9 Temmuz 2013 Salı

33 Kurşun Üzerine...

Sessiz sedasız çıktı Onurlu Şarkılar albümü. Ahmet Hakan'ın köşesinde haberini almıştım, Onur Akın'ın 25. sanat yılı için onun şarkılarını seslendirmiş sanatçı arkadaşları. Aslında sessiz sedasız dememin nedeni, tam da Gezi Parkı olaylarının patlak verdiği günlerde haberim oldu, o yüzden.

Müslüm Gürses'in Asi ve Mavi'yi okuması yine özletmiş bize BABAyı, rahmetle andırır olmuş tekrardan. Oykü Gürman-Rutkay Aziz düetindeki Ne Olur Bir Sabah, yine orjinalindeki gibi parlatsak 2 kadeh dedirtiyor. Yok yok albüm eleştirisi yapmayacağım şimdilik, sadece önemli noktaların altını çizdim. 

Çok sevdiğim Haluk Levent ise 33 Kurşun'u seçmiş. Onur Akın'dan dinledim mi hatırlamıyorum ama Haluk Abi söyleyince de daha bir kulak kabarttım sözlerine. "Vurulmuşum" diyordu "Kirvem hallarımı aynı böyle yaz" diyordu. Allah Allah dedim, bu sözler bir yerden tanıdık bana. Önce orjinalini açtım, Onur Akın'dan. Sonra hatırladım Fikret Kızılok'un insanın içini titreten "Kirvem" deyişini ve onun bestesi/yorumunu da öğrendiğim yeri.


Videonun en sonundaki güzel şarkı işte Fikret Kızılok'un "Vurulmuşum" şarkısı. Gitarın üzerinde dans eden parmakların çıkardığı sesler...Ve bu güzel seslere, o kadife sesin sahibine bu besteyi yaptıracak şiire gittim: Ahmed Arif-33 Kurşun

  
   Bu dağ Mengene dağıdır
   Tanyeri atanda Van'da 
   Bu dağ Nemrut yavrusudur 
   Tanyeri atanda Nemruda karşı 
   Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur     
   Bir yanın seccade Acem mülküdür 
   Doruklarda buzulların salkımı
   Firari guvercinler su başlarında 
   Ve karaca sürüsü, 
   Keklik takımı...
   
   Yiğitlik inkar gelinmez 
   Tek'e - tek doğüşte yenilmediler 
   Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
   Gel haberi nerden verek 
   Turna sürüsü değil bu 
   Gökte yıldız burcu değil 
   Otuzüç kurşunlu yürek 
   Otuzuç kan pınarı 
   Akmaz, 
   Göl olmuş bu dağda... 

   Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı 
   Sırtı alacakır 
   Karnı sütbeyaz
   Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı 
   Yüreği ağzında öyle zavallı 
   Tövbeye getirir insanı 
   Tenhaydı, tenhaydı vakitler 
   Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
   
   Baktı otuzüçten biri 
   Karnında açlığın ağır boşluğu 
   Saç, sakal bir karış 
   Yakasında bit, 
   Baktı kolları vurulu, 
   Cehennem yurekli bir yiğit, 
   Bir garip tavşana, 
   Bir gerilere. 

   Düştü nazlı filintası aklına, 
   Yastığı altında küsmüş, 
   Düştü, Harran ovasından getirdiği tay 
   Perçemi mavi boncuklu, 
   Alnında akıtma 
   Üç topuğu ak, 
   Eşkini hovarda, kıvrak, 
   Doru, seglavi kısrağı. 
   Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

   Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, 
   Böyle arkasında bir soğuk namlu 
   Bulunmayaydı, 
   Sığınabilirdi yuceltilere... 
   Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,      
   Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, 
   Yanan cıgaranın külünü, 
   Güneşlerde çatal kıvılcımlanan 
   Engereğin dilini, 
   İlk atımda uçuran 
   Usta elleri... 

   Bu gözler, bir kere bile faka basmadı 
   Çığ bekleyen boğazların kıyametini 
   Karlı, yumuşacık hıyanetini 
   Uçurumların, 
   Önceden bilen gözleri... 
   Çaresiz
   Vurulacaktı, 
   Buyruk kesindi, 
   Gayrı gözlerini kör sürüngenler 
   Yüreğini leş kuşları yesindi...

   Vurulmuşum 
   Dağların kuytuluk bir boğazında 
   Vakitlerden bir sabah namazında 
   Yatarım         
   Kanlı, upuzun... 

   Vurulmuşum 
   Düşüm, gecelerden kara 
   Bir hayra yoranım çıkmaz 
   Canım alırlar ecelsiz 
   Sığdıramam kitaplara 
   Şifre buyurmuş bir paşa 
   Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız 

   Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki... 

   Ölüm buyruğunu uyguladılar, 
   Mavi dağ dumanını 
   ve uyur-uyanık seher yelini 
   Kanlara buladılar. 
   Sonra oracıkta tüfek çattılar 
   Koynumuzu usul-usul yoklayıp 
   Aradılar. 
   Didik-didik ettiler 
   Kirmanşah dokuması al kuşağımı 
   Tespihimi, tabakamı alıp gittiler 
   Hepsi de armağandı Acemelinden... 

   Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız 
   Karşıyaka köyleri, obalarıyla 
   Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, 
   Komşuyuz yaka yakaya 
   Birbirine karışır tavuklarımız 
   Bilmezlikten değil, 
   Fıkaralıktan 
   Pasaporta ısınmamış içimiz 
   Budur katlimize sebep suçumuz, 
   Gayrı eşkiyaya çıkar adımız 
   Kaçakçıya 
   Soyguncuya 
   Hayına... 

   Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki... 

   Vurun ulan, 
   Vurun, 
   Ben kolay ölmem. 
   Ocakta küllenmiş közüm, 
   Karnımda sözüm var 
   Haldan bilene. 
   Babam gözlerini verdi Urfa önünde 
   Üç de kardaşını 
   Üç nazlı selvi, 
   Ömrüne doymamış üç dağ parçası. 
   Burçlardan, tepelerden, minarelerden 
   Kirve, hısım, dağların çocukları 
   Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

   Bıyıkları yeni terlemiş daha 
   Benim küçük dayım Nazif 
   Yakışıklı, 
   Hafif,    
   İyi süvari 
   Vurun kardaş demiş
   Namus günüdür 
   Ve şaha kaldırmış atını. 

   Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki...  

Nedir Ahmed Arif'e bu şiiri yazdıran, çünkü bu bir şiir değil, bir ağıt bir tarih yazıyor burda. Küçük bir araştırma yaptıktan aslında çok da yabancı olmadığımız, her 50-60 yılda bir yaşadıklarımızmış meğerse.

2.Dünya Savaşı sırasında/sonrasında ülkedeki karneyle ekmek alımları, açlık, sefalet bugün de malumumuz. İnönü'nün ülkeyi savaşa sokmamasının bedeli bütün dünyada olduğu gibi millete de ağır olur. İyice artan açlık,fukaralık İran sınırında zaten var olan kaçakçılığı iyice arttırır. Milan aşiretinin kaçakçılık yaptığı ihbarı üzerine bölgeye giden jandarma, kaçakçıları kaçırdığını fark edince geri döner ve aşiretin Özalp'da yaşayan 40 akrabasını tutuklar. Mahkeme 5'i hariç diğerlerini salıverse de dönemin Doğu Komutanı Mustafa Muğlalı tarafından 33' ü kurşuna dizdirilir.

Mustafa Muğlalı' nın mahkeme edilmesi, Demokrat Parti-Halk Partisi çekişmesinde bu olayların siyasi çıkar sağlamak üzerine gündeme getirilme çabaları şöyle dursun, bilinen bir diğer gerçek var ki Milli Birlik Komitesi  ' nin üyelerinden biri olan Orhan Erkanlı'ya göre Mustafa Muğlalı' nın yaptığından İsmet İnönü'nün haberi vardı. Ve bir diğer bilinen ise Mustafa Muğlalı'nın bu emri keyfi verdiğini mahkemede itiraf etmesi. 

Tarihi, tarihçilere tartışmak üzere bırakalım ve günümüze dönelim. 2004 yılında Mustafa Muğlalı ismi Van'ın Özalp ilçesindeki sınır taburuna verildi. Askeri vesayeti bitirdiğiyle gururlanan AKP, çömez -kendilerine göre çıraklık- zamanında bu ismin verilmesine engel olamasa da daha sonra, öldürülenlerin torunlarının bu isme itiraz etmesi üzerine 2011'de kışlanın isminin değiştirilmesinde etkin rol aldığı söylenebilir. Ama benim aklıma takılan daha başka. Erdoğan'ın 60 yıl öncesinden referans göstererek CHP üzerinden siyaset yaparken, "tek parti diktatörlüğü","millete karneyle ekmek dağıttılar","iki ayyaş"dan biri İnönü dönemi üzerinden siyaset yaparken bizzat İnönü'nün durumuna düşmesi. Nasıl mı? İşte hala neden, nasıl, kimin emriyle yapıldığı belli olmayan Uludere-Ortasu(Roboski) ortada. Ve Erdoğan artık bazı soruları cevaplamak zorunda.

  1. Askeri vesayet gerçekten bitti mi?
  2. Uludere'nin faillerinin açıklanmamasının nedeni "Askeri Vesayet"in tam olarak bitememiş olması mı yoksa emri verenlerin ardında gerçekten hükümetten birileri de mi var?
  3. Uludere çözülmeden, çözüm sürecinin samimi olacağına inanmamız nasıl bekleniyor?
  4. Bir 60 yıl sonra yine kaçakçılık adı altında insan katline engel olacak bir devlet düzeni kurulmak gerçekten isteniyor mu?


Not:33 Kurşun'u iliklerine kadar hissederek bu şarkıyı yapan Cem Karaca'yı ise en sona sakladım.

     Not2: "Vurulmuşum" artık bizim için bir şey daha ifade ediyor: Ethem Sarısülük

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder