskın Oran'ın söylediklerini okuyunca yine aynı kibri hissettim. Meselem eski-yeni solcuların, liberallerin ya da her kim iseler kibrini ölçmek, aşağılamak, yargılamak, bana ters düşen görüşlerini yüzlerine vurmak ya da bunları hala savunuyorlarsa dalga geçmek vs. değil. 21. yüzyılda bu kadar çok iletişim kanalı varken söz söyleyenlere, yazı yazanlara, fikir belirtenlere bu kadar çok ulaşma kolaylığı varken bu kadar yığının içinde cımbızla çözüm aramak zorunda kalmamıza isyan ediyorum. Bu Mecidiyeköy metrobüs alt geçidinde dağıtılan sol gazetelerde de böyle, içi doldurulmamış, ne olacağıyla alakalı söyleyenlerin bile bir fikri olmayan "güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz" lafında da böyle, "Bu adam kötü başkan olacak ben başkan olmalıyım. Aha bunlar da ekonomi bakanım, adalet bakanım" demeyen kafada da böyle, "Biz onlardan ayrıldık çünkü artık şu şu şu konularda biz böyle düşünüyoruz" demeyen kafalarda da böyle... Ben, her gece yatağa yattığında "Ülkeyi nasıl tekrar aydınlığa çıkarırız" diye uykuları kaçan binlerce hatta milyonlarca, seçmen medyan aralığında asıl karar verici olan, gençlerden biriyim. Artık çözüm talep ediyorsak da kendimce bulduğum çözümleri paylaşmamın ve bunlar üzerine tartışılmasının gerekliliğine inanıyorum. Cumhurbaşkanı olmama daha 9 sene var (bkz. cumhurbaşkanlığında yaşa takılanlar) belki birilerinin fikrine gider de bir çözüm buluruz diye yazıyorum.

    Ülkedeki her konuda olduğu gibi yüksek öğrenim konusunda da taban tabana zıt iki görüş var. Bunları özetlemek gerekirse; birisi Erdoğan'ın dediği gibi "Merkel 'üff' dedi" görüşü. Açılan 207 üniversitede okuyan 8küsür milyon öğrenci. Verilen burslar, krediler vs. 



    Diğeri ise Cem Toker'in bugünkü twitinde yazdığı gibi, aslında var olan 10-15 üniversite, gerisi bir halta yaramayan bina yığını, hayal satıcılığı. Ben artık ülkenin ekseri çoğunluğunun da bu "her kasabaya bir üniversite" fikrinin yanlış olduğunu fark ettiğini düşünüyorum. Sıkı Tayyipist babam için de bu böyle, oğlu "üniversite mezunu" olduğu halde hala cebine harçlık koymak zorunda kalan Ahmet, Mehmet amca için de. Bu arada Erdoğan'ın videoda bahsettiği "keyfiyet"in "iş beğenmeme" olarak söylediğini düşünüyorum.





    İşin aslı ne Erdoğan'ın söylediği gibi "iş var iş beğenmiyorsunuz" noktasında ne de Cem Toker'in üstü kapalı söylediği gibi "Mezun olsanız bile iş bulamayacaksınız, boşuna gitmeyin" noktasında. Sonuçta sen yazmasan başka birisi o kontenjanı dolduracak. Sonuçta yine bugünkü "üniversite mezunu işsiz sayısı" rekorları devam edecek. Makarayı biraz geriye sararsak, zaten bu üniversiteleri açılması da zamanında genç işsiz sayısını düşük gösterecek bir ilüzyondan ibaret. Biriken lise mezunlarını üniversite sınavlarına hazırlanıyor ya da üniversite öğrencisi olarak göstererek genç işsiz sayısını düşük ya da düşme trendinde gösterdiler. Ekonomik veriler yolunda gidiyorken, e bir de genç işsiz birikmesi yokken kimse bu üniversitelerin varlığı sorgulamıyordu. Normal şartlarda çoktan bir sonraki hükümetin kucağında kalması gereken bu "üniversiteli işsiz" bombası kendi kucaklarında patladı. (Gerçi hala aynı fikri savunuyor olmalarını "ekonomik ilüzyon planı"yla değil de "varoşun üniversite aşkı" olarak tanımlamak daha doğru olur) Şimdi iktidarın sallanıyor olması bizi bu büyük ve elzem problemle baş başa bıraktı. 21. yüzyılın Türkiye'sini inşa ederken bu mezun yığınına belki bir çözüm bulamadım ama bu yığınla karşılaşmamak için bir çözümüm var. Çözüm: Bu üniversitelerin kapatılması. Tabi bu o kadar da kolay değil. Her ne kadar bu bir işe yaramayan yüzlerce üniversite 
 bir gecede açılmaya karar verilmiş olsa da kapatma kararı öyle bir gecede verilemez. Çünkü şehirlerde oluşturulan bir "üniversite ekonomisi" var, akademik kadrolar var, öğrenciler var. İşte benim çözümüm bu "kapatma" eyleminin nasıl olacağıyla ilgili. 


