19 Aralık 2018 Çarşamba

Hakan: Muhafiz Üzerinden Dizi Sektörü


Normalde dizilerle ilgili yazı yazmam ama Netflix gibi birkaç yılda internet diziciliğini keşfedip burda hızla büyüyen global bir markanın ilk Türk Dizisi için izlemişken sıcağı sıcağına bir şeyler yazmak gerekir. Spoiler kaygısı taşımadan yazacağım için diziyi henüz izlemediyseniz yazıyı okumayı ertelemenizi öneririm.

Öncelikle Netflix'in "Türk Dizisi" işine girmesini ticari bir yatırım olarak değerlendiriyorum. Bilinirliliğini arttırmak ve daha güçlü reklamını yapma potansiyeli ile Türkiye'de pazar payını yükseltmek olarak bir strateji izlemişler. Öyle ki ben de güncele uyup bu dizi hakkında yazı yazıyorum. Yine de Hakan:Muhafız ya da global ismiyle The Protector yapmış olmak için yapılmış bir dizi değil. Yani ulusal kanallarda izlediğimiz "anne dizileri" gibi değil. Anne dizisi diye bir kavram vardır ki annemden biliyorum, pazar gecesi hem Atv'de hem Kanal D'de iki diziyi, simaen ve oyunculuk anlamında birbirine benzer oyuncular olmasına rağmen, dönüşümlü olarak izleyebiliyor ve bunu yaparken de el işi vb. bir işle oyalanabiliyor. Hakan:Muhafız ise konusu ya da kurgusu açısından bu dizilerden değil. TRT'nin Leyla ile Mecnun zamanı yaptığı dizi atılımında tarihi-kurgu kategorisindeki iki dizisi "Şubat" ve "Osmanlı Tokadı"nı saymazsak bu tarzda yapılan ilk yerli dizi. Zaten İstanbul'da geçen film, kitap vb. bir hikayeniz varsa bunu Osmanlı, Bizans, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya vb. konularla işlemek kendiliğinden bir merak uyandırıyor. Yıllar önce okuduğum Şeytanın Müridi - Glenn Meade kitabının en heyecanlı kısmı da Yerebatan Sarnıcı ve Sultanahmet Bölgesi'nde geçen kısımlarıydı. O yüzden bu tarz eserlerde İstanbul'u ve İstanbul'un derin tarihini ve tarihsel mekanlarını kullanmak o mistik hava içersinde bir cezb yaratıyor. Tekrar başa dönecek olursak, Netflix ticari kaygılarla yaptığı bu yapım tamamen kalitesiz değil ve globale açılmak adına tarihi-kurgu açısından yerinde bir karar. 

Gelelim "ilk" kavramına. The Protector Netflix'in ilk Türk Dizisi ama internet Türk dizilerinin ilki değil. Hatta bu konuda bayrağı taşıyan Masum (BluTV) internet dizileri açısından beklenti çıtamızı çok yüksekten belirledi. Hele hele bıraktım içki sigarayı Tosun Paşa'da Adile Naşit'i hamam sahnesinde sansürleyen bir sıkışmışlığın içindeyken televizyonlar, internetin o sansürsüz ve alabildiğine serbest hali bu sıkışmışlıktan sıkılanlar için ilaç gibi geldi. Bu kısımla ilgili de düşündüğümü söyleyip tekrar konuya döneyim: Adile Naşit'i bütün Türkiye'nin annesi, babaannesi, anneannesi olarak görmesini bir yana bıraktım; eski Türk yapımlarında sigara, alkol, müstehcenlik ya da Kemal Sunal'ın "eşşoğlueşşek" demesini "ahlak bozucu" olarak niteleyip yasaklamaya kalkanlar, 30 sene bu filmleri sansürsüz izleyerek büyüdükleri için şimdi bozuk ahlaklı olduklarını aslında itiraf ediyorlar. Konuya dönecek olursak, ilk internet dizisi Masum ve ardından gelen Fi (PuhuTV) ve Şahsiyet (PuhuTV) ile çıta hayli yükseldi. Bunlara bir de Görünen Adam, Sıfır Bir, Yolunda A.Ş, Kutu gibi Youtube'dan yoluna devam eden yapımları da ekleyince internet dizilerinin başarısı televizyonu iyice ikinci plana itti. Hatta başarısız olan Dip (BluTV) bile belli bir kalite ortaya koydu. Hal böyleyken Netflix markasıyla giren bir dizinin çıtayı daha yukarı çıkarması kaçınılmaz beklenti oluşturuyor. Şüphesiz ki sonu belli olmadığı için sündükçe sünen televizyon yapımları ortalamayı çok düşürdüğü için Hakan: Muhafiz'ı ortalamanın üstünde değerlendirebiliriz. 

İyi bir diziyle iyi bir futbol maçını birbirine benzetiyorum çoğunlukla. Yönetim, teknik kadro ve oyuncular her ikisinde de geçerli. Dizilerde yönetimi yapımcıdan ziyade senaryo olarak değerlendirmek lazım tabi. Bu üç unsur bir araya geldiği zaman güzel futbol ya da güzel dizi izleyebiliyorsunuz. Yukarıda saydığımız yapımlarda göze çarpanlar da iyi senaryo ya da teknik kadronun yanında oyuncular ve oyunculuklar. Mesela Ezel'i ele alalım. Geçmiş bir yapım olsa da verebileceğim örneği iyi tarif edebilirim. Kenan İmirzalıoğlu gibi rüştünü ispatlamış bir oyuncuyla Tuncel Kurtiz gibi deneyimli ama bilinirliği az bir usta beraber parladıktan sonra ikinci sezonda bunların karşısına Haluk Bilginer gibi bir devi koyarak kaliteyi çok yükselttiler. Ya da örnekler üzerinden Masum'u ele alırsak, Haluk Bilginer'in ustalığının etrafına Okan Yalabık, Serkan Keskin, Ali Atay gibi rüştünü ispatlamış oyunculardan bir kadro kuruldu. Zaten başarılı olmuş bir tiyatro senaryosu dizileştirilerek başarı yakalandı. Bir başka örnek olan Fi'de başarılı bir kitabı diziye uyarlarken Ozan Güven, Mehmet Günsür ve Osman Sonant'ın arasında acaba olur mu denilen Serenay Sarıkaya da yükseldi. Şahsiyet'te ise iyi konu ve iyi senaryo, Haluk Bilginer'in zirve performansıyla birleşince Cansu Dere'ye rağmen zirve bir yapım olarak ortaya çıktı. Cansu Dere'ye rağmen diyorum çünkü oynadığı bütün rollerde hakkını veriyor ama bir yıldız performansı çıkmıyor. Yani asla Demet Evgar seviyesine ulaşamıyor ama belli bir standardın altında da kalmıyor. Yani Şahsiyet'te Cansu Dere yerine Demet Evgar oynasaydı, şu anda başka bir şey konuşurduk. Cansu Dere için söylediklerimin aynısını Belçim Bilgin için de düşünüyorum. Neyse çok dağıttık, tekrar konuya geri dönelim. Hakan: Muhafız'ın oyuncu kadrosunda oyunculuğuna kefil olacabileceğiniz iki isim var: Okan Yalabık ve Yurdaer Okur. Çağatay Ulusoy ise hala büyük bir soru işareti.

Çağatay Ulusoy üçüncü nesil model-oyunculardan. Bu jenerasyonun birinci (Kenan İmirzalıoğlu) ve ikinci (Kıvanç Tatlıtuğ) kuşak temsilcileri rüştünü ıspatladığı için Çağatay'dan da aynı beklenti var. Hatta İmirzalıoğlu ve Tatlıtuğ'un şu anda rol alıp da izletemeyeceği yapım yok. Farklı rollerde, farklı ustalarla çalışarak oyunculukları demlendi ve oturdu. Buna rağmen İmirzalıoğlu'nun Mehmet: Bir Cihan Fatihi hüsranla sonuçlandı. Gerçi o dizinin ilk bölümünü izleyip tutmayacağını tahmin etmiştim. 2018 Türkiye'sinde Ertuğrul:Diriliş ya da Payitaht:Abdülhamit gibi asarız, keseriz, ona ayar verme buna laf sokma, hamaset dolu veya Muhteşem Yüzyıl gibi entrika dolu tarih dizileri kabul görüyor. Siz ilk bölümden Fatih'in ay tutulmasını hesap ederek nehri geçmesini konu alır da millete Fatih'in bilime, sanata verdiği önemi anlatmaya çalışırsanız, geçmiş olsun. 90'larda yapılsa efsane olacak dizi 2018 yılında çöp oldu. Recep İvedik her seferinde yeni bir rekor kırıp 6.sıyla geliyorken, bu kadar mı toplumun gerçeklerinden uzaksınız. Ha bir dönüşüm yaratmak için, doğruyu göstermek için yaptıysanız bu işi o zaman da yayınlamaya çalıştığınız kanalı mevcut iktidar devlet bankasından kredi verdirerek zorla satın aldırdı. Daha dizi oturmadan 2 defa yayın günü değiştirilse zaten bütün emek çöpe giderdi. Sanıyorum iş oralara gelmeden, reyting belasına kurban gitti o kadar masraf. Tekrar Çağatay Ulusoy'a dönecek olursak, henüz rüştünü ıspatlamış değil ve alınacak daha çok yolu var. En ses getiren yapımı İçerde'de bile senaryonun bütün ağırlığı verilmesine rağmen oyunculukta Aras Bulut İynemli'nin arkasında kaldı. Sahi o dizi de çok acayipti. Haluk Bilginer ile Tuncel Kurtiz'le çalışmış Uluç Bayraktar Çetin Tekindor'dan o kadar kötü performans nasıl çıkarttı çok enteresan. Halbuki Karadayı'da birlikte çalıştılar. Çağan Irmak'ın Çetin Tekindor'lu bir filmini izleyin bir de herhangi bir İçerde bölümü izleyin, dediğimi anlayacaksınız.  Tekindor, Yılan Hikayesi'nde Kral'ı bile daha iyi oynuyordu. Çetin Tekindor bu kadar düşerken eşi Zerrin Tekindor'un Pek Yakında'dan itibaren hızla yükselmesi de enteresan. Yine dağıldı konu. Ulusoy'un fiziksel güzelliği, sempatik/enerjik rollere yatkınlığı tamam ama mesela gereksiz bağırıyor. Heyecanı yüksek sahnelerde sadece bağırmayı biliyor. Seslenmek için bağırıyor, sinirliyken bağırıyor. Ve hakikaten çok kötü bağırıyor. Atlama zıplama sahnelerinde tamam, afacan/hayta sahnelerde sempatik ama geri kalan kısımda bağırıyor.

Hakan: Muhafız'ın senaryosu, dediğim gibi, tarihsel kurgu düşüncesi olarak Netflix-global ürün-tanıtım açısından düşünülünce doğru tercih. Yinede kurgu benzer ürünleri mutfak robotunda yapmışsınız gibi. Bir kaşık Harry Potter, biraz Yüzüklerin Efendisi, bir parça Spider Man, bir tutam Da Vinci Code, üzerine Osmanlı-Bizans-İstanbul... Özgünlük çok fazla olmayınca oyunculukla kapatılabilirdi, orda da doğru seçimler yapılamamış gibi duruyor. Sonuçta film endüstrisi tekrar tekrar farklı oyuncularla Batman, Spiderman çekiyor ama her seferinde farklı oyunculuklarla farklı bir tat bırakabiliyor. Görsel efektlerin gelişmesi de bunda etken ama Hakan:Muhafız'da bunda da amatör kalınmış. Her ne kadar yapımcı Netflix olsa da Sense8'e ayırdığı ya da La Casa de Papel'e verdiği bütçeyi vermiş olması beklenmez ama şu meşhur yumruk sahnesi nedir Allah aşkına. Geçen hafta Twitter'da gördüğümde eski Samanyolu TV dizilerinden bir sahne sanmıştım gel gör ki Netflix'in yapımı Türk Dizisi'nin sahnesiymiş. Zaten dizide kurşun ve yara izi haricinde görsel efekt ihtiyacı yok. Polisin arabada havaya uçtuğu sahne haricinde bir patlama, çatlama sahnesi yok. Arabalar çarpışmıyor, binalar havaya uçmuyor. Heralde bütçenin büyük bir kısmı bomba sahnesine gitmiş olacak (Allah için o sahne iyiydi) ki geriye bu abukluk kalıyor. Eğer kalan bütçeyle bu çıkıyorsa, değiştirin abi senaryoyu. Hakan yumruğu bekleyeceğine kolunu kıvırıp dövsün adamı. Sizi 1,5 dakikalık çılgın Samanyolu görsel efektleriyle başbaşa bırakıyorum, tekrar birlikte olacağız.


Senaryoda boşluklar var. Mesela "Ölümsüzler" hangi motivasyonla kötülük yapıyor, bilmiyoruz. Ölümsüzleri kim gönderdi, amaçları neydi, bilmiyoruz. Ayrıca Muhafız olmak babadan oğula kanla geçen bir özellikse, ki bunun böyle olduğunu Hakan'ın abisi olduğu öğrendiğinde "Muhafızların son temsilcisi" olarak adlandırılmasından anlıyoruz, o zaman Hakan'ın amcası ya da dedesinin erkek kardeşi gibi akrabalarının varlığı olasılığı da Muhafız sayısını arttırmaz mı? Tüm zamanların en iyi yapımlarından sayılan Yüzüklerin Efendisi ile ilgili yapılan şu çizgi parodide anlatıldığı gibi bir olasılıkta 3 tane film/kitap çöpe gidecek. Tabi bu tezin üstüne söylenmiş yüzlerce "neden olmayacağını" anlatan video var Youtube'da. Yüzüklerin Efendisi'nde önceden yazılan kitaplar ile yaratılan bir Orta Dünya var ve filmi çekilen kitaplar bunun sonuç ürünü. O kısma fazla girmek istemiyorum.


Gelgelelim, Hakan: Muhafız'da da benzer bir alternatif mümkün. Son Ölümsüz (Okan Yalabık) karısının intikamıyla Hakan'ın önce kardeşlerini ardından evde annesini ve babasını öldürüyor. Hakan'ın varlığından haberi var çünkü sahne bir anlığına Ölümsüz'ün gözünden akıyor ve Hakan'ın oturduğu sandalyenin boş olduğunu görüyor. Tılsımlı hançeri bulmaya çalışıp, Hakan'ın babasından kan alıp eşini canlandırma fikrini sonradan öğrenmiş olabilir ama sülalesini öldürdüğün Muhafız soyunun babadan oğula geçtiğini biliyor olması gerekir. Evde Hakan'ı arayıp bulup öldürse bütün hikaye orda biter ve ilerde başına bela olmaz. Yeminli Sadıklar eve gelse bile onları da öldürüp, toplu kıyım yaptıktan sonra Hakan'ı bulup öldürebilir. Ama anne-babayı öldürdükten sonra Ölümsüz birden ortadan kayboluyor. Neden? Belirli saatler arasında mı ölümsüz? Görev süresi mi var? Zannediyorum Ekşi Sözlük'te ya da yurtdışı forumlarında buna benzer yüzlerce boşluk bulunmuştur. İkinci sezonun anlaşması yapıldığına göre bu boşluklar ikinci sezonda internet geribildirimleriyle doldurulacaktır. Bu bizim çok da yabancı olmadığımız bir durum zira Behzat Ç. ve ardından gelen 46 yapımlarının senaryoları neredeyse Ekşi Sözlük geribildirimleriyle şekillendi. Ama global bir işte böyle boşluklar eksi puan olacaktır. 

Özetle, Hakan:Muhafız ya da The Protector'ı farklı kategorilerde değerlendirmek gerekiyor. Yerli dizi açısından vasatın çok üstünde ama yerli internet dizisi ya da global dizi açısından vasat bir yapım. İstanbul tanıtımı açısında faydası olacaktır. Tılsımlı hançer ve yüzük gerçekten tarihi eserse ve bir müzede sergileniyorsa işte dizinin çok farklı bir boyutunu görmüş oluruz. O zaman dizinin değeri de İstanbul tanıtımı da başka seviyelere yükselir. Bunun örneklerini de görmek mümkün: Da Vinci Code'da kullanılan müzeler ya da daha yerli versiyonları... Hayır Sümbül Hanım'ın Asmalı Konağı'ndan bahsetmiyorum. Bahsettiğim, İkinci Bahar Gaziantep Sofrası. Dizide, var olan karşılıklı iki kebapçıyı farklı bir hikayeyle anlattılar ama bu Ali Haydar Antep Sofrası diye bir dükkanda çok iyi kebaplar yiyeceğiniz gerçeğini değiştirmedi. Hakan:Muhafız'da da eğer o yüzükler, hançerler, gömlekler gerçek birer tarihi eser ise, sergilendiği müzeye bilet bulmak oldukça zor olacaktır.

