Başbakanın, faiz lobisi-gezi- bankalar üçgeninden kurtulamamasının bir yansıması daha geldi geçen hafta:"Kredi kartı kullanmayın."
Başbakan'ın eşbaşkanı olduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin senaristlerinin bizzat faiz lobisinin ağa babaları olduğu, Başbakan'ın "oyunu bozacağız" derken aslında bizi oyunun hasosuna sürüklediği gerçeğini kenara bırakırsak, sanırım faizciliğe savaş açmasına bakılırsa çıkardığı milli görüş gömleğinin düğmelerini yeni gömleğine diktiğini söyleyebiliriz.
Konuşmasında; bankaların faiz şöyle dursun sadece hizmet bedelleriyle bile zengin olduklarını, bu paraları fakir fukaradan aldıklarını, milletin kredi kartını matah bir şey sanıp ayağını yorganına göre uzatmadığı için bankalara borçlanarak onları zengin ettiğini söylüyor.
Peki Başbakan Erdoğan ne kadar haklı? Bütün bu söylemlerini, Kasım 2002'de söylemiş olsaydı, "Bütün paranızı borsalara, bankalara yatırdığınız için battınız, artık maaşınızı dikkatli harcayın" deseydi belki haklı olurdu. Ancak 10 yıllık iktidarı boyunca, ülkedeki aşırı kredi kartı kullanımına ses çıkarmayıp hatta teşvik edip şimdi "hak ettiniz" demek abesle iştigal.
Şimdilerde AK Partililerin söylemleri hep "Ekonomimiz çok güzel, çok şahane. Bakın kişi başına düşen milli gelir şu kadar oldu.Bu bizim gelişmişliğimizi gösterir" şeklinde. Kişi başına düşen milli gelir elbette gelişmişliği gösterir ama tek başına yeterli değildir. Bir ülkenin gelişmişliği, ölü doğum oranı, eğitim seviyesi, okur-yazarlık oranı gibi verilerle ölçülür. Daha doğrusu, yarışmak için hedef koyduğumuz devletler kendi içlerinde bu verileri yarıştırıyorlar. Kişi başına düşen milli gelire gelince, adından da belli olacağı gibi, bütün geliri ülke nufusuna bölerek elde edilen bir veridir. Bu durumda asgari ücretle çalışan bir kişinin, kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolara çıkmasında gururlanacak ya da sevinecek bir şeyi olmaması gerekli. Çünkü "Elime geçmeyen para kimin cebinde?" diye sorması gerekir. Öyle ya, benim cebime giren para 1000TL iken aradaki yaklaşık 9500 Doları kim kazanıyor? İşte yaklaşık 10 senedir duyduğumuz, "zenginler daha zengin oldu, fakirler daha fakir" mottosu burada karşımıza çıkıyor.
Peki bu zenginler kim ya da soruyu tersten soralım bu zenginleri kim zengin etti? 2002 zamanlarında ülkedeki dolar milyoneri sayısı 30 bin civarındaydı. Şimdilerde ise bu sayı 280 bin civarında. 10 yılda bunların en iyi ihtimalle 10 tanesinin milli piyango talihlisi olduğunu düşünürsek, hiçbir asgari ücretlinin dolar milyoneri olma rüyası olmadığı gibi şansı da yok. Bu durumda, zenginlerin daha zengin olduğu söylemi gerçeğe kavuşuyor.
2011 tarihli bir haber |
"Fakirler daha fakirleşti."
"Kredi kartları neden bu kadar yaygınlaştı?" sorusu bizim çıkış noktamız olmalı. Öyle ya herkesin cebinde en az 2 tane kredi kartı olduğuna göre bu değirmenin suyu nereden geliyor.
Kayıt dışı ile mücadele için hükümetlerin en fazla önem verdikleri günlük alışverişlerdi. Bu sebeple de alınan herhangi bir üründen ya da hizmetten fiş/fatura alınarak, hem satış yapanın KDV'yi ödemesini sağlıyordu, bunun için de teşvik olarak fiş toplayanlara yaptıkları KDV'nin belli bir oranını iade ediyordu. Hatta "fiş almazsak kaça olur?" gibi "vergiyi aramızda kırışalım hafız" cümleleri kuruluyordu. AKP iktidara geldiğinde bu -garip- uygulamayı kaldırarak onun yerine kredi kartı kullanımını teşvik etti. Böylece kredi/banka kartı ile çekim yapıldığında, satış yapan yer mecburen kasa fişi kesmek zorunda. İşte bu yüzden, kredi/banka kartı sayısında astronomik bir artış oldu. Bir de buna bankaların 10 kuruşu 2 tane 5 kuruşluk yaptığını bile haber verdikleri TC Merkez Bankası, hükümet politikasını teşvik ederek bir sınırlandırma getirmeyince kredi kartı kullanımı sayısı aldı yürüdü.
Öğrenci olduğum için, arkadaşlarla otururken konu dönüp dolaşıp her seferinde para mevzusuna geliyor ve bir süre sonra herkes bankalara olan kredi kartı borcunu yarıştırmaya başlıyor. Cüzdanlardaki kredi kartı sayısı ise ortalama 2-3. (Merkez Bankası'nın geliri olmayan öğrencilere kredi kartı verilmesini bu kadar serbest bırakması ise ayrı bir konu.) Samimi olanlar ailelerinin ya da akrabalarının, banka borçlarını ödemek için paralara takla attırma faaliyetlerini anlatıyor. Maaşları katlayan kredi kartı limitleri, maaşlarla limitleri ödeyip daha sonra parasız kalınca daha fazla faizle kredi kartlarından çekilen nakit paralar. Ya da limiti uygun bir kredi kartıyla alınan 12 taksitli cep telefonlarını 15 gün sonra alınan yere yarı fiyatına satarak günü gelen kredi kartının borcunu ödemeler falan. Bunların hepsi sokağa çıktığımızda, akrabamızda, komşumuzda, çevremizde tanık olduğumuz olaylar.
Evet doğru, kredi kartını bilinçli bir şekilde kullanmıyoruz. Alışveriş yaparken de nakit para kullanılmadığı için, sanki o para ödenmeyecekmiş gibi hababam kredi kartından alışveriş yapıyoruz, hesabımızı bilmiyoruz. Tüketim çılgınlığının içine batmış bir şekilde, AVMleri tapınak, alışverişi de dini bir ritüel haline soktuk. Ancak bütün bunların sorumlusu "Alım gücümüz şu kadar arttı" ya da "Alın-verin, ekonomiye can verin" mavralarıyla halkı kandıran hükümet ve yandaşlarıdır. Çocuğunun dershane parasını ödeyemediği için intihar eden anneler, öğretmenlik ataması beklerken inşaatta çöken duvarın altında kalan Türkiye Şampiyonu milli atletler ise kimsenin umrunda değildir.
Başbakanın kredi kartlarıyla ilgili konuşması 2 noktaya işaret ediyor. Bunlardan biri, içten içe kredi kartlarının borçları için hükümetten düzenleme ya da af bekleneyen bilinçsiz mağdurların hevesleri kursaklarında kaldı, çünkü Başbakan "Almayın, kullanmayın kardeşim" deyip kestirip attı. Ancak şimdiye kadar borca batanlar için herhangi bir şey demedi ve demeyeceğini de belli etti. Diğer nokta ise, gelinen 10 yıl gösteriyor ki AKP iktidarının yurt içi ekonomi politikası çökmüştür. Çünkü milletinin kredi kartı borçlarını açıkça itiraf eden bir partinin ekonomi politikası yanlıştır ve eğer bu parti 10 yıldır iktidardaysa o ekonomi politikasının çöktüğü söylenebilir.