21 Mayıs 2021 Cuma

Hayvan Çiftliği - George Orwell

Tam kapanmada(!) tekrar kitap okumaya ağırlık vermek istedim. Motoru ısıtmak için de Adam Fawer'in Oz kitabını bitirdim. Oz ile ilgili yazılacak fazla bir şey yok aslıda. Bildiğimiz Oz Büyücüsü'nün yeniden yazılmış hali diyebiliriz. İçine biraz daha teknoloji biraz daha tanıdık simalar eklenmiş. Daha 21. yüzyılın edebiyat ve sanat ögelerini içinde barındıran bir kitap olmuş. Başlarda olay örgüsü biraz karmaşık olsa da sonradan ritmini buluyor ve hızlıca okunuyor. Kitabı bitirdiğimde başlardaki karmaşanın neden olduğunu anlamak için tam oturmayan yerleri tekrar açıp okudum, yazarın aklındaki kurgu daha net oturdu. Film tadında yazılmış bir kitap olduğu için filmi çekilse bittiğinde başa dönüp böyle bir ihtiyaç duyulmaz ama kitapta böyle bir ihtiyaç hasıl oldu.

Baktım evde okunacak tek kitap 1984'ün cep kitabı (Hepsini bitirdiğimden değil, kitaplarımın hepsi İstanbul'da kalmış) ve kitap satışı da yasaklandı. Carrefour'dan online alışveriş yaparken hemen sepete ekledim Hayvan Çiftliği'ni. Zaten hikaye tadında bir kitap, hafta sonunda bitti. 

Bilmeyenler için kısaca özet geçeyim, zaten kitaba dair spoiler vermek gibi bir durum söz konusu değil. Okuduktan sonra sizde bıraktığı iz önemli. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, yaşlı bir domuzun organize etmesiyle çiftlik sahiplerine karşı ayaklanıyorlar ve çiftliğin yönetimini ele geçiriyorlar. Yıllar içinde de çiftlik domuzların yönetimine geçen faşist bir düzene evriliyor. 

George Orwell'in iki meşhur kitabı, 1984 ve Hayvan Çiftliği için genel olarak "reel sosyalizm eleştirisi" yorumu yapılmış. 1984 cep kitap olduğu için bir türlü okuma ritmine giremeyince Hayvan Çiftliği'ne geçiş yaptım. Her iki kitap da Can Yayınları'ndan çıkma ve her ikisinin de tercümesi Celâl Üstel'e ait. 1984'ün başında da Hayvan Çiftliği'nin sonunda da Orwell'in hayatından ve kitaplarının insanların üzerinde bıraktığı etkiden bahsediyor. Zamanın şartlarını, İkinci Dünya Savaşı'nın ve Sovyetler Birliği'nin Orwell üzerinde bıraktığı etkiden ve bu etkinin kitaplarına yansımasından söz ediliyor. 

Hayvan Çiftliği'ni okurken tarihte faşist düzenlerin tanıdık simalarıyla karşılaşıyorsunuz. Aslında her bir hayvanın devlet yapısındaki sosyal sınıflarda karşılığı var. Kitabı okurken yönetimi ele geçiren domuzu tarihteki otoriter liderlerle eşleştiriyorsunuz. Bu kimileri için Hitler, Mussolini, Franco kimileri için de Stalin, Maduro oluyor. İletişim domuzunun söylemlerine baktığınız zaman "A bu resmen Propaganda Bakanı Goebbels" diyeceksiniz mesela. Hatta günümüz Türkiye'sinden de örnekler sıralayabilirim ama ne olur ne olmaz başımıza iş açmayalım şimdi. İnsanların ideolojileri kitabı okurken ne kadar tarafsız bakabildiklerini etkileyecektir. Mesela kitabı okuyan bir komünist Stalin'i ölümüne savunmak için  bu gerçekliği reddeden tartışmalar yapacaktır. Kitabın asıl meselesi, toplumların otoriter düzene zamanla nasıl alıştığı aslında. Zamanla bu evrimin kaçınılmaz olması ve sağ-sol ideoloji gözetmeksizin tarihte yaşanan örneklerinin hatırlatması. Sağ ideolojiyle bakan bir kimse "Bak Stalin Rusya'sını anlatmış" derken soldan bakan biri de "Al işte aynı Hitler" diyecektir. Daha günümüze gelirsek; Venezuela'da Maduro'nun yaptıklarını "sosyalizmin kaçınılmaz sonu" diye yorumlayanlar Erdoğan Türkiye'sini de sosyalizmle mi açıklayacaklar? Otoriter yönetimler ideolojilerden bağımsız; tamamen kendi çıkar ve keyifleri için toplumu baskı altına aldıkları ise tek doğru gerçektir.

Okuduğum kitaplarla ilgili düşüncelerimi eğer sıcağı sıcağına yazmazsam bir daha yazmak gelmiyor içimden. Buna rağmen Hayvan Çiftliği -okuyalı 5 gün geçmesine rağmen- üzerine düşünüp, "sen bu kitaptan ne aldın" diye kendi süzgecimden geçirdiğim bir kitap. Zaten böyle kitapların da  temel prensibi bu. Her ne kadar kitabın ana direği yukarıda bahsettiğim, kurbağayı sıcak suya atmak yerine yavaş yavaş suyu ısıtarak haşlamak hikayesindeki gibi, toplumların otoriteye zamanla boyun eğmesi olarak gözükse de benim kitaptan aldığım tek cümleyle "bağımsız medyanın ne kadar önemli olduğu" olurdu. Kitaptaki her hayvanın imgelediği sosyal ya da mesleki bir kavram var, hatta dediğim gibi propaganda bakanı bile var. Ama kitapta daha doğrusu çiftlikte olmayan tek şey bağımsız medya. O yüzden de eğitilmemiş-eğitimini tamamlayamamış hayvanların aslında hafızalarında olan olayların manipüle edilmesini fark edemiyorlar. Yaşadıkları kahramanlık hikayeleri zamanla tamamen farklı şekilde kendilerine dayatılırken, devrimi ilk yaptıklarında koydukları kurallar zamanla şartlara göre esnetilirken hissettikleri tuhaflık düzene karşı gelmelerine yetecek kadar zihinlerinde bilgiye dönüşemiyor. Tarih her seferinde günümüzden geçmişe doğru yazılıyor. Kendilerine yaşadıkları bu dönüşümü ve olayları anlatacak/hatırlatacak bir medya düzeni olmadığı için de kendilerini; otoritenin her dediğini kabul eden, kendilerini sahip olduklarıyla mutlu, zaman zaman da otoritenin müsaadesiyle kendilerine anlatılan ahiret hikayelerinin inancıyla ikna eden bir kölelik düzeninin içinde buluyorlar. Sonuçta ise kendilerinin sandıkları her şeyin çoktan başkalarının olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorlar.

Gazeteci Mustafa Hoş'un paylaşımlarında dediği "Neo Türkiye'nin panzehiri hafızadır" sözüyle yazımı bitireyim. Tarafsız medya, içinden geçtiğimiz şu günlerde, bizi kendi yarattıkları kölelik düzenlerine ikna etmeye çalışanların ipliklerini pazara dökmek için ekmek gibi, su gibi ihtiyaçtır.

Künye:
Hayvan Çiftliği - George Orwell
Çeviri : Celâl Üster
Can Yayınları - 64. Baskı - Nisan 2020 

5 Mayıs 2021 Çarşamba

Bir Tuhaf Soruşturma

Dünden beri ülke, Devekuşu Kabare'nin oyunlarına döndü. Yasaklar ve Deliler. Sanki devlet, iki oyunu birleştirmiş, deliler ülkeyi yönetse nasıl yasaklar koyar diye bir oyun sergiliyorlar bize. Benim dikkatimi çeken ise paniklemenin boyutu.

Eli götünde türbe ziyareti soruşturması ne kadar paniklediklerini gösteriyor. Önce İçişleri Bakan Yardımcısı ve aynı zamanda sözcüsü (böyle bir titre ne gerek varsa) çıktı dedi ki "Bizle alakası yok savcılık soruşturması". İyi de şikayet CİMER'e gelmiş, oradan da size iletilmiş, bunu savcılığın önüne koyan sizsiniz.

Ardından gün boyu yapılan "Ben yapmadım Miki yaptı" sözleri ve akşamına assolist sahneye çıktı. Hulki Cevizoğlu "Kendileri yapmıştır. Mağduriyet için neler yapılır bu siyasette..." dedi. Daha doğrusu demiş, sabah öğrendim ben. -Bu lafı Ali İsmail Korkmaz'ın ölümünden sonra "Arkadaşları dövmüştür" versiyonuyla valinin ağzından hatırlıyoruz.- Bahsettiğim panik tam da bu aslında. Anketler açıklandıkça saçmalayan saçmaladıkça anketlerde düşen bir iktidardan bahsediyoruz. Bu saçma soruşturmanın bir mağduriyet yaratacağını zannediyorlar. Halbuki İmamoğlu "Bunlarla zaman kaybetmeyelim" dedi, yoluna devam etti. Mağduru oynamak istese, köpürtürdü. Oysa, soruşturma mağduriyet değil acziyet göstergesi. Bu soruşturmayı açanlara "Bu kadar düştünüz mü?"den başka soru sorulmaz.

İşte düştükleri yerden kalkmak için sarıldıkları şey ise, Cevizoğlu'nun sözleri oldu. Panik o kadar büyük ki, işin içinde İmamoğlu varsa, lafın önüne-arkasına bakmadan ne varsa troll ordusunu devreye sokuyorlar. Şimdi de Cevizoğlu'nun bu sözlerine sarılmışlar. Paylaşımları da "Bakın işte gördünüz mü? (Sizin adamınız) Hulki Cevizoğlu bile ne diyor" kisvesinde. Cevizoğlu'nun sözlerini duyduğumda ilk aklıma gelen, o zaman Cimer'e şikayette bulunanın kim olduğunu açıklasınlar olmuştu. Zaten Murat Ongun da KRT'ye katılıp aynı şeyi söylemiş. Böyle bir soruşturma için yazı yazmak bile zûl ama anlatmak istediğim, iktidar düştüğü panik içerisinde plan-program yapmadan zar atarak ilerlemeye çalışıyor. Bunu yaparken de hayat alanımızı gittikçe daraltıyor.