7 Haziran 2018 Perşembe

Seçimler Yaklaştıkça Kampanyaların Son Durumu

Malum gündem yoğun derecede seçim olunca ve gündemi takip ettikçe düşünceler birikiyor. Yine düşündüklerimi yazıya dökerek biraz zihnimi rahatlatayım, okuyan olursa yorumlarda tartışırsak da sevinirim. Aslında genel bir değerlendirme ve partilerin stratejileri üzerine değinmek istiyorum Özellikle Erdoğan sahalara indikten sonra seçim gündemi çok farklı bir yere evrildi, biraz toparlamak gerekli. Önceki yazımda bahsettiğim CHP'nin milletvekili listeleri üzerine konuşuruz sözümden hareketle o konuya da değineceğim. Hadi başlayalım.

Muhalefet blokunun bir planı olduğunu tahmin etmiştim ama yanıldığımı itiraf edeyim. Birkaç hamle geldi ancak bu kesinlikle bir plan çerçevesinde yapılan hamleler değil. Şüphesiz önemli ve toplumu heyacanlandıran hamleler oldu ancak bir takvim üzerinde karşı hamleler de hesaplanarak yapılmış bir çalışma olmadığı hissi uyandırdı. Seçime 20 gün kala Akşener'den "Ya işler yolunda gidiyor. Meclis çoğunluğunu da alacağız gibi duruyor. Demokratik sisteme nasıl döneceğimizin yol haritasını belirlemek adına bi toplanalım" çıkışını geç ama doğru bir adım olarak değerlendiriyorum. Ancak bunun ittifak kararı alındığında masaya konması lazımdı. Bazı hamleler var ancak genel bir plandan ziyade biraz doğaçlama bir iş yapılıyor.

Aslına bakarsak seçim propaganda takvimi Erdoğan'ın meydanlara çıkmasından öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyor. Ya da bir diğer deyişle milletvekili aday listelerinin açıklanmasında öncesi ve sonrası olarak değerlendirebiliriz. CHP, cumhurbaşkanı adayını ayırıp sahalara sürerek üstelik bunu Muharrem İnce gibi oldukça enerjik bir adayla yaparak milletvekilleri listeleri için enerjiyi parti binasında tuttu. Muharrem İnce'nin CHP başkanlığına aday olduğunda ülkeyi yönetmeye de aday olduğunu ve buna göre bir hazırlık yapmış olduğunu gördük. İYİ Parti ve Saadet ise milletvekili listeleri için enerjilerini bölmek zorunda kaldılar. HDP ise medya yoluyla oluşturulan itibarsızlaştırma baskısında Ahmet Şık, Barış Atay gibi adaylarla çıkarak görünürlük kazanmaya çalıştı. Cumhur İttifakı'nda ise Ak Parti teşkilatları, sanki Erdoğan'ın sahaya inmesini bekliyormuşçasına bir sessizlik içindeydi. Onlar da 1,5 haftadır hareketlenmeye başladılar. MHP ve Vatan Partisi'nden bahsetmenin gereksiz olduğunu düşünüyorum zira "Şu kişi MHP'den aday gösterilmiş" ya da "Dur bakalım Vatan Partisi'nin milletvekili adaylarına" şeklinde bir söyleme dahi girmedim. 

Milletvekili listeleri konusuna gelirsek hiç de önemli olmadığı ortaya çıktı. Biraz daha açmak gerekirse, seçim tarihi açıklanalı yaklaşık 1,5 ay oldu ve o zaman CHP'nin adayının kim olacağı çok konuşuldu. Ben 16 Nisan'dan önce de takip ettiğim için Levent Gültekin'in düşüncelerinin mantıklı olduğunu, demokrasi mutakabatı metni etrafında partilerden bağımsız bir çatı aday formülünün ikinci tura bırakılması gerektiğini düşünmüştüm. Daha sonraları bu çatı adayın Abdullah Gül olması fikri bir anda piyasaya salındı. Abdullah Gül'ün doğru tercih olup olmadığı tartışıldı ve sonunda Meral Akşener bu formülü dağıtınca herkes kendi adayıyla seçime gitti. Hepi topu üstünden 1 ay geçmesine rağmen Abdullah Gül fikri artık konuşulmaz oldu. Tamam geçmişte takılıp kalmak zaten mümkün değil ancak gelinen noktada kendini belli bir partiye yakın gören seçmenler için mevcut durumun daha doğru olduğu anlaşılmış oldu. Hatta burada, ikinci turdan önce adayların birbirlerine destek vermemesi gerektiğini söylemiştim ancak İnce de Akşener de diğerine ikinci tur desteğini açıklamasına rağmen teşkilatlarda herhangi bir gevşeme yaratacağını zannetmiyorum. Bu konuda yanılmışım. Milletvekili listelerine gelecek olursak da bunun da tıpkı aday tercihi gibi önemsizleştiğini fark ettik. Tamamen gündemden düştü ve şimdi yoğun bir propaganda süreci başladı. 

Ak Parti cephesi seçim kararını aldıktan sonra üstüste "kaybedebilirim" mesajı vermeye devam etti. Erken seçim kararına gelen "Her şey iyiyse neden erken seçime gidiyoruz, her şey kötüyse neden seni seçiyoruz" kontrası yerini T A M A M kampanyasına bıraktı. Erdoğan ve Ak Partililerden üstüste gelen "Beni/Erdoğan'ı devirmek istiyorlar" korkusu söylem olarak da hatalara neden oldu. En sonunda da iş buzdolabına kadar geriledi. Bugün ise "millet kıraathaneleri" gibi bir vaatle karşımıza çıkan bir Erdoğan var. İşsizlik bu kadar yükselmişken kıraathane açmak mantıklı olsa gerek. Yine bugün Ak Parti sözcüsü Ünal'dan gelen "Adile Naşit'in ninni okuduğu Türkiye bizim için kabustu". Belki de gerçekten hikaye bitmiştir. Zira senelerdir gündemi belirleyen Erdoğan'ın aylardır gündemin peşinden gittiğini söylemek lazım.

Öte taraftan Muharrem İnce'nin aday seçilmesi durumunda yaşanacak handikaptan söz etmiş, "Erdoğan ile zıtlaşabilir" demiştim. Erdoğan sahaya indikten sonra İnce, inceden inceden didiklemeye başladı ve iş apolet tartışmasına geldi. Ruşen Çakır'a göre bu durum Erdoğan'ı tapacak kadar seven seçmeni sertleştirecek fakat Kadri Gürsel ya da Kemal Can'a (kendisini yeni takip etmeye başladım. Cumhuriyet'teki ve özellikle Duvar'daki yazılarını ısrarla tavsiye ederim) göre bu karşı taraftan oy toplamak için yeterli düzeyde ve kontrollü. Erdoğan ile bu düzeyde polemiğe girmenin yanlış olduğu ve tekrar ekonomi, eğitim, işsizlik, dış politika konularına dönülmesi gerektiği kanısındayım. Referandum sürecinde CHP'nin Erdoğan'dan bağımsız kampanya yürütmesinin olumlu dönüş sağladığı ortada. Yine de polemik veya cevap yetiştirmenin tamamen terkedilmemesi gerekli. Çünkü kazanılması gereken bir genç seçmen var. Sadece horoz dövüşünün biraz azaltılıp kavgadan sıkışan topluma barışı anlatmak gerekiyor. Akşener de İnce de 24 Haziran'dan önce adalet ve ekonomi için bakan adaylarını açıklamak zorunda. İnsanlara "Biz bu konuda çalıştık ve şu adımlarla bu işi çözebiliriz" mesajının verilmesi lazım. Aksi halde kişi ne kadar demokrat olursa olsun sistemin verdiği güç ile tiranlaşmak kaçınılmaz olacaktır. Eğer Erdoğan'ı "her şeyi bilmek ve karışmak" ile suçluyorsanız, ki doğru, o zaman işi ehline vermeyi bakanlar kurulundan başlayacağınıza insanları ikna etmek gerekir. Hele hele İnce'nin "Başlangıçta 2. turda seçilmeyi düşünüyordum ama karar değiştirdim. 1. turda seçimi kazanacağım" açıklaması ile "yardımcılarımı 1. turdan sonra açıklayacağım" sözleri birbiriyle çelişiyor. 

Bir dip dalgasından bahsediliyor. Bu dip dalgası, merkez sağda yer alan, eskinin DYP-ANAP seçmeninin bu kadar hukuksuzluktan sonra demokrasiye dönüş adına bir karar verip Ak Parti'ye oy vermekten vazgeçeceği ama bunu anketlerde ya da yakın çevresinde açıklamaktan çekindiği şeklinde özetlenebilir. Bunun yanında ilk kez oy kullanacak 2 milyona yakın yeni seçmen bunun yanında 2 veya daha az oy vermiş olan bir kitle var. Yeni nesil genç seçmenin önemi ve tercihleri bu seçimlerde fark edilmiş olsa gerek bu damara oynuyor siyasetçiler. Dünyada ve Türkiye'de bu yaş grubu hayatı hızlı ve tüketim odaklı yaşıyor. Mesela internette şarkı dinlenirken ilk 12 saniyede yani giriş müziğinde (introsu) şarkının kapatılıp kapatılmayacağına karar veren bir kitle var. İyi Parti bu damarı güzel yakalayarak güzel bir kliple birlikte bir seçim şarkısı yayınladı. Ardından Akşener'in miting konuşmalarını kısa kısa videolarla sosyal medyada servis ediyorlar. Saadet ise miting yapmanın pahalı olduğunu ve internete yöneleceklerini aktarmıştı. İnternet mitingleri ile internet kuşağını yakalamaya çalışıyorlar. Selahattin Demirtaş ise neredeyse bir Twitter fenomeni. Pırıltılı zekasını sınırlı karakterde çok iyi kullanıyor. Haksız tutukluluğunu bile avantaja çevirebildi. Erdoğan'ın sahurda öğrenci yurdunu ziyaret etme mizanseni ise yine bu seçmene yönelik bir mesaj. Mizansen diyorum çünkü 40 dk.da karar verilip gidilen yurt yemekhanesinde ses sistemi, 3 ayrı kamera kurulmaz. Muharrem İnce'nin video ekibi ise 40-50 snlik sade videolar ile "Herkesin cumhurbaşkanı" mesajını işliyor. İşte Erdoğan ile miting meydanlarında atışması ve özellikle video kullanması biraz bu genç seçmene yönelik. Hele hele apolet tartışmasının geldiği son nokta olan, "Paşaların paşası" söylemine "Tosun Paşa" ile cevap vermek ise şahane bir yanıttı. Yapanın ellerine sağlık. 

Bu seçmen hakkında 1-2 tespit daha yapayım. Her sene 3er 5er çıkan bilim kurgu ve süper kahraman filmlerini takip eden bir kitle, Suudi Arabistan'ın yapay zeka robotuna vatandaşlık vermesinin şaşkınlığını yaşarken buna tepki veren Bahçeli'nin dünyanın savrulduğu noktayı anlayamamasını ve ertesi hafta ittifak kurmasını değerlendirdiğini zannediyorum. Ya da Wikipedia, UBER, PAYPAL gibi ürünlerin yasaklanmasına karşı bir direnç göstereceklerini. Bu sebeple seçim kampanyalarının da artık bu seçmenin tercihleri çerçevesinde evrildiğini fark ediyoruz. Sonuçtan bağımsız olarak söyleyebilirim ki gelecek yıllarda siyasi kampanyalar daha çok sanal dünyaya yönelecektir. İnce'nin Endüstri 4.0, robot, bilim, yapay zeka söylemlerinin genç seçmende karşılığı var ancak bu seçmenin anne-babalarını ikna etmesi gerekli, bu da kuşak farkına takılıyor. Ben nasıl ki babama otomobil üretmekten daha önemlisinin otomobil fabrikasındaki robotun yazılımı olduğunu anlatamıyorsam, benzer bir tıkanıklığın seçimlerin kaderini belirleyeceği görülüyor. Genç seçmeni kazanmanın en önemli yolu onların serbest karar vermesini sağlamaktır. Bu seçmene yönelik "Bu sizin karar vereceğiniz bir seçim. Nasıl bir Türkiye'de yaşamak istediğinize siz karar vereceksiniz. Oy kararınızı verirken aileniz, kendi düşünceleriyle sizi yönlendirmek isteyecektir. Aileniz hangi partiden olursa olsun, isterse benim partimden olsun, siz kararınızı ölçüp, tartıp, düşünerek verin ve istendiğiniz Türkiye hayali için de ailenizi ikna edin" diyen ilk aday çok öne geçecektir. Eğer genç seçmen ailelerini de ikna edebilirse, o zaman da yarışı kazanacaktır.

