28 Temmuz 2013 Pazar

Aklıma Takılanlar- Kredi Kartı

Başbakanın, faiz lobisi-gezi- bankalar üçgeninden kurtulamamasının bir yansıması daha geldi geçen hafta:"Kredi kartı kullanmayın." 
Başbakan'ın eşbaşkanı olduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin senaristlerinin bizzat faiz lobisinin ağa babaları olduğu, Başbakan'ın "oyunu bozacağız" derken aslında bizi oyunun hasosuna sürüklediği gerçeğini kenara bırakırsak, sanırım faizciliğe savaş açmasına bakılırsa çıkardığı milli görüş gömleğinin düğmelerini yeni gömleğine diktiğini söyleyebiliriz.

Konuşmasında; bankaların faiz şöyle dursun sadece hizmet bedelleriyle bile zengin olduklarını, bu paraları fakir fukaradan aldıklarını, milletin kredi kartını matah bir şey sanıp ayağını yorganına göre uzatmadığı için bankalara borçlanarak onları zengin ettiğini söylüyor.  

Peki Başbakan Erdoğan ne kadar haklı? Bütün bu söylemlerini, Kasım 2002'de söylemiş olsaydı, "Bütün paranızı borsalara, bankalara yatırdığınız için battınız, artık maaşınızı dikkatli harcayın" deseydi belki haklı olurdu. Ancak 10 yıllık iktidarı boyunca, ülkedeki aşırı kredi kartı kullanımına ses çıkarmayıp hatta teşvik edip şimdi "hak ettiniz" demek abesle iştigal.


Şimdilerde AK Partililerin söylemleri hep "Ekonomimiz çok güzel, çok şahane. Bakın kişi başına düşen milli gelir şu kadar oldu.Bu bizim gelişmişliğimizi gösterir" şeklinde. Kişi başına düşen milli gelir elbette gelişmişliği gösterir ama tek başına yeterli değildir. Bir ülkenin gelişmişliği, ölü doğum oranı, eğitim seviyesi, okur-yazarlık oranı gibi verilerle ölçülür. Daha doğrusu, yarışmak için hedef koyduğumuz devletler kendi içlerinde bu verileri yarıştırıyorlar. Kişi başına düşen milli gelire gelince, adından da belli olacağı gibi, bütün geliri ülke nufusuna bölerek elde edilen bir veridir. Bu durumda asgari ücretle çalışan bir kişinin, kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolara çıkmasında gururlanacak ya da sevinecek bir şeyi olmaması gerekli. Çünkü "Elime geçmeyen para kimin cebinde?" diye sorması gerekir. Öyle ya, benim cebime giren para 1000TL iken aradaki yaklaşık 9500 Doları kim kazanıyor? İşte yaklaşık 10 senedir duyduğumuz, "zenginler daha zengin oldu, fakirler daha fakir" mottosu burada karşımıza çıkıyor.




Peki bu zenginler kim ya da soruyu tersten soralım bu zenginleri kim zengin etti? 2002 zamanlarında ülkedeki dolar milyoneri sayısı 30 bin civarındaydı. Şimdilerde ise bu sayı 280 bin civarında. 10 yılda bunların en iyi ihtimalle 10 tanesinin milli piyango talihlisi olduğunu düşünürsek, hiçbir asgari ücretlinin dolar milyoneri olma rüyası olmadığı gibi şansı da yok. Bu durumda, zenginlerin daha zengin olduğu söylemi gerçeğe kavuşuyor.


2011 tarihli bir haber
Tekrar başa dönelim peki, kim bu dolar milyonerleri? Başbakan'ın faiz lobisi olarak suçladıkları mı? Bu milyonerlerin hepsi faiz lobisiyse, bunların, AK Parti iktidarı zamanında palazlandığı ortada. Yok eğer hepsi faiz lobisi değilse geri kalanları kimler? Ya da soruyu başka açıdan soralım: Eğer faiz lobisi artık para kazanamadığı için olay çıkartıyorsa bu 273 bin milyoner kim ya da bu kadar milyoner varken faiz lobisinin gücü nereden geliyor? Sonuç olarak insanın aklına, 'kim ulan bu pezevenkler' diyesi geliyor?






 "Fakirler daha fakirleşti." 


"Kredi kartları neden bu kadar yaygınlaştı?" sorusu bizim çıkış noktamız olmalı. Öyle ya herkesin cebinde en az 2 tane kredi kartı olduğuna göre bu değirmenin suyu nereden geliyor. 

Kayıt dışı ile mücadele için hükümetlerin en fazla önem verdikleri günlük alışverişlerdi. Bu sebeple de alınan herhangi bir üründen ya da hizmetten fiş/fatura alınarak, hem satış yapanın KDV'yi ödemesini sağlıyordu, bunun için de teşvik olarak fiş toplayanlara yaptıkları KDV'nin belli bir oranını iade ediyordu. Hatta "fiş almazsak kaça olur?" gibi "vergiyi aramızda kırışalım hafız" cümleleri kuruluyordu. AKP iktidara geldiğinde bu -garip- uygulamayı kaldırarak onun yerine kredi kartı kullanımını teşvik etti. Böylece kredi/banka kartı ile çekim yapıldığında, satış yapan yer mecburen kasa fişi kesmek zorunda. İşte bu yüzden, kredi/banka kartı sayısında astronomik bir artış oldu. Bir de buna bankaların 10 kuruşu 2 tane 5 kuruşluk yaptığını bile haber verdikleri TC Merkez Bankası, hükümet politikasını teşvik ederek bir sınırlandırma getirmeyince kredi kartı kullanımı sayısı aldı yürüdü. 

Öğrenci olduğum için, arkadaşlarla otururken konu dönüp dolaşıp her seferinde para mevzusuna geliyor ve bir süre sonra herkes bankalara olan kredi kartı borcunu yarıştırmaya başlıyor. Cüzdanlardaki kredi kartı sayısı ise ortalama 2-3. (Merkez Bankası'nın geliri olmayan öğrencilere kredi kartı verilmesini bu kadar serbest bırakması ise ayrı bir konu.) Samimi olanlar ailelerinin ya da akrabalarının, banka borçlarını ödemek için paralara takla attırma faaliyetlerini anlatıyor. Maaşları katlayan kredi kartı limitleri, maaşlarla limitleri ödeyip daha sonra parasız kalınca daha fazla faizle kredi kartlarından çekilen nakit paralar. Ya da limiti uygun bir kredi kartıyla alınan 12 taksitli cep telefonlarını 15 gün sonra alınan yere yarı fiyatına satarak günü gelen kredi kartının borcunu ödemeler falan. Bunların hepsi sokağa çıktığımızda, akrabamızda, komşumuzda, çevremizde tanık olduğumuz olaylar.

Evet doğru, kredi kartını bilinçli bir şekilde kullanmıyoruz. Alışveriş yaparken de nakit para kullanılmadığı için, sanki o para ödenmeyecekmiş gibi hababam kredi kartından alışveriş yapıyoruz, hesabımızı bilmiyoruz. Tüketim çılgınlığının içine batmış bir şekilde, AVMleri tapınak, alışverişi de dini bir ritüel haline soktuk. Ancak bütün bunların sorumlusu "Alım gücümüz şu kadar arttı" ya da "Alın-verin, ekonomiye can verin" mavralarıyla halkı kandıran hükümet ve yandaşlarıdır. Çocuğunun dershane parasını ödeyemediği için intihar eden anneler, öğretmenlik ataması beklerken inşaatta çöken duvarın altında kalan Türkiye Şampiyonu milli atletler ise kimsenin umrunda değildir.

Başbakanın kredi kartlarıyla ilgili konuşması 2 noktaya işaret ediyor. Bunlardan biri, içten içe kredi kartlarının borçları için hükümetten düzenleme ya da af bekleneyen bilinçsiz mağdurların hevesleri kursaklarında kaldı, çünkü Başbakan "Almayın, kullanmayın kardeşim" deyip kestirip attı. Ancak şimdiye kadar borca batanlar için herhangi bir şey demedi ve demeyeceğini de belli etti. Diğer nokta ise, gelinen 10 yıl gösteriyor ki AKP iktidarının yurt içi ekonomi politikası çökmüştür. Çünkü milletinin kredi kartı borçlarını açıkça itiraf eden bir partinin ekonomi politikası yanlıştır ve eğer bu parti 10 yıldır iktidardaysa o ekonomi politikasının çöktüğü söylenebilir.    

9 Temmuz 2013 Salı

33 Kurşun Üzerine...

Sessiz sedasız çıktı Onurlu Şarkılar albümü. Ahmet Hakan'ın köşesinde haberini almıştım, Onur Akın'ın 25. sanat yılı için onun şarkılarını seslendirmiş sanatçı arkadaşları. Aslında sessiz sedasız dememin nedeni, tam da Gezi Parkı olaylarının patlak verdiği günlerde haberim oldu, o yüzden.

Müslüm Gürses'in Asi ve Mavi'yi okuması yine özletmiş bize BABAyı, rahmetle andırır olmuş tekrardan. Oykü Gürman-Rutkay Aziz düetindeki Ne Olur Bir Sabah, yine orjinalindeki gibi parlatsak 2 kadeh dedirtiyor. Yok yok albüm eleştirisi yapmayacağım şimdilik, sadece önemli noktaların altını çizdim. 

Çok sevdiğim Haluk Levent ise 33 Kurşun'u seçmiş. Onur Akın'dan dinledim mi hatırlamıyorum ama Haluk Abi söyleyince de daha bir kulak kabarttım sözlerine. "Vurulmuşum" diyordu "Kirvem hallarımı aynı böyle yaz" diyordu. Allah Allah dedim, bu sözler bir yerden tanıdık bana. Önce orjinalini açtım, Onur Akın'dan. Sonra hatırladım Fikret Kızılok'un insanın içini titreten "Kirvem" deyişini ve onun bestesi/yorumunu da öğrendiğim yeri.


Videonun en sonundaki güzel şarkı işte Fikret Kızılok'un "Vurulmuşum" şarkısı. Gitarın üzerinde dans eden parmakların çıkardığı sesler...Ve bu güzel seslere, o kadife sesin sahibine bu besteyi yaptıracak şiire gittim: Ahmed Arif-33 Kurşun

  
   Bu dağ Mengene dağıdır
   Tanyeri atanda Van'da 
   Bu dağ Nemrut yavrusudur 
   Tanyeri atanda Nemruda karşı 
   Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur     
   Bir yanın seccade Acem mülküdür 
   Doruklarda buzulların salkımı
   Firari guvercinler su başlarında 
   Ve karaca sürüsü, 
   Keklik takımı...
   
   Yiğitlik inkar gelinmez 
   Tek'e - tek doğüşte yenilmediler 
   Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
   Gel haberi nerden verek 
   Turna sürüsü değil bu 
   Gökte yıldız burcu değil 
   Otuzüç kurşunlu yürek 
   Otuzuç kan pınarı 
   Akmaz, 
   Göl olmuş bu dağda... 

   Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı 
   Sırtı alacakır 
   Karnı sütbeyaz
   Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı 
   Yüreği ağzında öyle zavallı 
   Tövbeye getirir insanı 
   Tenhaydı, tenhaydı vakitler 
   Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
   
   Baktı otuzüçten biri 
   Karnında açlığın ağır boşluğu 
   Saç, sakal bir karış 
   Yakasında bit, 
   Baktı kolları vurulu, 
   Cehennem yurekli bir yiğit, 
   Bir garip tavşana, 
   Bir gerilere. 

   Düştü nazlı filintası aklına, 
   Yastığı altında küsmüş, 
   Düştü, Harran ovasından getirdiği tay 
   Perçemi mavi boncuklu, 
   Alnında akıtma 
   Üç topuğu ak, 
   Eşkini hovarda, kıvrak, 
   Doru, seglavi kısrağı. 
   Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

   Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, 
   Böyle arkasında bir soğuk namlu 
   Bulunmayaydı, 
   Sığınabilirdi yuceltilere... 
   Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,      
   Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, 
   Yanan cıgaranın külünü, 
   Güneşlerde çatal kıvılcımlanan 
   Engereğin dilini, 
   İlk atımda uçuran 
   Usta elleri... 

   Bu gözler, bir kere bile faka basmadı 
   Çığ bekleyen boğazların kıyametini 
   Karlı, yumuşacık hıyanetini 
   Uçurumların, 
   Önceden bilen gözleri... 
   Çaresiz
   Vurulacaktı, 
   Buyruk kesindi, 
   Gayrı gözlerini kör sürüngenler 
   Yüreğini leş kuşları yesindi...

   Vurulmuşum 
   Dağların kuytuluk bir boğazında 
   Vakitlerden bir sabah namazında 
   Yatarım         
   Kanlı, upuzun... 

   Vurulmuşum 
   Düşüm, gecelerden kara 
   Bir hayra yoranım çıkmaz 
   Canım alırlar ecelsiz 
   Sığdıramam kitaplara 
   Şifre buyurmuş bir paşa 
   Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız 

   Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki... 

   Ölüm buyruğunu uyguladılar, 
   Mavi dağ dumanını 
   ve uyur-uyanık seher yelini 
   Kanlara buladılar. 
   Sonra oracıkta tüfek çattılar 
   Koynumuzu usul-usul yoklayıp 
   Aradılar. 
   Didik-didik ettiler 
   Kirmanşah dokuması al kuşağımı 
   Tespihimi, tabakamı alıp gittiler 
   Hepsi de armağandı Acemelinden... 

   Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız 
   Karşıyaka köyleri, obalarıyla 
   Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, 
   Komşuyuz yaka yakaya 
   Birbirine karışır tavuklarımız 
   Bilmezlikten değil, 
   Fıkaralıktan 
   Pasaporta ısınmamış içimiz 
   Budur katlimize sebep suçumuz, 
   Gayrı eşkiyaya çıkar adımız 
   Kaçakçıya 
   Soyguncuya 
   Hayına... 

   Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki... 

   Vurun ulan, 
   Vurun, 
   Ben kolay ölmem. 
   Ocakta küllenmiş közüm, 
   Karnımda sözüm var 
   Haldan bilene. 
   Babam gözlerini verdi Urfa önünde 
   Üç de kardaşını 
   Üç nazlı selvi, 
   Ömrüne doymamış üç dağ parçası. 
   Burçlardan, tepelerden, minarelerden 
   Kirve, hısım, dağların çocukları 
   Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

   Bıyıkları yeni terlemiş daha 
   Benim küçük dayım Nazif 
   Yakışıklı, 
   Hafif,    
   İyi süvari 
   Vurun kardaş demiş
   Namus günüdür 
   Ve şaha kaldırmış atını. 

   Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki...  

Nedir Ahmed Arif'e bu şiiri yazdıran, çünkü bu bir şiir değil, bir ağıt bir tarih yazıyor burda. Küçük bir araştırma yaptıktan aslında çok da yabancı olmadığımız, her 50-60 yılda bir yaşadıklarımızmış meğerse.

2.Dünya Savaşı sırasında/sonrasında ülkedeki karneyle ekmek alımları, açlık, sefalet bugün de malumumuz. İnönü'nün ülkeyi savaşa sokmamasının bedeli bütün dünyada olduğu gibi millete de ağır olur. İyice artan açlık,fukaralık İran sınırında zaten var olan kaçakçılığı iyice arttırır. Milan aşiretinin kaçakçılık yaptığı ihbarı üzerine bölgeye giden jandarma, kaçakçıları kaçırdığını fark edince geri döner ve aşiretin Özalp'da yaşayan 40 akrabasını tutuklar. Mahkeme 5'i hariç diğerlerini salıverse de dönemin Doğu Komutanı Mustafa Muğlalı tarafından 33' ü kurşuna dizdirilir.

Mustafa Muğlalı' nın mahkeme edilmesi, Demokrat Parti-Halk Partisi çekişmesinde bu olayların siyasi çıkar sağlamak üzerine gündeme getirilme çabaları şöyle dursun, bilinen bir diğer gerçek var ki Milli Birlik Komitesi  ' nin üyelerinden biri olan Orhan Erkanlı'ya göre Mustafa Muğlalı' nın yaptığından İsmet İnönü'nün haberi vardı. Ve bir diğer bilinen ise Mustafa Muğlalı'nın bu emri keyfi verdiğini mahkemede itiraf etmesi. 

Tarihi, tarihçilere tartışmak üzere bırakalım ve günümüze dönelim. 2004 yılında Mustafa Muğlalı ismi Van'ın Özalp ilçesindeki sınır taburuna verildi. Askeri vesayeti bitirdiğiyle gururlanan AKP, çömez -kendilerine göre çıraklık- zamanında bu ismin verilmesine engel olamasa da daha sonra, öldürülenlerin torunlarının bu isme itiraz etmesi üzerine 2011'de kışlanın isminin değiştirilmesinde etkin rol aldığı söylenebilir. Ama benim aklıma takılan daha başka. Erdoğan'ın 60 yıl öncesinden referans göstererek CHP üzerinden siyaset yaparken, "tek parti diktatörlüğü","millete karneyle ekmek dağıttılar","iki ayyaş"dan biri İnönü dönemi üzerinden siyaset yaparken bizzat İnönü'nün durumuna düşmesi. Nasıl mı? İşte hala neden, nasıl, kimin emriyle yapıldığı belli olmayan Uludere-Ortasu(Roboski) ortada. Ve Erdoğan artık bazı soruları cevaplamak zorunda.

  1. Askeri vesayet gerçekten bitti mi?
  2. Uludere'nin faillerinin açıklanmamasının nedeni "Askeri Vesayet"in tam olarak bitememiş olması mı yoksa emri verenlerin ardında gerçekten hükümetten birileri de mi var?
  3. Uludere çözülmeden, çözüm sürecinin samimi olacağına inanmamız nasıl bekleniyor?
  4. Bir 60 yıl sonra yine kaçakçılık adı altında insan katline engel olacak bir devlet düzeni kurulmak gerçekten isteniyor mu?


Not:33 Kurşun'u iliklerine kadar hissederek bu şarkıyı yapan Cem Karaca'yı ise en sona sakladım.

     Not2: "Vurulmuşum" artık bizim için bir şey daha ifade ediyor: Ethem Sarısülük