1. Akademik Kadro Tasfiyesi

    Herkes biliyor ki bu üniversitelere yıllarca cemaat öğrencilerini akademisyen olarak atadılar. Cemaatçilerin tasfiyesi yapıldıktan sonra da tekrar boşalan kadrolara kendi adamlarını yerleştirdiler. Şimdi yarın iktidar değişse ve yeni gelenler bu kadroları tek gecede tasfiye etse bu sefer de yüksek öğrenim her gelenin kendi adamını yerleştirdiği kısır döngünün içine girecek ve gelecek yılları hepten kaybedeceğiz. Evet, Ak Parti'den önce de durum 3 aşağı 5 yukarı böyleydi, akademide torpil, adam kayırmacalık, bizdencilik vardı. Zaten toplum kültürel bir dönüşüme karar vermeden bu olgular devam edecektir. Bunu toplumun kararını beklemeden yapmanın yolu ise akademisyenleri rekabete sokmak olacaktır. Her akademisyen, 3 yıl içinde (2 yıl ders 1 yıl derssiz -Bu sayılar optimize edilebilir-) kendi branşındaki uluslararası saygın akademik dergi, makale, atıfta yayınlanacak yayın yapmazsa akademik statüsü bir alta düşürülecek. Yani bir profesör 3 yıl ya da 5 yıl içinde bu şartı sağlayamazsa doçentlikten kariyerine devam edecek ve tekrar profesör olmaya çalışacaktır. Bu sistem 1 kerelik değil sürekli olarak uygulanacak böylece paraşütle, torpille, intihalle kazanılmış unvanlar ayıklanacaktır. Tabi bunların önşartı akademisyen maaşlarına hemen yapılacak 1,5 ya da 2 katlık bir artırım. Çünkü ancak ekonomik refahını artırabilirseniz gerçek akademisyenleri bu rekabetin içinde tutabilirsiniz.

2. Üniversite Tasfiyesi

    Tıpkı akademisyenlerde olduğu gibi üniversiteleri de benzer rekabete sokacağız. 2000 yılından sonra kurulan her üniversite aslında 2000'den önce kurulan bir hami üniversitenin uydusu şeklinde kuruldu. Mesela Samsun OndokuzMayıs Üniversitesi (1975)' nin çevre illerdeki yüksek okulları üniversiteye çevrildi. (Sinop 2006, Amasya 2006) Aynı yıllarda komşu iki şehre de üniversiteler kurulmuş (Ordu 2006, Çorum 2006). Ayrıca Samsun'un merkezinde de Samsun Üniversitesi (2018) ve cemaatten devralınan Canik Başarı Üniversitesi de var. Şüphesiz Anadolu'da 2000lerde kurulan diğer üniversitelerde de benzer hikayeler vardır. Adını ilk defa duyduğumuz üniversiteler, 2 tane varken aynı şehre açılan toplama üniversiteler vs. Şimdilerde bu üniversiteleri kalkındırmak için köklü üniversitelerin bölümleriyle eşliyorlar, ne kadar içler acısı. Ya da tıp fakültesinde profesörü olmayan üniversite haberleri okuyoruz. İşte bütün bu teferruattan kurtulmak için üniversiteleri kendi içlerinde rekabete sokacağız. 10-15 yıl içinde 1. maddedeki akademik makale sayısı altta kalan üniversite diğerine bağlanacak. 5 yıllık dönemlerde makale sayısı geride kalan rektör koltuğuna veda edecek. Şimdilerde atıp tutan -atama- rektörlerin hepsi akademisyenlerine ne kadar hakim olabildiklerini, onlara ne kadar çalışma imkanı sağladıklarını, "dünyada ilk 100'e sokacağım" iddialarının ne kadar gerçekçi olduğunu da gösterme fırsatı doğacaktır. Tabi burada daha eski ve köklü üniversitelerin fakülte ve akademisyen sayısıyla makale sayısında öne geçeceğini öngörebiliriz. Bunun yerine makale/akademisyen ya da makale/fakülte oranlarını rekabete sokmak daha adil olacaktır. 

3. Mühendislik Fakülteleri 6 Yıla Çıkarılacak

    Ülkemizde sanayinin en büyük sorunu kalifiye personel bulamama sorunudur. Bunu gerek staj deneyimlerimde gerek iş tecrübelerimde yaşadım. İşin içinde kaşarlanmış eskilerin stajyerlere ya da yeni mezunlara "Bunu nasıl bilmezsin. Okulda size ne öğretiyorlar" cümlelerini duyduk hep (sanki kendisi işe girdiğinde ilk günden hepsini biliyormuş gibi) Tabi bunun yanında akademik eğitimin de yıllar içinde gerilediğini de tespit ettim. Aynı fakülteden 10ar yıl arayla mezun olduğumuz 3 kişinin kimya bilgisi arasında uçurumlar vardı. İşveren, çalışanının tecrübeli olmasını ister çünkü tecrübesiz çalışana yaptığı yatırımın karşılığını almadan personelin gitmesini istemez. Öte yandan yeni mezunlar da işe girmeden tecrübelenemedikleri için sektörler 5 yıl üstü deneyimli iş ilanları ve 5 yıl deneyim kazansak da kendimizi kurtarabilsek diyen acemilerle dolu.

    İşin temel prensibi aslında tıp fakültelerinin uyguladığı sistemle aynı. 4 yıl sonunda üniversite hastanesinde yapılan 2 yıllık stajın aynısı fakat staj özel sektörde yapılacak. İşin fakülte, sektör ve öğrenci  ve devlet ayağı var. Fakülteler ders programlarını "staja çıkmaya uygundur" şeklinde ayarlayacak ve uygun derslerini veren öğrencileri staj programına alacak. İşverenler istedikleri bölümlere kontenjan açacaklar. Öğrenciler kontenjanlara başvuracaklar ve devlet de bu 2 yıl asgari ücrette maaşları ödeyecek. İşin kesin şartı ise her işveren sadece kendi şehrindeki üniversiteden öğrenci talep edebilecek. Olayın daha anlaşılabilir olmasını sağlamak açısından bir örnekle açıklayayım: Evyap Kimya, İTÜ Kimya Mühendisliği'ne 3 kontenjan açtı diyelim. 1 üretim mühendisi, 1 ar-ge laboratuvarı 1 kalite kontrol. Staja başlayacak öğrenciler fakültede açıklanan listeye başvuracaklar. Doğal olarak Evyap gibi güçlü bir firma 3,5-4 puan ortalamasındaki öğrencileri tercih edecektir. Böylece üniversitede puan ortalaması akademik kariyer haricinde de önem kazanacaktır. Eczacıbaşı, P&G, Filli Boya gibi güçlü firmalar İTÜ, Boğaziçi, Marmara'da 3-4 puan ortalamalı öğrencilere 1 yıl ücret ödemeden çalıştıracak ve işi öğretecektir. Tabi puan ortalaması daha düşük olan öğrenciler de kendilerini kabul eden daha küçük firmalarda, KOBİlerde staj yapma imkanı bulacaklardır. Ertesi sene -yani 6. sınıfta- farklı sektörde deneyim elde etmek isteyenler olabilir, mesela ilk sene boya tercih eden bir öğrenci ikinci sene ilaç tercih edebilir. Böylece birden fazla sektörü tanıma ve öğrenme fırsatı doğacaktır. Sistem oturduktan birkaç sene sonra ise sektörün tercihlerinden çok öğrencilerin tercihleri belirleyici olacaktır. Şöyle ki, 3-4 sene sonra, Eczacıbaşı, her sene aldığı 4 İTÜ stajyerinden kaç tanesini mezun olduktan sonra işe aldı, ne kadar maaşla başlattı vs. gibi bilgiler sayesinde 3,5-4 puan ortalamasındaki öğrenciler tarafından değil de 3-3,5 ya da 2,5-3 ortalamadaki öğrenciler tarafından başvurulur hale gelecektir. Böylece sektörün de stajyerleri memnun etme, mezunlara değer verme gibi rekabetleri olacaktır. Bunun yanında stajyere ekstradan maaş ödeyerek personel yetiştirip mezun olunca da sözleşme imzalamayı düşünen firmalar da devlerin arasından kontenjan kapma fırsatı yaratabilir. Tabi yukarıda bahsettiğim "her firma kendi şehrindeki üniversiteden stajyer alabilir" kuralı mutlak şart olarak uygulanacaktır. Böylece Çorum Hitit Üniversitesi Kimya Mühendisliği'ne her sene 10 staj kontenjanı gelirse bu durumda o fakülte tercih edilmeyeceği için belirli bir süre sonra kapanacaktır.  Ayrıca İTÜ'de ODTÜ'de okumanın da farkı ortaya çıkacaktır. Tabi bunu bir gecede cumhurbaşkanının isteğiyle kontenjanların 150'den 200'e çıkmadığı; kontenjanlara sektörle irtibat halinde olan bölüm başkanlığı- dekanlık ve rektörlüğün karar verdiğini kabulüyle söylüyorum. Orta vadede, Türkiye'de hangi sektörlerin ne kadar personel yatırımı yapacağı, personel ihtiyaçlarının ne olduğu, bu ihtiyaca yönelik hangi fakültelerde ne kadar kontenjan olacağının planlaması çok net belli olur. Gereksiz fakülteler de kolaylıkla tasfiye edilir.

    Kimya mühendisi çıkışlı olduğum için kendi yaşadığım deneyimlerden bu örnekleri verdim. Bu örnekleri makine, uçak, mekatronik gibi mühendislikleri için de genişletmek mümkün. Ayrıca Fen-Edebiyat, Hukuk fakültelerinde de uygulanabilirliğini tartışmak lazım. Yine, bu tasarı devlet üniversitelerini kapsayarak düşündüm. Özel üniversitelerde bu sistemin nasıl işletileceğini ayrıca tartışmak gerek. Ayrıca, şehrinde fakültesi kapanan işletmenin rekabete girdiği diğer şehirlerdeki işletmelere karşı dezavantajlı duruma düşmemesi için barınma ve ulaşım şartları sağlandığı sürece hami üniversiteden kontenjan talep edebilecektir. Sonuçta kapatılan üniversiteler de yüksekokula dönüştürüleceği için hali hazırda yurt vb. imkanlar hala olacaktır.

    Evet, bahsettiğim çözümler 3 ana başlıkta bu şekilde. Akademisyenleri uluslararası rekabete, üniversiteleri, öğrencileri ve sektörleri kendi içlerinde rekabete sokarak devletin gözetimi ve desteğiyle akademik kalkınmayı sağlamanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi, bu en azından benim bulduğum bir çözüm ve tartışmaya açık. Ama yine dediğim gibi çözüm adına masaya konup üzerine kafa patlatılabilecek bir öneri. 

    Bunların yanında 4. madde olarak da ekleyebileceğim bir madde daha var ki o da işveren-işçi arasında süreli sözleşmeye dönülmesi. Yukarıda da bahsettiğim üzere işveren yeni mezun personeli yetiştirip faydalanamadan elinden kaçırmak istemediği için bu istihdamdan kaçınıyor. Bunun yanında yeni mezunlar da iş bulmakta zorlandıkları için de tecrübe kazanamıyorlar. Özel sektörde iş değiştirirken istifa mekanizması devreye girdiği için birikmiş primi almak gibi bir durum da söz konusu olamıyor. O yüzden, futboldaki sisteme benzer şekilde 2 yıllık, 3 yıllık hatta olursa 5 yıllık kontratlarla çalışma sistemine dönülebilir. Mesela KOBİ ölçeğinde bir gıda takviye firması ya da biyokimya firması yeni mezun bir çalışanda istikbal görüp 3 senelik sözleşme imzalar. 3 sene boyunca maaşını vereceğini taahhüt eder. Eğer daha büyük ve güçlü firma -mesela Abdi İbrahim-  bu personeli almak isterse bonservis ücreti gibi bir parayı -daha doğrusu küçük işletmenin o personel için yaptığı yatırımı karşılayarak- personeli transfer eder. Böylece küçük işletmeler personelden aldığı katma değerin haricinde piyasaya personel yetiştirerek de para kazanabilir. Ayrıca belirli bir tecrübeden sonra piyasaya personel yetiştiren firma olarak da tercih edilebilirlik sağlayabilir, hatta köklü firmaların altyapısı şeklinde bile pozisyon yaratabilir. Çalışan için ise 2-3 yıl işten çıkarılma tehdidi olmadan rahat çalışma imkanı sağlanabilir. Köklü firmalar içinse yetişmiş personeli hazır bulma gibi bir imkan doğar. Burada ilk akla gelen, 3 yıl kovulma tehdidi olmadan personelin kendini geliştirmeyeceği ya da verimli çalışmayacağı fikri biraz düşününce süreli sözleşmenin devam etmeme ihtimali ya da daha köklü firmanın kendisini tercih etmemesi durumlardan dolayı boşa çıkacaktır. 

    Bütün bu öneriler rekabete dayalı ve kulağa fazla liberal (ekonomik) ya da kapitalist gelebilir. Ancak sistem zaten bunun üzerine kurulu. Ben sistemi ihtiyaçlara göre revize ettim. Ve mümkün olduğunca adil olduğuna inandığım bir düzen oluşturdum. Yine de "Şurada işleyiş öyle değil" ya da "Şu detayı gözden kaçırmışsın" dediğiniz fikirleriniz varsa üzerinde tartışıp çözümler üretebiliriz.