Seçim vaatlerinden konu açılmışken, muhalefet partilerinin ortak söylemleri var. Hukuk devletine dönüş, adaleti tarafsızlaştırma, hesap verilebilirlik, şeffaf devlet, üretim ekonomisi, OHAL'in kaldırılması. Ak Parti ise açıklamış olduğu bildiriyle OHAL dışında bunların hepsini vaat etti. Toplumda karşılık bulan bir istek bu, zaten referandumdan sonra vaat de buydu. Sadece yöntemiyle alakalı fikir ayrılıkları var. Erdoğan demokrasi, özgürlük, refah, huzur ortamını OHAL ve KHKler ile yapacağını açıkladı. Bu konunun muhalefet tarafında atlandığını görüyorum ve bu konuya biraz daha eğilmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Erdal Atabek Cumhuriyet'te bir değerlendirmede bulunmuş ve hangi liderin neyi temsil ettiğini açıklamış. Katıldığım noktalar var elbet ama benim asıl dikkatimi çeken CHP için "şikayet eden değil meydan okuyucu" sözü oldu. Levent Gültekin ise seçim stratejisi ile ilgili olarak cumhurbaşkanlık seçimi gibi gösterilmesinin Erdoğan'a yarayacağını açıklamıştı. Çünkü medya tek taraflı, devlet gücü Erdoğan'ın elinde ve kontrolsüz iken seçimin meşruiyeti üzerine kampanya düzenlemenin daha doğru olacağını; olası bir kaybetme durumunda Erdoğan'ın "kurallar buydu, çıkmasaydınız karşıma" deme hakkı elde edebileceğini aktarmıştı. Seçimin erteleneceği söylentileri çıktığında ise Akşener ve İnce'den "kaçmak yok" mesajı gelmişti. Eğer şikayet etmemek prim yapacaksa o zaman özgürlüklerin engellenmesinin, adaletin tahakküm altında olmasının hatta devlet imkanlarının tek taraflı kullanılmasının daha çok dillendirilmesi OHAL çerçevesi içinde bir üslupla yapılarak karşı tarafı hataya zorlamak gerekir. Böylece "dip dalgası" denilen seçmenin "adalet" düşüncesiyle muhalif kanada geçmesi sağlanabilir.

Burayı biraz toparlamak gerekirse, insanlara "adaletsizlik" vurgusunun yapılması gerekli. Eğer bu Erdoğan'ın kurduğu oyuna katılıp şartlardan şikayet ederek yapıl(a)mayacaksa o zaman OHAL üzerinden, halkın yaşadığı adaletsizlikler anlatılarak yapılmalı.

Levent Gültekin'in önünü çektiği Onurlu Çıkış Hareketi, toplumsal olarak bir dönüşüm yaşamak zorunda olduğumuzu, insanları etnik kimlikleri, mahalle kamplaşmaları, siyasi heybeleri ile değil; demokrasi, adalet, özgürlük ekseninde vicdanlı ya da vicdansız olarak ayrılması gerektiği teorisine dayanıyor. Fox TV'ye katılan Meral Akşener ise Gezi Parkı Gösterileriyle ilgili bir fotoğraf için "Küpeli bir erkek, başörtülü bir kızla birlikte direniyor ve ne kız oğlanın küpesini ne de oğlan kızın başörtüsünü görüyor. Artık gençler dünyaya farklı bir açıdan bakıyor" cümlesini sarf etti. Aslında Gezi Parkı Eylemleri'nin de mayasında bu vardı. Türkiye önünde sonunda bu evreye girecektir, girmek zorundadır. Aksi halde insanlar bu kutuplaştırma ikliminde daha fazla direnemeyip dağılacaktır. İnsanları bu adil düzen ve vicdan eksenine çekmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Seçimin olası sonuçlarıyla ilgili ayrıca yazarım ancak şunu söyleyebilirim ki hangi taraf kazanırsa kazansın bir sonraki seçime kadar devleti vicdan eksenine oturtmadıkları sürece siyaset sahnesinden silineceklerdir.

Biraz medya performanslarından bahsedeyim. Muharrem İnce'nin Fox, CNNTurk, Star ve HaberTürk performansları net bir şekilde gösterdi ki konuya hakim, yandaşgillerin karşısında bile dik durup maçı kazanabiliyor. Sorulara önce sloganıyla yanıt verip sonra altını dolduruyor. Meral Akşener'in HaberTürk ve Fox'a çıkmasıyla üzerindeki medya baskısının biraz hafiflemiş olduğu söylenebilir ancak İnce'den farklı olarak sorulan soruya çok uzun ve dağınık cevaplar vererek konuyu dağıtıyor. Şahsen izleyicinin dikkatini toplayamıyor. Erdoğan ise yine cevaplarına sorular sorduruyor. Son çıktığı Show TV'de bu aleni olarak görüldü ki, eğitim sorusu geldiği zaman Erdoğan cevap verirken yanda eğitimde yaptıklarına dair video yayınlanıyor. Medya performası ile İnce, izlenebilirliğini arttırdığını kesinlikle söyleyebilirim. HDP'de ise eşbaşkanların dağınık görüntüsündense Ahmet Şık'ın medyayı sürüklediği ortada. Kendisinin bir izlenebilirliği var ve her platformda cesaretle söyleyeceklerini söylüyor. Son virajlar dönülürken bakalım Erdoğan'ın bu akşam CNNTürk-Kanal D ortak yayınında açıklayacağı projesi ne olacak?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder