21 Mayıs 2018 Pazartesi

CHP'nin Sızan Milletvekili Listeleri

Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu akşam yaptığı toplantının ardından 600 kişilik milletvekili aday listesi şekillenmeye başladı. Kesin liste 21 Mayıs'ta açıklanacak ve önümüzde siyasette az da olmayan bir zaman var. Yine de mevcut durum üzerinden aklımdakileri yazayım, aklımda kalmasın.

Şimdiye kadar mevcut sistemi en iyi analiz ederek strateji belirleyen parti CHP oldu. 15 vekil transferi ile İYİ Parti'yi seçime sokmak, gündemi kendi adaylarının üzerinden tutarak Ak Parti'den ve Erdoğan'dan gündem belirleme kozunu almak, Saadet Partisi, Demokrat Parti gibi romantik oy potansiyeli olan partilerin barajdan dolayı kaçırdığı oyları toplamak üzere baraj ittifakı kurmak gibi stratejik hamleler geldi. Mesela 15 vekil transferi seçmenden öyle olumlu tepki aldı ki Meral Akşener "15 vekili Kılıçdaroğlu'ndan ben istedim." şeklinde açıklama yaparak bu hamlenin kendisine ait olduğunu ve burdan takdir toplamak istediğini belli etti. Baraj ittifakı da (ismi hariç) yine seçmenden olumlu tepki aldı. Ayrıca seçmene "mesele vatan olduğunda birleşiyoruz" mesajı da verildi. Cumhur İttifakı kanadından, özellikle Bahçeli'den "benzemezler" olarak sürekli eleştiri almasının bile olumlu etki olduğunu düşünüyorum.

Konuya gelecek olursak, 20 Mayıs'ı 21 Mayıs'a bağlayan gece, sızan milletvekili aday listeleri konuşuluyor. Sistem yeni olduğu için de bazı farklı tepkiler verilmeye başlandı. Ben gündem oluşturan isimlerin biraz nabız yoklamak üzere sızdırıldığını düşünüyorum. 

Mevcut sistemde dikkat edilmesi gereken nokta parlementoda sayısal üstünlüğü ele geçirmek. Yani oy kullanabilme durumu önemli. Hal böyle olunca cezaevinde bulunan Enis Berberoğlu'nun aday gösterilmesi pek mantıklı durmuyor. Sonuçta muhalefet cephesinin 301. adamı Berberoğlu olursa bu durumda karar üstünlüğü elden gidebilir. Ya da hastahaneden ne zaman çıkacağı belli olmayan Deniz Baykal için de aynı durum geçerli. Tabi bu iki ismın romantik durumu var. Baykal, Fetö'nün kumpasıyla parti başkanlığından el çektirilmiş bir isim. Ayrıca Antalya'da yüksek bir oy potansiyeli ve "hasta yatağına düştü diye kenara atılmamalı" duygusallığı yaşanıyor. Yani Baykal siyasetten çekildiğini açıklamadığı sürece aday gösterilecektir. Ya da ölene kadar. Berberoğlu ise biraz da uğruna olduğu algılanan Adalet Yürüyüşü yapılmış bir isim. Davası parti tarafından sahiplenildi. Bu saatten sonra aday gösterilmemesi çok mümkün değil. İşlerin hepsi istenildiği gibi giderse hür kalma durumu da var. Çünkü herkes biliyor ki bu gazeteciliğe karşı açılmış bir dava ve ülke normalleşirse karar da normal şartlara dönebilir.

Yeni sistemde farklı bir durum gibi sunulan milletvekillerinin bakan olamama durumu söz konusu. Aslında bu konuyu tam olarak açıklamadılar referandum öncesinde. En bilinir açıklama ise şu şekilde.
Şimdi yürürlükte olan sistemde bakanlar milletvekilleri arasından ya da dışardan atanabiliyordu. Soruşturma önergelerinde bakanların milletvekili olarak (milletvekili olanlar tabi ki) oy verdiğini gördük. Hükümetin verdiği yasa teklifinde ise milletvekili olan bakanların oyları olumlu sayılıp sayılmadığını ise bilmiyorum (çok da önemli değil açıkçası). Gelecek olan yeni sistemde ise milletvekilinin bakan olmaması için bir engel yok. Ancak mecliste sandalye sayısı 600'e sabitlenecek yani milletvekilliği düşecek. Aslıda çok farklı bir durum değil. Mesele ise bundan sonra başlıyor. Bakan olup milletvekilliği düştükten sonra o koltuk aynı partinin hakkı olarak sıradaki adaya mı geçiyor yoksa D'Hondt sisteminde rakip partiye mi geçecek bilemiyoruz. Bu konuda net bir açıklama yapılmadı. YSK son dakikada böyle bir sürpriz de yapabilir. Sonuçta seçim yasası seçim kararı alındıktan sonra yapıldığı için bazı konular muallakta kaldı.
Egemen Bağış oy kullanırken



Hal böyle olunca, cumhurbaşkanının İnce olması durumunda milletvekillerinden bakan yapma durumu da riskli olacaktır. Eğer bakan olan CHPli vekilin koltuğu Cumhur İttifakı'na gidecekse yine 301. koltuk elden gidebilir. Bu hesaplar kritik ve ince düşünülmesi gereken hesaplar. Kılıçdaroğlu'nun aday olmaması için Alevi olması, müzmin kaybeden olması gibi nedenler vardı ama sırf bu ince stratejilere zaman ayırmak için bile aday olmaması mantıklı. Çünkü kazanmak için ilmek ilmek dokunulması gereken bir strateji var ve ana muhalefet partisi olarak bu dengeleri gözetmek CHP'nin işi. Ak Parti'nin handikapı ise bütün kararların Erdoğan tarafından veriliyor olması. Ömer Turan tarafından başlatılan #ListeyiReisYapsın kampanyaları Twitter'da dolanıyor. Erdoğan'da net bir şekilde gözlemlenen "yorgunluğun" da biraz sebebi bu aslında. Günde 4-5 konuşma yapıp ayrıca seçimlere yönelik strateji belirlemek tek başına kolay olmuyor. Her şey Erdoğan'ın iki dudağının arasında ve bütün her şeye yetişmeye çalışıyor. (Acıdığımdan değil, zaten devleti de böyle yönetmek istediği için karşı duruyoruz ya, her neyse.) Bu yüzden hesaplara girmeden Cumhur İttifakı'nın meclis çoğunluğunu ve birinci turda cumhurbaşkanlığı seçimini alacaklarına yönelik bir çalışma yürütüyorlar. İşler yolunda gitmezse hayal kırıklıkları da çözülme de büyük olacak diye tahmin ediyorum. İyi Parti cephesinde ise işler çok sessiz ilerliyor. Yaptıkları eylemleri sosyal medyada dahi az yer bulurken parti kurucuları arasında görev paylaşımı yapılmış olabileceğini tahmin ediyorum. Ancak parti kurucuları da cumhurbaşkanı adayları Akşener'in liderliğini pekiştirici söylemlerde bulunuyorlar. Yani İyi Parti cephesinde gözlemleyebildiğim kadarıyla seçimlere eski sistem alışkanlıklarıyla hazırlanıyorlar. Belki de ince hesapları CHP'ye bırakıp alabildikleri kadar oy alma peşinde olabilirler. Listeleri belli olduğunda biraz daha netleşir durum. HDP ise Ahmet Şık, Veli Saçılık gibi isimleri listelere alarak soldan kuvvetli oy alma peşinde. Listeler netleştiğinde tekrar konuşulacaktır bu konu.





Biraz da gelelim cumhurbaşkanlarının bakan adaylarına ve oradan da Muharrem İnce hükümetine. Burada biraz isimler üzerinden gitmek mantıklı olacaktır. Yukarıda okumuş olduğunuz AK Partili Aktay'ın açıklamalarında olduğu gibi cumhurbaşkanı adaylarının bakan listelerini açıklaması gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu açıklamayı Erdoğan'ın yapacağını tahmin etmiyorum. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla AK Parti'de milletvekili adayı gösterilmeyenlerin heyecanını yüksek tutmak için bakan listesini açıklamayacaktır. Hele hele sayıyla sınırlandırılmayan bir "cumhurbaşkanı yardımcılığı" listesi var ki milletvekili adayı gösterilmeyen ve bakan olması için herhangi bir uzmanlığı da olmayan isimler için bu kapı, yağlı kapı olacaktır. Bu konuda önümüzdeki günlerde, başta Melih Gökçek olmak üzere, devrik belediye başkanlarının durumu izlemeye değer olacaktır. Herhangi bir koltuk vaadinin olmaması bu isimlerin Fetöcü olduğu için dışarıda kaldığına dair yorumları güçlendirecektir. Hele hele Mehmet Metiner'in ağzından kaçırdığı şu aşağıdaki video var ki, Demokles'in Kılıcı gibi tepelerinde duruyor ve bağlayıcılığı var. Bu sebeple Erdoğan'ın herhangi bir bakan listesi açıklayacağını düşünmüyorum. AK Parti'nin aldığı bütün oy Erdoğan olduğu için var ve Erdoğan bu popülaritesini paylaşmak istemeyecek bir figür. Yine de düşük bir ihtimalle, özellikle kötü gidişattaki ekonomi için bazı isimler (Ali Babacan gibi) açıklanıp piyasalara güven verilmek istenebilir.
İyi Parti cephesinde de herhangi bir bakan listesi beklemiyorum. Muhalefet partilerinin böyle bir liste yapmasının önemli olduğunu böylece halka "tek adamlığa karşı" iken gücü nasıl bölüştüreceklerinin projeksiyonunu tutmak anlamına geldiğini düşünüyorum. Ancak İyi Parti'nin sağ parti olması dolayısıyla lideri ön planda tutan bir stratejiyle devam edeceklerini tahmin ediyorum. HDP'nin böyle bir liste açıklaması sürpriz olmaz ancak kabinenin başkanlığına namzet Demirtaş tutsakken gündem listeden çok Demirtaş'ta kümelenecektir. 

Bu şartlar altında Muharrem İnce'nin açıklayacağı bakan listesi önemli olacaktır. Hem seçmene ülkeyi yönetmeye hazır olduklarının mesajını verir hem de gündemi elinde tutma avantajı verir. Ben İnce'nin yerinde olsam her 2-3 mitingimde bir isim olacak şekilde isimleri açıklarım. Böylece tıpkı "aday kim olacak" zamanında olduğu gibi gündemi elinde tutma avantajını da ele geçirmiş ve izlenirliği (takip edilirliği) arttırmış olurum. Muharrem İnce'nin Fox TV'de yapmış olduğu programdan anlıyoruz ki, listeyi önümüzdeki günlerde açıklayacak. Yine aynı programdan bildiğimiz kadarıyla CHP ile koordineli olarak hareket ettiklerini belirtiyor. İnce'nin seçim çalışmasının merkezine koyduğu 3lü sacayağından ekonomi, adalet ve eğitim konularındaki bakan seçimi biraz da seçmene net mesaj olacaktır. Bu sebeple sızan listelerin dışında kalan İlhan Cihaner ismini önümüzdeki günlerde Adalet Bakanı adayı olarak görmemiz mümkün. Yine CHP'nin önceki seçimlerde ekonomik söylemlerinin ve 3 yıl boyunca partinin ekonomi yüzü olan Selin Sayek Böke'nin milletvekili adayı gösterilmesi benim için sürpriz oldu. Bu durumda İnce'nin programda açıkladığı gibi "kendi ekonomi ekibinde" kimin gösterileceği merak konusu. Yine bu koltuğa dışarıdan Kemal Derviş ya da Özgür Demirtaş gibi isimlerin "işi ehline vermek" için getirilmesi düşük de olsa bir ihtimal. Listeler sızdırıldıktan sonra İnce'nin "ses kısıklığı" gerekçesiyle 21'indeki mitingini iptal etmesi de parti ile stratejiyi netleştirmek üzerine görüşmek için atılmış bir adım olarak tahmin ediyorum. "İnce'ye yakın isimler adaylar listelerde yer almadı" haberlerini bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini, bunların bir strateji dahilinde atılmış adımlar olduğunu umuyorum. Burda beni korkutan tek konu CHP'nin şimdiden iki başlı davranmaya başlayıp hizipleşme ihtimalleri. İnce'nin hırsı sebebiyle partinin işaret edeceği bakanları değil de kendine yakın isimlere koltukları dağıtması ya da parti kurulunun "İnce'ye yakın isimleri temizlemek için bu isimlere listelerde yer vermedi" söylentisinin gerçek olması.

Özetle, 20 Mayıs itibariyle sızdırılan listelerin son dakika değişiklikleri için nabız yoklama olduğunu zannediyorum. CHP'nin bir plan dahilinde aday göstermedikleri isimlerin İnce'nin kabinesinde yer bulabileceğini bu yüzden de İnce bakan listesini açıklamadan öfke kontrolü yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kesin listeler verildikten ve İnce listesini açıkladıktan sonra CHP gerçekten bir strateji izledi mi yoksa yine bildiğimiz eski CHP gibi mi davranıp hizipçilik mi yapıyor? Bu umudumuzu değerlendirmek üzere taze tutuyoruz ancak gerçekten bir hizipçilik durumu varsa ülke için son umudumuzun da aslında hiç olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Üstelik böyle bir durum seçimlerden önce illa ki günyüzüne çıkacaktır ve seçimlere yansıyacaktır. Hele hele kenarda sırtlan gibi bekleyen ve bu hizipçiliği kaşıyan havuz medyası varken...

15 Mayıs 2018 Salı

Aklımda Kalmasın: Kudüs Düştü

Sonda söyleyeceğimi başta da yazayım: İsrail terör uygulayan bir devlettir ve zalimdir. Zulme karşı YAŞASIN BAĞIMSIZ FİLİSTİN.

Kudüs bugün resmen düştü. Dünyanın lideri ABD, İsrail'in 70inci kuruluş yılında büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyarak İsrail'in başkentini Kudüs olarak ilan etti. Kararı protesto eden Filistin halkı yine katliamla karşılaştı ve yine Ortadoğu'dan kan ve gözyaşı eksik olmadı.

Kendimi "müslüman" olarak tanımlamadığım için ya da bu kimliğimi birinci sıraya koymadığım için Kudüs'ün müslümanların elinde olması ya da yahudiler tarafından ele geçirilmiş olması pek umrumda değil. Ama gelinen noktada Filistin halkının gördüğü zulüm ve kendini "müslüman" olarak tanımlayanların ikiyüzlü hamaseti ve acziyeti sinirime dokunuyor. Filistin halkı için "KAHROLSUN" demekten başka bir şey gelmiyor elimden. 10 yıllardır söylenen bu dilekle de kahrolan bir İsrail görmedik ya insan biraz da bu çaresizliğine sinirleniyor.

İslamcıların ikiyüzlü hamasetine ve acziyetine biraz ışık tutalım. İslam coğrafyasında Filistin'in yanında duran birkaç küçük devlet dışında Türkiye kadar gür bir ses çıkartan yok. Eskiden Mısır'ın arabuluculuk rolü, koridor açması falan olurdu ya darbelerle şekil verilen Mısır da artık sesini çıkaramıyor. Peki en güçlü ses çıkan Türkiye'de durum nasıl?



İsrail'in kuruluş amacından itibaren Kudüs'ü başkent yapmak istemesi vardı. "İki nehir arasındaki İsrail" idealine falan girmek istemiyorum zira bunlar hep bilinen şeyler. Bu son ise göz göre göre, bağıra bağıra geldi. Türkiye'de (Ilımlı) İslamcıların bu konuya bakış açısı hep 3 nokta üzerine oldu. 

  • Filistin haklı zulme uğramasın
  • Kudüs yahudilerin eline geçmesin
  • ABD'den dolaylı müttefikimiz İsrail ile ilişkilerimiz bozulmasın
Türkiye'de İslamcılığın kurucusu Erbakan'ın 3üncü maddeyi pek önemsediği söylenemez ama 16 yıldır ülkeyi yöneten onun öğrencilerinin geldiği sonuç sınıfta kaldıklarını gösterir. 

Bugün İsrail'in yapmış olduğu zulüm karşısında Erdoğan'ın yapmış olduğu açıklamaları şuradan bulabilirsiniz. Lanetleme, İsrail'i terör devleti ve ABD'yi işbirlikçi ilan etme, 3 gün milli yas, BM ve İslam İşbirliği Teşkilatı toplanma çağrısı, mitingler (bu mitinglerin seçimlerden bağımsız tamamen Filistin için yapılacağını varsayalım), ramazan vesilesiyle yardım kampanyaları, Filistin'e Kızılay gönderilmesi. 16 yıl boyunca, Filistin halkı her zulme uğradığında Türkiye'nin girdiği kısır döngü hep bu oldu. Sonuçta ise kendi deyimiyle "bir avuç kalan" Filistin toprağı ve Kudüs'ün kaybedilmesi. Kırmızı ile yazılan yerleri "tepki" olarak paranteze alırsak İsrail zulmettikçe Türkiye hep aynı tepkileri verdi ve İsrail'in zulmü hiç bitmedi. 

Alınan yolda yapılan yaptırımlara bir bakalım isterseniz. Davos'ta "Van Münit" ile ilan edilen "terör devleti" vakası karşısında AK Parti hamle yaparak ablukayı delmeye kalkmıştı ve Mavi Marmara olayı yaşandı. "Bana mı sordunuz" ile devam eden hamleler, Kudüs'ü tanıyan özür metniyle son buldu. Tabi bunun dışında İsrail ile kapı arkasında yapılan gizli anlaşmalar ile İsrail'in kazandığı diplomatik kazanımlar...





Numan Kurtulmuş'un HAS Parti genel başkanıyken şimdilerde AHaber'de "Ver mehteri ver mehteri" diye bağıran Erkan Tan'ın programında söylediği bu sözler 16 yılın özeti zaten. İsrail'i uluslararası arenada yalnızlaştıracak herhangi bir politika izlenmedi. İzlense dahi karşınızda bütün diplomatik yaptırımları hiçe sayacak şımarıklıkta davranan bir İsrail Devleti'ne sadece "tepki" göstermek ne kadar akıllıca? 

Gelelim yazının asıl konusu olan Kudüs'ün kırmızı çizgi olması meselesine. Yukarıda da bahsettiğim gibi benim Kudüs'ün kimin elinde olduğu zerre umrumda değil ama Büyük Orta Doğu Projesi ile "İslam Coğrafyası'nın Lideri" olmaya soyunan ve son olarak "Kudüs müslümanların kırmızı çizgisidir" diyen Erdoğan ve onun şahsiyetinde İslamcılar için bu konu çok önemliydi.

  1. Kudüs'ü gavurlar almasın
  2. Mümkünse müslümanların elinde kalsın

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur derler ya hani, İsrail Kudüs'ü başkent yapmak için stratejisini ilmek ilmek işledi ve Türkiye 16 yıl boyunca bu durumu seyretti. Zulme karşı ses çıkarmış olmak yeterli olmuyor çünkü masada bir plan yok. Her tepki İsrail'in ne zaman bozacağı belirsiz kısa süreli bir ateşkes ile sonuçlandı hepsi bu. Zulüm hep devam etti. Terör devleti dediğin bir devlete "tepki" göstererek zulmünü bitirmeye çalışmak nasıl bir acziyettir. ("Hain terör örgütü PKK" demek kadar saçma bir durum bu. PKK hiçbir zaman hain olmadı çünkü hain kelimesi "ihanet eden"den gelir. Beraber yürüdüğün yol arkadaşın sana ihanet eder. O yüzden PKK'ya hain denemez çünkü baştan bir terör örgütüdür. Ama mesela AK Partililer Fetö için "hain" diyebilir. Çünkü beraber yürürken ihanete uğramışlardır.) Burdan yola çıkarsak "terör devleti"ne "yapma" denilemez, bir yaptırım uygulanmalıdır.

Günden güne eriyen Filistin'in Kudüs'ü tutacak gücü yokken, diplomatik şımarıklıkla günden güne İsrail Kudüs'e doğru ilerlerken (fiziki olarak değil diplomatik olarak) sadece "yapma" demek ne kadar mantıklı? Halbuki Kudüs sizin için bu kadar önemliyse yukarıdaki iki maddeden yola çıkarak Kudüs'ü tarafsız yapma stratejisi neden hiç düşünülemedi? 16 yıl boyunca "Kudüs bütün semavi dinler için kutsal sayılan bir yer. Gelin Kudüs'ü Birleşmiş Milletler garantörlüğünde tarafsız bölge ilan edelim ve sadece dini-turistik ziyaretlere yönelik bir yapıya kavuşturalım. Böylece yüzyıllardır devam eden Kudüs için savaşlara bir son verelim" denilseydi bugün gelinen sonuç belki yine aynı olacaktı ama hiç değilse "tepki"den çok daha fazla (onurlu) bir davranış gösterilebilirdi. ABD'nin bugünkü hamlesinden sonra böyle bir çıkış yapılabilir mi? Çok güç.

Şu linkte kısa özet halinde görebileceğiniz Kudüs için tarafsız bölge/ortak başkent projeleri 50li yıllarda önerilmiş olsa da Arap Devletleri tarafından kabul edilmedi. 2002'deki Fahd Planı'nı İsrail'e kabul ettirmeye çalışmak isetamamen imkansız bir durum. 

İşte tam bu noktada arabulucu gibi ortaya çıkan bir Türkiye Kudüs'ü bağımsızlığına kavuşturamaz mıydı? Belki hayalperest bir çözüm gibi gelebilir ama en azından gelinen noktada hiçbir şey yapmamaktansa bir şey yapmaya çalışılmış olurdu. Kudüs'ü kırmızı çizgi olarak görenlerin gelinen 16 yılda hiçbir planlarının olmadığını görmek acziyet değil de nedir? Sahi bu acizler Ortadoğu'da habersiz kuş uçurtmayıp santranç oynuyorlardı değil mi? Artık yeniden "tepki" vermeye devam edebilirler. Kudüs'ü müslüman ilan edip oy toplamak için hamaset dolu siyasetlerine devam edebilirler. "Allah kahkar sıfatıyla kahretsin" diye (bed)dua edip, sokaklara Coca-Cola dökebilirler. Bu da o güzel eylemlerinden bir kare olarak burda kalsın.

Tayyip Erdoğan'ın Isparta'daki Coca-Cola fabrikasının açılışındaki konuşmasından


YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ FİLİSTİN!!!!

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Seçimler Yaklaşırken Muhalefetin Planı

Tarihimizin en entresan ve en önemli seçimine doğru yaklaşırken öngörülerimi yazmak istedim. Referandumda oluşan evetçiler (daha otoriter bir yönetimden yana olanlar) ile hayırcılar (daha demokratik bir çözümden yana olanlar) arasındaki cepheleşme gerilimi daha fazla dayanamayıp bir baskın seçimle patladı. Hayırcıların hazırlıksız yakalanması üzerine çok çok erkene alınan seçim birkaç stratejik manevra ile yanıt buldu. Öncelikle muhalefin seçimin açıklandığı gün önündeki seçeneklere bakalım, ardından manevralardan öngörüde bulunalım.

Muhalefetin, seçim tarihinin açıklandığı anda yapabileceği iki seçenek vardı. Güçlü bir cumhurbaşkanı adayı ile Recep Tayyip Edoğan ile didişmek ve bu sistemle yönetmeye talip olmak ya da sistemi bozacak şekilde ve daha demokratik bir yapı oluşturmak üzere bir strateji belirlemek. Öncelikle birinci seçenekte oy toplamanın daha zor olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü Erdoğan'ın karşısına didişmek üzere çıkmak Erdoğan'a oy kazandıracaktı. Bunun yerine muhalefet çok akıllı adımlar atmaya başladı.

Öncelikle CHP'nin İYİ Parti'ye 15 milletvekili transferi ile seçimlere katılmasını sağlamak çok akıllıca bir hamleydi. Seçmene, karşılığı olan bir partiyi seçime sokarak iradesinin önemli olduğu mesajı verilirken mecliste koltuk sayısında kazanım elde etmek anlamına geliyordu. Ayrıca AK Parti kurmaylarının bu hamleye panik halinde büyük tepki vermelerinin telaş havası mesajı aktardı. 

Abdullah Gül ihtimalinin, özellikle Devlet Bahçeli'nin bu kadar yüksek tepki vermesi ardında da Erdoğan'ın Gül'e Genel Kurmay Başkanı'nı göndermesi bu ihtimalin doğru bir kararmış gibi düşündürmeye başlamıştı. Levent Gültekin bu konuda gelen "Hayırcılara sırt çevirmek ihtimali"ne karşı tekrar seçime gitme hakkı meclis çoğunluğu olan Hayırcılarda olduğu için mümkün olmadığını söylemişti. Fakat böyle bir durumda seçmen tercihinin 3 Kasım'da olduğu gibi koalisyon kurulamadığı için Ak Parti'ye kayması mümkün olabilirdi. Bu sebeple Gül'ün böyle bir kamikaze dalışı yapabilmesi açısından doğru tercih olmadığını düşünüyorum. Ayrıca ortaya çıkıp insanları ikna etmektense hazır masaya oturma isteği de güvenilir değildi. 

Levent Gültekin demişken, 100 bin imzanın 5 günde toplanamayacağını düşündüğü için aday olmayacağını açıkladı. Ben kendisinin bağımsız aday projesinin mantıklı olduğunu düşünüyordum. Bence kendisi 100 bin imzayı bahane ederek başka bir durumdan dolayı geri çekildi. Ya kendisine "sen bu işe karışma" dendi ve küstü ya da bir plan anlatıldı, ikna oldu. Bence henüz plan anlatılmadı ve kendisi de çözemedi. 

Plan ise şu şekilde, muhalefetin hiçbir olası adayı ilk turda muhalefetin her oyunu alamıyor. Üstelik ikinci tura kalsa bile Ak Parti seçmeninden de oy alması gerekiyor. Gelen sistemde cumhurbaşkanı o kadar yetkiye sahip ki Erdoğan'ın da dikkati o tarafta. Muhalefet ise CHP önderliğinde cumhurbaşkanlığına meclis üzerinden erişmeye çalışacak. Bu yüzden şu anda cambaza bak oynuyor. 

Bütün seçmen kamuoyu şu anda CHP'nin cumhurbaşkanı adayının kim olacağına kilitlenmiş durumda. Belli olduğu anda AK Parti bütün gücüyle itibarsızlaştırma yoluna gideceği için son dakikaya kadar bekleniyor. Ayrıca bu bekleyiş sırasında gündemi elinde tutarak da asıl hedefini saklamayı düşünüyor. Zira AK Parti araya girmek için önce bedelli ardından da emekliye ikramiye çıkışları yaptı. Asıl hedef ise meclis çoğunluğunu ele geçirmek. Böylece seçim istemeyen seçmenleri de yürütme-yasama uyumundan kendi adaylarını seçmeye ikna etmek. Karışık geldiyse biraz daha açalım.

02.05.2018 tarihinde yapılan seçim ittifakı duyurusu sıfır baraj sistemine yönelik bir çalışma. Sıfır baraj ittifakı için şu floodu okuyabilirsiniz. Bu amaçla bazı illerde ittifakın oy çoğunluğunu ele geçirerek daha fazla milletvekili çıkarmak hedefleniyor. Bu hesapla yaklaşık 25-30 milletvekilini fazla çıkarmak mümkün. Böylece meclis çoğunluğunda hayırcılar öne geçmiş olacak. 

Tabi bu noktada CHP'nin HDP ile planın uygulanabilirliğinde ikna etmesi lazım. Ahmet Türk hafta içinde yaptığı ropörtajda "İsmimizin herhangi bir partiyle yanyana anılması o partiye bu süreçte zarar getireceğinin farkındayız ve bu hassasiyeti değerlendiriyoruz" demesi bu iknanın yolunun yapıldığını hissettiriyor. 

Plana gelecek olursak da Abdullah Gül ile yoklanan nabız en büyük tepkinin Gül'ün taşın altına elini koymamasından dolayı geldiği görülünce meclis yolu tercih edildi. Eğer Gül "evet ben adayım ve demokrasi manifestomuz budur" deseydi partiler arkasında birleşecekti. Burada Akşener kendi tabanına Cumhurbaşkanlığı Adaylığı sözü verdiği için geri adım atmayacağı belli olunca, Gül topa girmedi ve CHP yedek planını devreye soktu: Aday üzerinde ittifak yerine mecliste ittifak. Böylece mahalle tercihiyle sandığa gitmeyecek Hayırcı seçmen geri döndürüldü ve parti tabanlarının çalışma isteği örselenmedi. Mesela CHP seçmeninin bir kısmı demokrasi manifestosu olsa dahi Gül'ün aday gösterilmesini hazmedemeyip sandığa gitmeyebilirdi. Ayrıca CHP teşkilatları da istekli çalışmayabilirdi. Çatı aday yöntemi, gündemi eline alacağından dolayı da milletvekili sayısının önemi geri planda kalacaktı. Bu sebeple teşkilat çözülmeleri yaşanabilecekti.

Bundan sonra tahmin ediyorum ki muhaleftin hepsi kendi adayını çıkaracak. Yani CB seçimlerine Erdoğan, CHP Adayı, Akşener, Demirtaş ve Karamollaoğlu üzerinden gidilecek. Perinçek'in de aday olacağı gerçek ancak şu anda HDP'den daha fazla oyun dışında. Çünkü İYİ Parti eski sisteme göre yarışacağını açıkladı ve CHP'de buna yönelik oyununu kurdu. Bu doğrultuda HDP ile parti üyeleri düzeyinde görüşmeler dahi oldu ama Vatan Partisi ile herhangi bir görüşme haberlere yansımadı. Perinçek'in bir dönem AKP'ye yakınlaşması kendilerini güvenilmez olarak konumlandırıyor doğal olarak. Bu adaylar ise birinci turda asla birbirlerine ikinci turda destek olacaklarını açıklamayacak. CHP aday adaylarını değerlendirirken biraz daha açacağım bu konuyu.

CHP'nin olası adaylarından Muharrem İNCE aslında Akşener ile birlikte Erdoğan'ı didiklemek konusunda en güçlü aday. Bu durumda ise cumhurbaşkanlığı seçimi reyting açısından öne geçecektir. Ancak partiyi yönetmeye layık görülmeyen bir ismin ülkeye yönetmeye namzet gösterilmesi kesinlikle ters tepecekti. Yani bütün bu süreç İnce'nin genel başkan olduğu bir paralel evrende daha güçlü bir taktik olacaktır ancak bu evrende İnce'nin meclis çoğunluğunu ele almanın önemine ikna edilmesi gerekiyordu. Yani İnce liderlik yarışına gireceği için ittifaklara kapalı olabilirdi.

İhsan Kesici ismi ise CHP seçmeninin bence çok tanımadığı bir isim. Şu linkten İlhan Kesici isminin Google'da arama oranlarının seçimin açıklandığı tarihten itibaren yükselişini görebilirsiniz. Bu yüzden de seçmenin heyecanlanmasını sağlamayabilirdi. Muharrem İnce'nin yaratacağı heyecan zaten hiçbir aday adayı için söylenemez.

Yılmaz Büyükerşen ise didişme yerine Eskişehir Mucizesi üzerinden sağ seçmenden oy alacaktır. Türkiye geneli %25 olan CHP'nin aldığı %45 oyda muhakkak ki sağ seçmen de vardır. Burada Büyükerşen'in yaşı handikap olacaktır. 


CHP'nin bir diğer aday olasılığı Prof. Özgür Demirtaş. Özellikle Kılıçdaroğlu'nun "ekonomi üzerine çalışma yapmış" kriterine uyuyor. Tabi ki seçmenin ahir ekseriyeti tarafından tanınmıyor ama televizyonlardaki konuşmaları gençler arasında çok popüler. Çünkü herhangi bir kutuplaşma veya mahalle kavgasına gerek kalmadan fikirlerini açıklıyor. Bu anlatıların çoğalması ve videolarının daha çok dolanması tanınırlığını artıracaktır. Avantajları ise özellikle ekonomi profesörü olması CHP'nin seçimi ekonomik çıkmaz gündeminde tutmasını sağlayacaktır. Ayrıca sol söylemde çıkışlar yapan ve geçen seçimde ekonomi verilerinin konuşan yüzü olan Selin Sayek Böke ile yapılan bir çalışma var mıdır bilemiyorum ama eğer varsa seçmene "Biz ekonomiye ağırlık vererek düzeltmeye geliyoruz ve bir planımız var" mesajı verilecektir. 

Şimdi yukarıda bahsettiğim birinci turda birbirlerine desteği açıklamama konusuna geri dönelim. Birinci turda muhalefetin herhangi bir adayı çıkıp da "İkinci tura kalamazsak, ikinci turda ittifakın adayını destekleyeceğiz" mesajı vermeyecektir ya da vermemelidir. Çünkü Erdoğan ısrarla gündemi kendi yarış alanına çekecektir ve böyle bir ortamda birinci turda teşkilatlarda "nasılsa ikinci tura bizim ittifaktan biri çıkacaktır" gevşekliği oluşabilir. O sebeple her bir parti kendi adayı ve milletvekilleri açısından kendi teşkilatını olabildiğince güçlü tutacaktır. Farazi bir örnekle, Sarıkamış'taki CHP sandık görevlisinin "Nasılsa İyi Parti görevlisi gitmiştir. 1 saat daha uyuyayım" benzeri bir gevşemeden bahsediyorum. Çünkü biliyoruz ki teşkilatlanma açısından en güçlü parti Ak Parti ve ana muhalefet olmasına rağmen CHP bu teşkilatlanmayı yapamıyor. İyi Parti'nin ise teşkilatlanma açısından yeterli zamanı olmadı. Burada Saadet'in teşkilatlanma kararlılığı da artı puan yazılır.

Özetle, cumhurbaşkanlığı ikinci tura kalırsa mecliste çoğunluğu ele geçiren muhalefet, ikinci tura kalan adayın eline bir demokrasi manifestosu tutuşturup partilerin desteğini alarak seçmene "meclisle uyumlu cumhurbaşkanı" seçeneğini sunmayı amaçlıyor. Cumhurbaşkanının yetkilerini meclisteki partilerle paylaşarak daha demokratik bir yapıyı işaret eden bir manifesto olacak bu. Süreç içersinde Cumhur İttifakı'nın şımarıkça yaptığı çıkışlar bunun önemine dikkat çekecektir. Mesela futbolda şampiyonluk yarışı bu kadar çekişmeli giderken Erdoğan tarafından Başakşehir'e verilen açık destek ya da raporlara göre bir tarafa hükmen cezası verilmesi gereken Beşiktaş-Fenerbahçe maçının kararını bir gece önce Devlet Bahçeli'nın twitterdan duyurması gibi olaylar Cumhur İttifakı'nın her şeye karışacağını bilinçaltlarına işleyecektir. 

Özetle, CHP'nin arabuluculuk rolündeki önderliğinde farklı bir strateji ile meclis çoğunluğunu hedefleyen Hayır cephesi şimdilik İtalyan savunmasını adım adım kuruyor. CHP'nin ortakları açısından mümkün olsa daha merkez soldaki, mesela DSP gibi, sol partiler de ittifaka dahil edilmek düşünülebilir. Burada HDP'nin de CHP tarafından plana desteğe ikna edilmesi önemli şart. Yani ikinci turda demokrasi manifestosuna desteğe ikna olmuş olmalılar. Böylece mecliste İtalyan Savunması kurulmuş olur. Birinci turda adaylar belli oldu, CHP eğer ekonomi üzerine birlikte bir çalışma yaptıysa Özgür Demirtaş'ı değilse Büyükerşen'i aday göstermeli. Anketlere göre sözü geçen hiçbir aday Erdoğan'a karşı ikinci turu alamıyor. Bu da Ak Parti teşkilatına "kesin kazanıyoruz" rehaveti getirebilir. Hayırcı adayların birbirine destek olma ihtimali hep gündemde tutulmali ama ikinci tura bırakılmalı. Bu da Ak Parti teşkilatına rehavet katacaktır. Son olarak da MHP teşkilatının davranışının da belirleyiciliği var. Zira bu seçmen için "Üç Hilal"in oy pusulasında romantik bir albenisi var ve milletvekili seçiminde oyunu cumhur ittifakından yana kullanacaktır ancak Erdoğan karşıtlığını Bahçeli kadar çabuk sineye çekmemiş olmama ihtimalleri Ak Parti teşkilatını sahada yalnız bırakabilir. Bu taktik stratejinin kazanma ihtimali olduğuna inanıyorum. Zira eldeki verilerle en analitik çözüm gibi duruyor. Bakalım muhalefet bu yolu mu izleyecek ve bu yol kazanacak mı? Seçime doğru bir kez daha değerlendirme yaparız.

2 Mayıs öğlen notu: Konuşulmadığı için değerlendirmeye de almadık ama CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Kemal Derviş de olabilir. Çünkü geçen seçimlerde yaptığı bir röportajda Selin Sayek Böke ile bir ekip oluşturabileceklerini söylemişti. Bu durumda Özgür Demirtaş yerine seçmene daha güçlü mesaj verilebilir. Ayrıca "Erdoğan'ı çıldırtacak aday" olarak lanse edilmesi de mümkün çünkü Derviş'in ekonomi politikalarının meyvesini Erdoğan yemişti. Gelinen noktada ekonomi tıkandı ve yine Derviş kurtarıcı olarak sahneye çıkabilir.