18 Aralık 2018 Salı

Ölü'n Bizi Ayırana Dek


Konusu : Cansu ve Serdar, evlilik hayatı canlarına tak etmiş ve boşanmaya karar vermiş bir çifttir. Boşanmadan bir gece önce kendileri için düzenlenen bir kutlama partisine katılırlar. Ancak sabah aynı yatakta uyanırlar! Bir gece öncesine dair çok az şey hatırlayan Cansu ve Serdar'ı bekleyen asıl sürpriz, salondaki kanepede uzanmakta olan cesettir.

Katil kim?
Ne yapacağını bilemeyen çiftimiz bir yandan “Hangimiz katil?” sorusuna yanıt ararken, bir yandan da ilişkilerini, evliliklerini, geçmişlerini, kendilerini bulundukları noktaya taşıyan olayları yeniden değerlendirecek ve karşılarına çıkacak bambaşka sürprizlerle mücadele etmeye çalışacaktır.

Ölü'n Bizi Ayırana Dek oyunuyla ilgili biraz araştırma yaptığınızda oyunla ilgili yukarıdaki bu iki paragrafa rastlıyorsunuz. Zaten bu bilgilerin biraz dışına çıkmaya çalışırsanız spoiler yemiş olursunuz, oyunla ilgili heyecanınız kaçabilir.

Oyun, bahsi geçen "önceki gece" hakkında ipuçları veren gölge oyunuyla başlıyor ama bu ipuçları zaten oyunun içinde tekrar veriliyor. Bazı sahnelerde müzik ve ışık oyunlarıyla mod yaratmak, dekor geçişlerini sağlamak ve bunu oyuna yedirmek konusunda uygulanan teknikler de çok iyiydi. Yapmacık olmadığına ikna oluyorsunuz. Bu iki tekniği beğendiğimi ilk etapta belirtmek istedim.

Hakan Yılmaz'ı sahnede ikinci izleyişim. Diğer oyunu olan Yetersiz Bakiye'de oyunun temposunu yüksek tutmaya çalışan, lokomotif olan bir performansı vardı. Öyle olunca da tek başına çırpınmasını görmek biraz yorucu oluyordu ve iyi bir intiba bırakmadı. Nankatsu'yu kurtarmaya çalışan Tsubasa gibiydi. Bu oyunda ise Ebru Cündübeyoğlu ile dengeli bir şekilde -adeta paslaşarak- gitmeleri seyir zevkini çok yükseltiyor. Tabi bu uyumda iki sezonluk dizi (Yalancı Romantik) geçmişlerinin etkisi de vardır. Bu ikili oyunlarını ise Tsubasa-Misaki anlaşmasına benzetebilirim. Seyirciyi istedikleri gibi oyunun hangi konusunda tutmak istedilerse o konuda tutabildiler. Sonuçta ortada iki büyük mesele var: 1. Cansu ve Serdar neden boşanıyor? 2. Katil Kim? Bunların yanında "Dün gece neler yaşandı?" "Bu olaydan nasıl kurtulacaklar?" gibi küçük merak unsurlarını da çok güzel yönlendirdiklerini söyleyebilirim. Ve bahsetmeden geçemeyeceğim: Ebru Cündübeyoğlu fiziğiyle, duruşuyla, oyunuyla sahneye çok yakışıyor ve harika bir görsel şov sergiliyor. Sahnede ilk kez izlememe rağmen hayran kaldım.

Her iki oyunun bir başka ortak ismi Cengiz Şahin. Her iki oyunun da yapımcısı aynı zamanda küçük birer de rolü var. Yetersiz Bakiye'de az ve öz konuşan mafya babasını bu oyunda ise neredeyse repliksiz nakliyatçıyı jest ve mimikleriyle gerçekten iyi oynuyor. Ayrıca Volkan Aktan'ın da 2 saat boyunca hareketsiz kalarak çok iyi bir "ceset performansı" göstermesi saygıyı hakediyor.

Oyunun düğümü bi parça sündüğü için çözümü bi parça aceleye geldiğini söyleyebilirim. Ebru Cündübeyoğlu ve Hakan Yılmaz o kadar lezzetli oynuyorlar ki, düğüm kendiliğinden mi uzun yoksa bu ikili demleye demleye, keyfine vara vara mı oynuyor o kısmını bilemiyorum. Yine de çözümü biraz daha yavaş ve biraz abartılı şaşırmalarla daha rahat anlatabilirlerdi. Belki de düğüm kısmında o kadar lezzetli oynuyorlardı ki bitmesini istemediğim için çözüm aceleye gelmiş gibi hissetmişimdir. Zira 1 saat daha oynasalar izlerdim.

Abartılı bir komedi beklemeyin. Karı-koca ilişkisini ele alan bir oyunda espriler de kadın-erkek çatışmalarından çıkıyor zaten. Tahmin edilebilir espriler doğal ve kararında bir oyunla yine de sizi güldürüyor. Kaldı ki bir stand-up performansı beklemek haksızlık olur. Ama eğlenceli bir akşam geçireceğinizi garanti edebilirim.

Ölü'n Bizi Ayırana Dek
Konsept: PuCCa
Yazan: Murat Dişli, Alper Atalan, Zeki Enes Akkan, Ebru Cündübeyoğlu
Oyuncular: Hakan Yılmaz, Ebru Cündübeyoğlu, Volkan Aktan, Cengiz Şahin
Yöneten: Hakan Yılmaz
Yapımcı: Cengiz Şahin
Işık Tasarım: Burak Gürsoy
Genel Koordinatör: Fatih Aydın
Afiş Tasarım: Gülden Aydın

Kan ve Gül - Alper Canıgüz


Back To The Future filminin zihnimde açtığı ufukla geçmişten beridir çok severim zamanda yolculuk temalı öyküleri. Butterfly Effect filmi de bu konuda efsanelerdendir mesela. İster film olsun ister kitap bu hikayeleri izlemeye ve okumaya ayrı bir merakım vardır. Kan ve Gül de zamanda yolculuk temalı bir eğlencelik.

Alper Canıgüz'ün beşinci kitabında ana karakterimiz Aziz, gençlik hayallerinin çok uzağına savrulmuş bir kitap çevirmeni. Üniversite yıllarındaki haytalıklarının, hayallerinin-hedeflerinin ve tiyatro tutkusunun geldiği noktada hayatını sorgulayan Aziz, birden ikinci bir şansı elde eder ve aslında hiç tanışmadığı ama bir yerde bu savruluşunun kırılma noktalarından biri olan Abdül'ün hayatını kurtarmaya çalışır. Üniversite yıllarından biricik aşkı eski karısı Nergis ile velayeti annesinde olan kızları Zeynep'in dans gösterisine gittiklerinde meydana gelen felaketle üniversite yıllarına geri döner.

Alper Canıgüz, olur ya, bu yazımı okusa belki eseri için eğlencelik dediğime kızabilir ancak bu biraz benim tanımım. Rahat okunan, mizah unsurları bulunduran toplu taşımada rahat okunabilen kitaplar için kullandığım bir tabir. Bu tanıma Emrah Serbes'in Erken Kaybedenler ya da Müptezeller kitapları da buna örnek verilebilir. Kasvetli, yağmurlu-karlı bir haftasonu dışarıda işiniz yoksa ve evde tembellik yaparak geçirmeyi planladığınız gününüze kalite katacak kitaplar. Eğlencelik kısacası... Toplu taşımada okumak demişken kitabı 3 parçada okudum ben de. Toplu ulaşım araçlarında telefona bakmaktan sıkıldıysanız çantanızda bulundurun bu kitabı. Eğlencelik dememin bir nedeni de o. Zamanında sık sık yaptığım uzun metrobüs yolculuklarımda Nutuk'a başlamıştım ama o hayli yorucu oluyordu. Bu tarz "eğlencelik" kitapları tercih ederseniz, hele bir de yetişme telaşınız yoksa, yolculuk yorgunluğunuzun olmayacağına sizi temin edebilirim.

3 parçada okuduğumu söylemiştim kitabı yani 3 yolculukta. İlk parçayı bitirdiğimde yukarıda bahsettiğim kısma kadar okudum yani Aziz'in başına gelen kazadan sonra üniversite yıllarında uyanmasında. Kitaba başlarken Alper Canıgüz'ün diğer iki eğlencelik kitabı Oğullar ve Rencide Ruhlar ile Cehennem Çiçeği referans olduğu için de kitabın konusunu-hikayesini öğrenmeden girişmiştim. İneceğim yere geldiğimde kitabı kapatıp bu sefer de arka kapağını okuyunca birden favori kitabım (malesef blogda onunla ilgili yazı yok) Sil Baştan - Ken Grimwood aklıma geldi. İş yerinde kalp spazmı geçiren kahramanımız üniversite yıllarında yeniden doğuyor (ne kadar benzer öyle değil mi), şartlara alıştıktan sonra hemen cebindeki tüm parasını haftasonu yarışlarındaki sürpriz ata yatırarak vurgunu vuruyor, ardından da Apple, IBM, Microsoft gibi 2000'lerde çok değerlenecek firmalara yatırım yaparak zengin oluyor, nihayette aynı gün aynı saatte yine ölerek yine gençlik yıllarına dönüyordu. 30-40 sayfada bu döngü tamamlanınca kahramanın eline geçen inanılmaz fırsatı değerlendirerek zengin olmasını kıskanarak "Bu ne lan, bütün kitap boyunca adamın nasıl zengin olduğunu mu okuyacağız" diye içimden geçirmiştim. Kan ve Gül'ün arka kapağını da okuduğumda benzer bir hikayeyle karşı karşıya olduğumu ama kitabın kalınlığından sadece tek bir döngüyü okuyacağımı tahmin ettim.

Kahramanımız Aziz, geçmişte geçirdiği günlerde, hiç tanışmadığı ama o günlerde hayatını şekillendiren bütün olayların düğüm noktasında bulunan Abdül'ün cinayetini engellemeye çalışıyor. Bir sosyopat olan Abdül ile biricik aşkı Nergis'in kendisini aldattığını düşünerek içten içe öfke duysa da bir taraftan da sevgi besliyor Abdül'e. İşte bu çelişkiler yumağı içinde çözülmeye çalışılan bir cinayet. Belki de katil Aziz'in ta kendisidir...

Alper Canıgüz anlatmak istediğini çok net anlatan bir yazar. Kalemi o kadar yumuşak ki kitapları su gibi akıp gidiyor zaten. Kitabın kurgusu 90'ların ilk yarısındaki Boğaziçili öğrenciler çevresinde gerçekleştiği için sol fraksiyonların, zengin burjuva çocuklarının ve hatta İslamcıların düşüncelerine ait fikirler elde ediyorsunuz. Klişe sol sloganlarla konuşanlar bir yana sizi gerçekten sorgulamaya ve düşünmeye sevk eden Abdül'ün tiratları gerçekten etkiletici. Ayrıca, kitapta önceki iki kitabından karakterler olan (Oğullar ve Rencide Ruhlar, Cehennem Çiçeği) Tahtakafa, Amcabey ve Kız Tevfik'e çakılan selamlar da gözümden kaçmadı. Yine kitapta Aziz, kantinde Olgular ve İncirci Çocuklar romanı yazan Alper ile tanışması ve Alper'in kitabının konusu, Canıgüz'ün kendi kendine gönderme yaptığını düşünmeme sebep oldu. Zira yukarıda adı geçen her iki kitapta kahramanımız Alper Kamu, 5 yaşında, zehir gibi zeki olan, mahalleden arkadaşları olan ve cinayetleri çözmeye çalışan bir velet. Alper Kamu isminin ise Albert Camus'tan geldiğini, Albert Camus'un da "absürt" akımından olduğunu bi yerlerde okumuştum. Kitapların konularına baktığımız zaman da Alper Canıgüz'ün de Camus'un yolundan gittiğini, en azından, absürtlük açısından söyleyebiliriz. Sanırım ilerleyen zamanlarda Camus ile tanışma vaktim geldi.

Kitapla ilgili spoiler sayılabilecek bir bilgiyi çok da detaya girmeden yazıp, konuyu kapatayım. Kitapla ilgili tadım kaçmasın diyorsanız bu paragrafı okumadan atlayabilirsiniz. Nergis'in aldatma şüphesinde olasılıklardan diğeri o kadar barizken Canıgüz size yumuşak diliyle bu olasılığı unutturuyor. Aslında unutmaktan ziyade kitabın sayfaları azaldıkça o olasılığı düşünmemeye ikna oldum. Finalde karşıma çıkınca "biliyordum" diye iç geçirmedim değil.

Kan ve Gül - Alper CANIGÜZ (Nisan 2017)
İkinci Baskı: Nisan 2017
April Yayıncılık