Pazartesi günü seçimi değerlendiren ve 2. tur stratejisinin ne olması gerektiği ile ilgili bir yazı yazacaktım ancak iş yoğunluğundan dolayı yazamadım. E haliyle günler geçince de biraz gazı kaçtı. Yazmaktan vazgeçmiştim. An itibariyle Özdağ-Kılıçdaroğlu görüşmesinden yapılan açıklamayı yorumlarken baktım ki uzun olacak, bari aklımdakileri yazayım dedim.
Evet, millet ittifakı 14 Mayıs'ın son düzlüğünde "ilk turda bitirelim" sloganını öne çıkardı ki bu "ikinci tura en kötü önde gireriz" mesajıydı. Şüphesiz ki son 2 aydır da açıklanan anketlerin ekseri çoğunluğunda Kılıçdaroğlu önde gözüküyordu. Seçim sonuçları muhalif seçmen için büyük bir hayal kırıklığı yarattı ancak 3 günde gördüğüm kadarıyla bu ölü toprağı atılmış durumda. Erdoğan ise planını 2.tur olarak kurmuş gözüküyordu ve o tarafta 2.tur stratejisi için herhangi bir yalpalama yok gibi. Kararlı adımlarla kaldıkları yerden devam ettikleri gözüküyor. Seçim sonuçlarına göre avantajları ve dezavantajları tekrar değerlendirmekte fayda var.
Adını bir kere doğru koyalım: Erdoğan'ın "terör" propagandası işe yaradı. İnsanlar, terör örgütünün imtiyazlara sahip olacağından korkup daha açlık, sefalet, adaletsizlik korkularını geri plana attılar. Bu propagandada Muharrem İnce ve Ümit Özdağ'ın da katkısının büyük olduğunu düşünüyorum. Tabi bu propagandayı kırmak Kılıçdaroğlu'nun işiydi ve sonuçta bu konuda başarısız kaldı. Yazdığım mektubu okursanız, oradaki adımlar uygulanabilseydi yani Kılıçdaroğlu'nun "icraat" kimliğinden ziyade "uzlaştırıcı" kimliği ön plana çıkarılabilseydi bu kötü propagandadan sıyrılmanın önü açılabilirdi. Hala da açılabilir. Özdağ ile görüşmenin sonrasında yapılan açıklamada bunların izleri gözüküyor. Yine de Vizyon yazısında yazdığım gibi Özdağ, İnce gibi müesses nizam temsilcilerine verilecek olan bu paye canımı sıkıyor. Herkes kendi çöplüğünün temsilcisi gibi dolaşırken çöplüğü yok etmek üzere yola çıkan bir vizyonun uzun vadede kaybettiğinin göstergesi olur çünkü.
Seçim sonuçlarına bakacak olursak; AKP ve MHP oy kaybetmesine rağmen bu kayıplar ittifaka katılan partilere akmış. BBP ve YRP aldıkları oy ile bu kaybı ittifak içinde tutup Erdoğan'ın hanesinde kalmayı başarmışlar. 2018 seçimlerinde AKP+MHP oyları %1 farkla Erdoğan oyuna eşit olurken bu seçimde Cumhur İttifakı oyları yine Erdoğan'da kalmış. Yani Erdoğan, kendine oy veren seçmene partisini desteklemeyip kulağını çekmek için 4 farklı alternatif sunmuş durumda. Bu da o seçmenin katılım oranını yükselten bir etmen olmuş. AKP, MHP ve YRP'ye erirken MHP'den Ata ve Millet İttifakı'na geçişlerin olduğunu tahmin ediyorum. Bu durumda Millet İttifakı'nda İYİ Parti'nin oyunun artmamasının sebebi ise CHPli seçmenin CHP'ye geri dönmesi gibi özetlenebilir. Aslında oy geçişleri olmuş ancak Erdoğan ittifakı genişletip seçmenine uyarı verme şansı vermesiyle kutbunun katılımını yüksek tutup üstünlüğü ele geçirmiş gibi duruyor. Diğer bir deyişle de partisini kendi cumhurbaşkanlığına feda etmiş durumda.
Millet İttifakı'nda ise durum vahim gözüküyor. Çünkü masanın oluşumundan son anına kadar sürekli seçmenden fedakarlık yapmasını bekleyen bir yapı ile hareket edildi. İki tarafın cumhurbaşkanı ve milletvekili listelerini incelediğimiz zaman cumhur ittifakı seçmenine "adayı meclisle cezalandırma" hakkı vermiş. Bu durumda ise adayın negatif yönleri daha az tartışılır olmuş. Öte taraftan Millet İttifakı'nda listeler de tartışmalıyken adayın olumsuz yönleri seçmende daha görünür olmuş ve seçmen daha fazla fedakarlık yapamamış.
Bu 3 günlük süreçte konuşulanları, fikirleri, görüşleri biraz toplamaya çalıştım ve ilk tur için şahsen atladığım noktanın ne olduğunu fark ettim. HDP'nin CHP'ye desteğinin mecliste bir çözüm sürecinin başlaması olarak okuyordum. Doğal olarak kayyumlar kalkacak ve HDP meşru siyasi arenada kendine alan açmış olacaktı. Demirtaş'ın "PKK'ye silah bıraktıracağız" açıklamasıyla birlikte terör sorununun mecliste çözümünün önü açılacak ve HDP merkezileşirken Türkiye ise sorunlarını mecliste çözen bir yapıya kavuşacak diye düşünüyordum. Yani her taraf açısından bir win-win denklemiydi. Ancak seçmende bu daha farklı bir analizle ele alınmış. PKK'nin yaptığı açıklamaların ve HDP'li bazı sorumsuz isimlerin açıklamalarını üstüste ekleyip bir de HDP'nin "anahtar parti" söylemini koyunca, seçmen "Anahtar neden Kürt partisi olsun, Türk milliyetçileri olsun" şeklinde bir refleks göstermiş gibi duruyor. Zira MHP oy kaybetmesine rağmen o alanı AKP'den doldurduğu gibi Zafer Partisi'nin %2,2'lik oyu ve Sinan Oğan'ın %5,5 oyu bu şekilde tanımlanabilir. Burak Bilgehan Özpek seçimden sonraki Adını Koyalım'da farklı bir analizi de söyledi. Özetle, "4 partinin hiçbir katkısı yokken 1'er bakanlık üzerine milletvekillikleri alabildiği bir düzlemde HDP'nin sadece demokrasi aşkıyla Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceğine kimse inanmazdı" dedi ve nitekim öyle oldu. Sorduğum zaman HDP'ye karşı bir önyargı olarak cevaplar gelen bu itirazın aslında altyapısı bizzat bu nokta. Düşününce de gayet de makul bir altyapı gibi duruyor. En azından HDP'nin terörle ilişkisini suç düzeyinde gören seçmenler bu algoritmayı sözle kuramasalar bile zihinlerinde kurmuşlar gibi duruyor. Tabi Millet İttifakı bu algıyı kırmak için İyi Parti'yi daha milliyetçi bir rolde tutarken CHP'yi de daha merkeze genişleyen bir role sevk etti. İyi Parti milliyetçi söylemle MHP'nin alternatifi olmaya çalışırken bu rolü ve yapıyı hazmedemeyen Ağıralioğlu gibi düşünenler ittifakı terk etti. CHP ise yıkılan merkez siyasette bütün rolü 4 partiyi içeri alarak, tamamını kaplama stratejisi izledi ve görünen o ki bu da başarısız oldu. Erdoğan'ın terör propagandası kendi seçmenini sayısal olarak kayıplara rağmen tuttu, İyi Parti'yi ve CHP'nin ulusalcılarını çözdü.
Şimdi 2. tur stratejileri nasıl ilerleyecek? İki cephe açısından da olayı değerlendirelim. Bana kalırsa Erdoğan alabileceği maksimum oyu aldı. İki seçimde de Cumhur-Erdoğan oylarını inceleyecek olursak paket halinde ittifak-aday ilişkisiyle oy verilmiş durumda. Kabaca inceleyince bile MHP+Oğan ya da AKP+Kılıçdaroğlu olmadığı çok net gözüküyor. İlla ki bu geçişler olmuştur ancak bunlar her ikili kombinasyonda geçerli olduğu için ihmal derecesinde kabul edilebilir. Bu durumda Erdoğan maksimum oy sayısına ulaşmış durumda. Yani Kılıçdaroğlu'nun seçim gecesi söylediği "Hala Erdoğan'ı istemeyen en az %51'lik bir seçmen var" çözümlemesi doğru bir çözümleme. Bu durumda geçerli oyların yarısından bir fazla alması için, yani seçilebilmesi için, kendi seçmenini 28 Mayıs'ta aynen sandığa taşımak zorunda. Kabaca 60 milyon seçmenden bahsedersek de aslında Erdoğan'ın gerçek oy oranı %45 dolaylarında. Çünkü Erdoğan'a oy vermek isteyen seçmen öyle ya da böyle oyunu vermiş. Bu durumda Erdoğan'ın %50+1 olması için katılım sayısını düşürmek ve geçerli oy sayısını 54milyonun altına indirmek gibi bir stratejisi olacaktır. Zira Erdoğan da çıktığı ilk TV yayınında "Çaya, fındığa, yazlığa gidecek olursunuz. Oyunuzu kullanın öyle gidin" diyerek seçmenini tutmaya çalışıyor.
Madalyonun diğer tarafında ise Erdoğan'a oy vermeyen %55lik bir kesimden söz ediyoruz. Kaldı ki Erdoğan'a oy verenlerin %100'ünün de gönül rahatlığı ile oy verdiğini düşünmüyorum. Yani alınan 27milyon oyun içinde de birkaç milyon kararsız kalıp sandığa gitmeyecek ya da tercihini değiştirebilecek bir kitlenin var olduğunu tahmin ediyorum. Bu durumda ise hedef oy kitlesinin 58-60 bandına bile çıkabileceğini tahmin ediyorum. Yani Kılıçdaroğlu, Facebook'ta zamanının büyük trendi olan "Erdoğan tarafından yönetilmeyelim diyen 30milyon seçmen bulabilirim" sayfası açmış ve yaklaşık 35 milyon üye kazanmış diyebiliriz. Yalnız bu 35 milyon seçmenin bir kısmı sandığa gitmeyerek bir kısmı da Oğan'a oy vererek "sen de olma" mesajı vermiş gibi duruyor. Şimdi ikinci turda bu 35 milyonun ne kadarı ikna edilecek ve Kılıçdaroğlu için oy atmaya ikna edilecek onun kampanyası yapılmalı.
Peki bu kampanyayı ben olsam nasıl kurardım? Öncelikle net bir şekilde bu "Erdoğan kalsın mı gitsin mi" referandumu olarak seçmenin önüne koyulmalı. Zaten 14 Mayıs'tan önce bu söylem dillendirilmeye başlanmıştı artık daha yüksek bir sesle bu söylenir oldu. Buradan başarılı. İlk turu geride bitirmenin hayal kırıklığını Kılıçdaroğlu'na oy veren seçmenin çabuk atlattığını görebiliyoruz. Anti-Erdoğan kampanyasını Kılıçdaroğlu'ndan önce sahiplenip harekete geçtiler bile. Bunun yanında CHP'nin sandıklara sahip çıkabileceğine dair kuşkular bir kez daha seçmeni tetikledi ve Oy ve Ötesi'ne başvuru 200bin üzerine çıkmış durumda. Yani "Erdoğan gitsin" görüşü hakim ve bunun için de en güçlü adaya oy vermiş seçmen bir kez daha taşın altına eline koyup enkazı kaldırmaya başladı. Peki Erdoğan'ın karşısındaki en güçlü adaya oy vermeyen seçmen için bu motivasyon yeterli olacak mı? İşte asıl mesele burada...
Oğan ve Özdağ, karakter olarak milliyetçi-muhafazakar seçmen tabanına oynayan bir seçmen görünümünde. Yine de kampanyalarını "Atatürk milliyetçiliği" üzerine koymuşlardı. Bu sebeple de milliyetçi-muhafazakar seçmenden ziyade seküler-milliyetçi seçmenin ilgisini çektiklerini düşünüyorum. Elbette ki milliyetçi-muhafazakar seçmene de temas edebilir, onların evlerine-televizyonlarına-telefonlarına temas edebilir noktadalar.
Yukarıda anlatmak istediklerimi şöyle bir gradiente koyarsam algılamanıza daha yardımcı olur. Erdoğan'ın kalmasını isteyen seçmen ya da milliyetçi seçmen gardienti gibi düşünebilirsiniz. Siyah taraf Erdoğan. O noktaya yaklaşıldığında AKP seçmeni, koyu Erdoğanistler, MHP'nin devlette açılan kadrolarından istifade edenler, BBP'nin, YRP'nin kazanacağı alana yatırım yapmak isteyenler var. Merkeze doğru kaydığımızda ise mavi çizgiyle Sinan Oğan'a ok ile bağladığım Erdoğan gitsin ama gelecekle ilgili kaygısı olan seçmen var. Ya da "Sinan Oğan kazanamaz, oyum ziyan olmasın" da demiş olabilirler. Sonrasında Erdoğan'dan vazgeçmiş ama eli Kılıçdaroğlu'na gitmeyen seçmen aralığı var. İşte o aralığa Sinan Oğan oturmuş durumda. Yani "Erdoğan'a oy verecek olan zaten verdi" çıkarımını kabul edecek olursak oy vermeyenlerin çoğunlukta olduğunu görebiliriz. Bu seçmene ulaşmak asıl mesele Kılıçdaroğlu adına. Bunu yaparken nasıl yapacak?
Kılıçdaroğlu'nun elinde iki büyük koz var: Kadrolar ve uzlaşı kültürü. Öyle ya da böyle Kılıçdaroğlu'nun hanesine pozitif yazılan seçeneklerden biri 6 benzemez partiyi öyle ya da böyle bir araya getirebilmesi olmuştu. Bunun yanında dışarıdaki ittifakların tamamıyla da kontak kurabilen tek lider. Bugün Emek ve Özgürlük İttifakı'na da gidebilen, İnce'ye de gidebilen, Ata İttifakı'na gidebilen tek lider kendisi. İlk 2 günkü masaya yumruk şovu ve nokta söylemli açıklamayı gereksiz bir savrulma olarak nitelendiriyorum. Çünkü bu söylemin alıcısı zaten kararını vermiş durumda. Yukarıdaki mavi çizginin solunda kalanlar onlar. Oraya temas etmeye bu şekilde çalışarak sadece "taklitçi" duruma düşülür ve her zaman orijinali tercih edilir. Bunun yanında ise HDP ile yapılan pazarlık ne ise Sinan Oğan ve Ata İttifakı'na bu anlatılıp bizzat onlar tarafından "korkulacak bir şey yokmuş" mesajının verilmesinin sağlanması gerekir. Bu nasıl olacak? Tam da Özdağ-Kılıçdaroğlu görüşmesinin ardından yapılan açıklamalara baktığımızda "6 parti olarak mütabakat metnimizi, anayasa değişiklik teklifimizi paylaştık. Onların sorularını yanıtladık" şeklinde Kılıçdaroğlu'nun açıklaması geldi. Özdağ ise "Kafamızdaki soru işaretlerini sorduk" şeklinde istişare kültürüne yönelik açıklaması geldi. Burada amaç Özdağ ve Oğan üzerinden Erdoğan'a oy vermiş mavi alandaki kitle + Özdağ ve Oğan'a oy vermiş aradaki kitleye bu tarafın terör konusunda açıklama yapmalarını sağlamaktır. Bu açıklamalar birkaç gün içinde gelir, gelmek zorunda. Zorunda kısmına ayrıca aşağıda bir paragraf açacağım. Bu aşamadan sonra da Kılıçdaroğlu'nun yoğun bir şekilde işi referanduma dökecek açıklamalarını izlemeliyiz. En bariz olarak da;
Ben bu meclisle de çalışırım çünkü ben uzlaşı kültürünü temsil ediyorum. Yani istikrar için oy vermenize gerek yok.
Terör ile mücadeleyi meclis çatısına getireceğim. Böylece terör sorununu çözmeyi amaçlıyorum. Eğer Erdoğan'a oy verirseniz, savaş devam eder. Ülke bu kadar kutuplaşmışken üstelik dünyada ve ülkede milliyetçilik yükseliyorken bu kutuplaşma bir iç savaşa sürüklenir ve bölünme kaçınılmaz olur.
İç savaşa ilerleyen yıllarda oluşacak Arap Milliyetçiliğini de ekleyin. Çünkü sınır kapıları hala açık ve hep dışardan gelmeye başlıyorlar hem de içerde çoğalmaya devam ediyorlar. 20 yıl içerisinde kendi partileri, siyasi söylemleri belki bağımsızlık hedefleri olan bir Arap Milliyetçiliği ile yüzleşmek zorundayız.
Bütün bu çözümler için ülke ekonomisinin refaha ulaşması gerekir. Benim elimde güçlü kadrolar var, Erdoğan'ın elinde yok.
Yani özetle Kılıçdaroğlu'nun Özdağ-Oğan hattına yanaşması değil onları kendi hattına ikna etmesi gerekir. Eğer bu iknayı sağlar da Ata İttifakı'ndan "korkulacak bir şey yoktur, biz buradayız merak etmeyin" minvalinde bir açıklama gelirse; hedeflenen 28-30 milyon aralığındaki seçmen sayısına ulaşılabilir. Mavi alandakilerin sandığa gitmemesi sağlanabilir.
Özdağ ve Oğan'ın neden zorunda olduklarına dair de analizimi bu kısımda değerlendireyim. Seçimden sonra Tuğrul Türkeş "yükselen milliyetçilik" minvalinde bir yazı yazdı. Yazısını da ilerleyen zamanlarda Türk Milliyetçilerinin bir çatı altında birleşmesi gerektiği ile bitirdi. Yani orta ve uzun vadede Erdoğan düzeni tasfiye olacaktır; dünyada da milliyetçilik yükselirken biz de yavaş yavaş safları sıklaştırmaya başlayalım dedi. Şu anda elinde belirli bir güç bulunduran milliyetçiler için son derece konforlu bir alan var. İyi Parti her ne kadar kampanya söylemlerine erişememiş olsalar da (ki bu büyük bir hayalcilikti. Çok net başarısız oldular) 44 milletvekili ile meclis temsili bulunduruyorlar. MHP aynı şekilde üstüne bir de devlet kadrolarında söz sahibi. AKP içindeki Türkeş gibi milliyetçilerin yerleri sağlamda. Geriye Özdağ ve Oğan hattı kalıyor. Her ikisi de seslendikleri kitleden ziyade Erdoğan karşıtlığı ile bu oyu aldıklarını biliyor. Bugün için tarafsız kalarak ya da Erdoğan'dan yana destek açıklayarak mevcut statükoda alan sağlayıp sonraki seçimlere yatırım yapabilirler. Hatta Oğan'ın mütareke şartlarından olan "Nas sistemli ekonomi modelinden vazgeçilmesi" ile Erdoğan'ın kabinesine girip oradan koltuk da alabilirler ancak sistemi değiştirecek güce asla erişemeyecekler. Yani %5 oy ile sistemin %51'ini kontrol edemeyecekler ve dolayısıyla düzeltemeyecekler. Mesela ekonomi yönetimini alsalar adalet yönetimini alamayacakları için hukuksuzluğu gideremeyecekler ve dolayısıyla ekonomide başarılı olamayacaklar. Ya da göçmenleri yollamak için İçişleri Bakanlığı'nı alsalar Savunma Bakanı'na "Şu sınırları kapat. Biz buradan yolluyoruz sen oradan sokuyorsun" diyemeyecekleri için orada da başarısız olacaklar. Özetle Ata İttifakı bileşenleri de bu cumhurbaşkanlığı sistemine ve şahsıyla özdeşleştiği için Erdoğan'a karşı pozisyondalar. Buradan gelecek seçimlere yatırım yapmak için tarafsız kalarak ya da Erdoğan'a yanlayarak bir alan kazanmaya çalışmak orta ve uzun vadedeki yıkıma ortak olmak anlamına gelecektir. Bu sebeple de Oğan her seferinde Kılıçdaroğlu ile oturup konuşmak adına açıklamalar yapıyor. O yüzden Kılıçdaroğlu Oğan çizgisine gelip "taklitçi" olmak yerine kendi tezlerini kabul ettirip "uzlaştırıcı" nosyonunu daha da parlatması gerekir. Ata İttifakı'nın tarafsız kaldığı durumda seçimi kazanamıyor, evet ama Kılıçdaroğlu'nun "taklitçi" olması mavi alandaki seçmenin Erdoğan'dan vazgeçmemesine sebep olacaktır. Yine aynı şekilde şımarıkça bir koltuk dağıtma sevdası da olumsuz değerlendirilecektir. "Taklitçi" söylemini düşünürken bunu da ekleyin içine. Yani taklitçi olsan dahi kazanamayacağın bir yarış oluşuyor. Türk milliyetçilerinin önünde ise büyük bir sınav var. Çünkü Türk milliyetçiliğinin yükseldiği alanda Kürt milliyetçiliği de yükseliyor. Kürtler HDP'ye "bizim partimiz" algısıyla oy veriyorlar. Üstüne üstlük bu seçimde çok bariz bir HDP başarısızlığı varken 61 milletvekili ile nüfusa oranla başarılı bile sayılabilirler. Türk milliyetçileri dünyadaki bu milliyetçi dalgada sörf yapmak isterlerken Kürt milliyetçiliğinin de yükselmekte olduğunu önemsemeyip silahlı mücadelede ısrar ederlerse kutuplar daha da keskinleşerek geri dönülmez acılara ve sonuçta bölünmeye savrulduğumuzu görmek zorundalar.
Sadece Türk milliyetçilerinin bu fedakarlığı ile bu kara terör propagandası kırılamaz. Yukarıda da bahsettiğim üzere herkesin belirli ölçüde ve en büyüğünü de Kılıçdaroğlu seçmeninin yaptığı fedakarlıklardan sonra hiçbir fedakarlık yapmadan seçimden kârlı çıkan partilerin de fedakarlık yapması gerekiyor. Saadet'i ayrı tutarak söylüyorum; çünkü onlar geçen 6-7 yıl içinde CHP'nin bulunduğu çizgiden desteklerini ayırmayarak yeterli fedakarlığı yaptılar. Ancak kalan 3 partinin oy getirmeden koltuk almış olması büyük alerji oluşturuyor. Yukarıda Bilgehan Özpek'ten alıntıyla bahsettiğim algoritmanın kırılması için bu 3 partinin belki de cumhurbaşkanlığı yardımcılığından feragat ederek Kılıçdaroğlu'nun elini rahatlatması gerekir. Zaten bu yönde adımlardan biri de Gültekin Uysal'dan geldi. Toplumda da böyle bir beklenti varken, bu beklentiye direnmeden uygulamaya sokarlarsa kara propagandanın kırılmasına yardımcı olurlar.
HDP'nin seçmeni, partilerini cezalandırmış, bu çok net. Bu cezalandırmanın terör propagandasıyla olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta HDP=PKK söylemi 10 senedir var ve 10 senedir artan bir HDP oyundan bahsediyoruz. Yani seçmen bir anda "ulan biz teröre destek veriyormuşuz ya" demiş olamaz. Bölgede Kılıçdaroğlu'nun oy oranları HDP'den daha yüksek çıktığına göre belli ki Demirtaş'ın "PKK silah bırakacak" söylemiyle birlikte Kılıçdaroğlu'na desteği daha büyük ilgi uyandırmış. Ben HDP seçmeninin partilerini Türkiyelileşememekten dolayı cezalandırdığını düşünüyorum. Demirtaş partiyi ve politikaları merkeze doğru çekerken HDP buna direnen açıklamalar yaptıkça hem bölge seçmeni HDP'den vazgeçip mesela Diyarbakır'da CHP'ye milletvekilliği vermiş hem de bölge dışındaki seçmen Kılıçdaroğlu'na oy vermekte tereddüt etmiş durumda. HDP'nin "kilit parti olacağız" şımarıklığı ile yaptığı söylemler sert bir duvara çarpmışa benziyor. Bu durumda HDP'nin kalan 10 günde tamamen meclis eksenli bir çözüm söylemine geçip Kılıçdaroğlu'nu desteklemeleri lazım.
Ve son söz de Muharrem İnce için. Seçim süresince yaptığı bütün propaganda "Kılıçdaroğlu kazanmasın" üzerineydi ve birinci ayakta bunun için kısmen başarılı oldu. Seçim sonrası CHP'den dökülen bilgilere baktıkça da "Muharrem İnce haklıymış" sözü gerçeklik kazanıyor, doğru, ancak 2.günden "Biz tarafsız kalacağız" yaklaşımı erken ve hatalı olduğunu düşünüyorum. "Erdoğan gitmeli" diyen seçmen silkinip ayağa kalkmışken "Tamam Kemal Bey, hadi sana şu seçimi kazandıralım" diye taşın altına elini koymuş olsa bu seçmenin yüzüne bakabilmek için bir şansı olurdu. Belki çok istediği CHP genel başkanlığı için bile yol açılırdı. Erdoğan ile bir 5 yıl sonrası Muharrem İnce bu pozisyonuyla siyasetten silinmek durumunda kalacaktır.
"Bana kalırsa AKP virüsünden kurtulmanın en güçlü yolu herkesin merkeze yaklaştığı bir düzende mümkün. Merkez ne kadar büyük ve aidiyeti güçlü olursa diğer tarafa daha yüksek sesle 'Biz seni ve köhne düzenini istemiyoruz' diyebilir. Merkezde büyük yeri kaplayan 6lı masa ama o da hantal ve işlevsiz. Yine de ses oradan çıkacak ve oraya dahil olmak lazım."
Böyle yazmıştım, "Var Bazı Hayallerimiz" yazımda. Merkez siyasetin yeniden şekil aldığı ve temelinde de hukukun olduğu bir düzene doğru gidiyoruz. Bu yapılabilir ya da yapılamaz ama çıkılan yol halistir.
Bugün Ruşen Çakır'ın Medyascope'ta yaptığı "Aradığınız 'Anadolu irfanı'na şu an ulaşılamıyor" başlıklı yorumunda anlattığı bir bölüm aklıma Meral Akşener'in 7 Mart'ta Teketek programındaki açıklamalarını getirdi.
Millet İttifakı ne için toplandığını maalesef tam olarak anlatamadı. Siyasi iletişimi eksik kalan ama asıl konuşulması gereken mevzu buydu aslında ve gidilen yolda da bunu artık anlatmayacaklarını görüyoruz. Bunu anlatmış olsalardı şu anda ne ikinci tur konuşuyor olurduk ne Muharrem İnce.
Aslında videoda izlediğiniz kısımda Meral Akşener'in söylediklerini 1 Mayıs sabahı Fox TV'de Erkan Baş da kendi meşrebince anlatmaya çalışıyor ama muhalefetin geniş bir söylem birliği bu alanda kurulamadı maalesef. Bekir Ağırdır da bunu farklı bir şekilde ifade ediyor mesela. Toplumun bir dönüşümü içten içe arzuladığını görüyoruz, biliyoruz ancak bunu sloganlaştırıp da muhalefet bloğunun diline çok haklı bir argüman olarak veremediler. Bu sebeple de güvercin tedirginliği yaşıyoruz. Zaten Ruşen Çakır'ın da ilk seferde bu vizyonu anlatamamış olmasının sebebi de bu.
Aslında Ruşen Çakır sonradan "üzerine düşündüm" deyip de aktardığı kısımda bunu gayet güzel özetlemiş. Ben de kendi zihnimde bunu daha farklı ete kemiğe büründürüyordum:
Evet, Kılıçdaroğlu kendi adaylığını pasif-agresif şekilde dayattı. Kafasında bir toplumsal dönüşüm vardı ve bu dönüşümü mücadele ederek değil "zorunlu ikna" yöntemiyle yapmayı tercih etti. Ben mücadele ederek ve ikna ederek bir dönüşüm fikrinin daha sağlıklı ilerleyeceği kanısındaydım. Öyle oldu böyle oldu, sonuçta adaylığı açıklandı. Açıkçası, 1-2 eksik olmasına rağmen propaganda süreci de gayet güzel geçiyor. Hatta yapabileceğinin en iyisi bile denebilir. Geçende arkadaşıma da anlattığım vizyonu ise ben şuradan görüyorum: Saadet Partisi.
Temel Karamollaoğlu mevcut siyasilerin arasında en yaşlısı. 81 yaşında. Partisi, milli görüş geleneğinin çekirdeği ve mirasçısı. Son 5 yıl içinde yaşadıklarına biraz bakacak olursak; referandumda "Hayır" kampanyasında yer aldılar. 2018 seçimlerinde son dakikaya kadar çatı aday üzerinden ilerlemeye çalıştılar. Yerel seçimlerde dirsek temasıyla Millet İttifakı'na destek verdiler. Son düzlükte de masanın bir bileşeni oldular. Bütün bu süreç alacakları bir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı, 1-2 bakanlık, 10-15 milletvekilliği için miydi? Bu 5-6 yıl içerisinde defalarca Ak Parti tarafında davet edilmiş, tehdit edilmiş, taciz edilmiş olmalarına rağmen bu isteklerini katıldıkları anda çok rahat alabilecekleri Cumhur İttifakı saflarına katılmadılar. O kadar ki, Oğuzhan Asiltürk ciddi şekilde bu katılım için bastırdı. Belki ömrü vefa etse şu an bambaşka bir siyasi iklimde yaşıyor olabilirdik. Peki neden bu direnişi gerçekleştirdiler? Meral Akşener'in anlatmaya çalıştığı gibi ülkedeki kutuplaşma siyasetinden kurtarma düşüncesiyle Temel Bey partisini bir şekilde tuttu ve ikna etti.
Kemal Bey ve Temel Bey, yaşları itibariyle siyasi arenanın en yaşlı iki ismi. Bu seçimi kazansalar da kaybetseler de onlar için son seçim. İkisi de bu riskleri neden aldılar? Risk diyorum çünkü garanti ata oynayıp İmamoğlu ya da Yavaş'ı aday gösterebilirlerdi, olası bir kaybetmede de "siz öyle istiyordunuz" derlerdi. Yine siyaseten silinirlerdi ama şu an kaybetmeleri durumunda alacakları tepkinin 10'da 1'ini alırlardı. Hatta tarihe bu kayıpla geçerlerse yıllarca bu etiketle yaşamayı göze almış oldular. Bu riski almalarının sebebi ise bu iki "ihtiyar" ülkedeki kutuplaşmayı diğer bütün siyasilerden daha farklı görüyorlar. Temel Bey tam tanımıyla, Kemal Bey ise geç boomer kuşağından. Gördükleri bu kutuplaşmadan ülkeyi kurtarmanın kendi isimlerinden çok daha değerli olduğunu fark ettiler.
Öyle bir kampanya süreci ki en çok çalışan olası bir yenilgide en çok kaybeden olacak. Çünkü en çok görünen oluyor. Bu yüzden kaybeden olmamak için en çok çalışan oluyorlar. Garip bir fasit daire durumu bu. Kendini gerçekleştiren kehanet gibi. Babacan ve Davutoğlu'nun kendini ortaya atmamasının bir sebebi de bu. Olası yenilgide daha az yıpranmış çıkmak. Belki Deva-Gelecek ve Demokrat alacakları güç ölçüsünde çalışmıyor gözüküyorlar ancak güç dengesi kazanılan bir seçim sonrasında daha farklı dağılacaktır. Babacan ve Davutoğlu ile hesaplaşma ise parlamenter sisteme geçildikten sonrasına bırakıldı. O hesaplaşmayı bizzat seçmen yapacak.
Peki Temel Bey partisini nasıl ikna etti? Kendisi ne Erbakan gibi bu hareketin kurucu efsanesi ne Recai Kutan ya da Oğuzhan Asiltürk gibi mitleşmiş parçası. Saadet Partililer buna nasıl ikna oldu? Güç için kendini, zulmettiğini söylediği zalime satmayan, herkesin çalıştığı kadar kazandığı ve herkesin kendisi olduğu bir düzeni istedikleri için. Evrensel değerlerde bunlar insan hakları, demokrasi oluyor, Saadet Partililer için ise müslümanlık. Onlar, müslümanların böyle olması gerektiğine inandıkları için böyleler. Yani, "gerçek müslümanlık bu" demek için buradalar. Çünkü onlar da gördüler ki, "müslümanım" demekle müslüman olmak ayrı şey. Zulmeden ve hukuka uymayan müslümanın müslümanlığını sorguluyorlar. (Buraya bir not ekleyeyim: Şu ana kadar sivrilmediler ama yine de Saadet içinden hilafet, şeriat yanlıları ya da benzer sivri çıkışlar gelebilir. Her grupta olduğu gibi onların içinde de radikaller illa ki olacaktır. Partinin nasıl bir tutum aldığına bakmak gerekir)
Özetle yeni bir merkez kuruluyor ve başarılı olursa bu merkezin çapı çok büyük olacak. İçinde kendini müslüman diye tanımlayan da olacak Kürt diye tanımlayan da, "Ben Alevi'yim" diyen de olacak, eşcinsel de... Ama temelde hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını artık gururla taşıyacak. Bekir Bozdağ dedi ya hani "şampanya ile kutlayanlar vs namaz kılarak kutlayanlar" diye. Tam bu birliktelik ikisini de yapacak olanların birbirlerine saygı duyup rahatsız etmeden yapması ve diğerinin yapmasına müsaade etmesi olacak. Aslında biz bunu Gezi'de yaşadık. Müslümanlar namaz kılarken başlarında bekleyen ateistlerle yaşadık. Şimdi bu bütün topluma yayılacak. Şöyle bir sahne canlanıyor gözümde: 15 Mayıs gecesi Saadet Partisi'nin önüne kutlamalara elinde biralarla giden gençlere artık öyle büyük tepkiler verilmeyecek de Temel Dede çıkıp "gençler taşkınlık yapmadan eğlenin" diyecek. Gençler de içeriye içkilerle girmeyecek ama onların tuvaletleri kullanmasına izin verilecek.
Peki merkez kurulmaya çalışılırken karşısında ne var? Müesses nizam savunucuları bu merkezin kurulmasını istemiyorlar. Rövanşist yapıyla iktidarın 150 senedir el değiştirerek intikam unsuru olarak kullanılmasını ve hukukun hep ele geçirilecek bir alan olmasını isteyenler şimdi hukukun üstünlüğüne direnmek istiyorlar. Bu direnişin içinde "önce bu muhalefeti değiştireceğiz, sonra bu iktidarı değiştireceğiz" ve "bu son seçim diyenlere aldanmayın" diyen Muharrem İnce de var, "(Kaybedersek) 14 Mayıs darbedir" diyen Erdoğan ve şürekâsı da... O sebeple sesleri en çok çıkıyor, hırçın bir şekilde bağırıyorlar. Ve o yüzden ki muhalefet bloğu Muharrem İnce'yi Ak Partili olmakla suçluyor. Bu suçlama maddi anlamda besleniyor, emirler alıyor, saraya hizmet ediyor değil; bu suçlama Erdoğan ve müesses nizamın terk etmek istemediği zihniyete hizmet ediyor. Daha doğrusu toplumun o zihniyeti değiştirme talebine direniyor.
Belki ben bile meramımı tam olarak anlatamadım, okurken bu yazı soyut geldi size. Dediğim gibi, elle tutulur dille söylenir bir kampanya söylemi verilemedi maalesef. En barizini yine halk buldu, "Birleşe birleşe kazanacağız". Artık oluruna bırakıp yaşayarak deneyimlemek ve bir süre daha siyaseti takip ederek bu adı konmamış, tarifi net yapılamamış vizyonu bir şekilde tanımlamaya çalışacağız. Herkes kendi anladığı kadarıyla uygulanmasına muhalefet ederek rayına sokmaya çalışacak. Bu yüzden de seçimden sonrası bu siyasi gerginlik en azından yerel seçimlere kadar devam edecek. Ben de o yüzden oyumu, adaleti şimdiye kadar daha şiddetli savunan (olsa LDP) TİP'e vereceğim ki adalet düzgün kurulmazsa güçlü muhalefet etsinler.
Son söz olarak, emekleri başarılı olursa zaten efsane olurlar ama başarısız olurlarsa dahi bütün o anlatılacak olan kötü imajlarına rağmen ben bu iki yaşlı dedenin cenazesine gideceğim. Bu ülkenin daha iyi bir yer olması için samimi bir şekilde çalıştıklarına ben şahidim. İnandıkları Allah'a bunu söylemek için o cenazelere gideceğim.
Ben, İTÜ Kimya Mühendisliği'nden geç de olsa mezun olmuş, Erdoğan'ın akıldışı ekonomi ve dış politikalarının neticesinde artan döviz kurundan bağlı kimya sektörünün daralmasından ve bazı şahsi hatalarından dolayı istediği işi bulamamış, daha sonra yazılım öğrenerek hayatını yazılım sektöründen kazanan bir gencim. Yaşım belki güncel politikteki "genç" için biraz ileri olabilir ama hala ülkenin medyan yaşındayım ve kendimi genç olarak sınıflandırmamın temel sebebi ise senelerdir ülkenin sürüklendiği karanlıktan çıkmanın formülünü kendince gece yarılarına kadar düşünerek uykusuz geceler geçirmeye hala devam etmemdir. Öyle ya da böyle seçim geldi ve yine öyle ya da böyle bir stratejiyle buraya kadar geldiniz. Buraya kadar gelinen yolu ve ya stratejinizden anladığımı yazıp da zamanınızı almak istemiyorum. Bir blog sayfasında (aşağıda linkini bulabilirsiniz) zaman zaman süreçle ilgili düşüncelerimi yazmıştım, merak ederseniz oraya bakabilirsiniz. Ben şu anda, gelinen son düzlükte, kendimce sizin kazanmanıza katkıda sağlayacağını düşündüğüm fikrimi anlatmak isterim. Bir mühendis ve yazılımcı olarak bütün günüm algoritmalarla geçiyor ve belki stratejinize katkıda bulunabilirim diye düşündüm.
Az önce "Bay Kemal'in Tahtası" videolarınızın ikincisini yayınladınız, onu izledikten sonra bu yazıyı yazıyorum. Benim gördüğüm, tam olarak nasıl bir karakteri bürüneceğinizi henüz tam oturtamadığınız yönünde. Şöyle ki; şüphesiz anlattığınız üretim modelleri, icraat vaatleri, açılım süreçleri etkili ancak seçmen sizi "icraatçi" olarak mı benimseyecek yoksa farklılıkları bir araya getirip bunları orkestra şefi gibi yönetecek bir "uzlaştırıcı ve yönetici" kimliğinizle mi? Sanki adaylık süreciniz netleştikten itibaren icraatçi şapkanızı daha görünür kılmaya çalışıyorsunuz. Şüphesiz ki çevrenizde sosyoloji ve kampanya yönetimi konusunda tecrübeli insanlar vardır ancak icraatçiliğin algıda tekeli Erdoğan'ın elinde. Bütün kampanyasını "yaptım yine yaparım" algısı üzerine oturtmuş ve 20 senedir de kazandığı seçimleri bu algıyla kazanmış birinin karşısına icraat şapkasıyla çıkmanız bana çok akıllıca gelmiyor. Elbette yerel yönetimlerde kazandığınız başarıları ve icraatleri referans olarak göstermek istiyorsunuz, Allah var Ekrem Başkan ve Mansur Başkan da bu konuda gerçekten iyi iş çıkardılar ve bunları güzel anlatıyorlar, ancak algı henüz bunları CHP olarak yaptığınız yönünde değil, bu başkanların bireysel başarısı şeklinde. Her ne kadar, diğer CHP belediyelerindeki başarılarınızı da anlatmaya çalışsanız da bunları konuşmalarınızı takip etmeye çalışan bana bile henüz geçiremediniz. Yine benzer şekilde, bakanlarınızı da açıklamanız gerektiğine inanıyorum. Böylece, "Yerel yönetimlerde, Mersin, Antalya, İzmir, Ankara, İstanbul'da başardığımız bu işleri, aynı tecrübe ve koordinasyonla, şimdi millet ittifakı ekibi olarak yapacağız ve başında ben bunları koordine edeceğim." deme şansını yakalarsınız. İnsanlar sizin adaylığınızda olumlu bakacak öğeler ararken kendilerini en çok ikna ettikleri durum, 6 ayrı partiyi bir masa etrafında toplayabilmeniz ve uzlaşı ile bir yere kadar getirebilmeniz olmuştu. Şimdi bu kimliğinizden devam etmelisiniz.
"Masa" sürecinin başlarında konuşma diliniz "biz" iken adaylığınızın belli olmasına yakın "ben" diline geçtiniz. Şüphesiz, yürütmenin başı olacak cumhurbaşkanlığına adaysınız ve "ben" dili ile bu karakteri güçlü tutmanız gerekiyor. Adaylık süreciniz dayatmayla, pazarlıkla vs. oldu kısmına girmeyeceğim, oradaki tartışmalar çokça yapıldı ve artık bir anlamı yok. Ancak dilinizin değişmesiyle birlikte adaylığınız belirginleşmesi insanların sizden uzaklaşmasına neden olduğunu gözlemliyorum. Tekrar "Biz" diline geçişiniz ile orkestra şefi kimliğinizin kazanmanızda daha etkili olacağı kanısındayım. Bir konuda teknik bilgiler veriyorsanız, bu bilgileri kimlerden aldıysanız, özellikle diğer partilerin kurmaylarının, isimlerini zikretmeniz de çok önemli olacaktır. Yürütme için siz yarışırken 6 partiden 6 ayrı seçim bildirgesi gelmesi kafa karışıklığı yaratıyor. Teknik projelerde istişare yaptığınıza dair birkaç propaganda videosu da bu konuda etkili olacaktır.
Aday profili kimliğiniz için bir örnek daha verip bu konuyu kapatacağım. Muharrem İnce 2018'de aday olduğunda, herkes kabul ettiği üzere, heyecan yarattı, muhalefeti ayağa kaldırdı. Ancak seçim kampanyası öyle bir yere savruldu ki iş kişisel rekabete döküldü. O zamanlar ısrarla birinci turdan önce kadro açıklamasının gerektiğini söylemiştim ama mektup yazmayı akıl edemedim. Sonuçta sistemi getiren tek adama karşı başka bir tek adam profili izlendi. İki tek adamın farkı birinin namaz kılması diğerinin içki içmesiydi. Ve insanlar da, henüz ülkeyi nasıl bir yıkıma sürükleyeceğini öngörmedikleri için sistemi getiren Erdoğan'a oy verdiler. Şu anda ise 3 yıl öncesinden adaylığını açıklayan İnce sıfırdan başlamak zorunda kaldı ve hala kendisinin iddia ettiği zıplamayı bir türlü yapamıyor. Bunun sebebi, insanların "sizin" etrafınızda kenetlenmiş olmaları değil. Erdoğan bakanlarını da milletvekili yaparak sıfırdan bir ekip oluşturacak. Ekibinde kimlerin olacağını Allah'tan başka kimse bilmiyor. Bana kalırsa Erdoğan da dahil... İnce ise aynı şekilde, kendi hatasına tekrar düşerek "tek adam"ı oynamaya devam ediyor. Muhalefetteki insanların 6lı masaya şans vermeleri ve sizi desteklemelerinin sebebi sizin "tek adam" karakteriniz değil yukarıda da bahsettiğim gibi orkestra şefi gibi farklılıkları yönetecek olmanız. Bu sebeple de insanların size şans vermesine ikna ettiğiniz bu tarafı pekiştirmeniz gerektiğini düşünüyorum.
Geleyim mektubu yazmaya karar vermemin asıl sebebine. Geçen hafta spor yaparken Mirgün Cabas'ın Gain Haber Youtube kanalındaki "Ya Sonra" programını dinledim. Farklı bir perspektif, farklı bir görüş ile göremediğim bir şey olur mu diye gün boyu farklı kaynaklardan kendimi beslemeye çalışıyorum. Evet, spor yaparken bile siyaset takip etmek zorunda kaldığımız bir ülkede yaşıyoruz ve inanın biz bundan çok sıkıldık. Programı mutlaka dinlemenizi öneririm, aşağıya linkini bırakacağım. Programı dinlerken sizin kampanyanız ile ilgili gözümde sadece tek bir fotoğraf canlandı. Boş kalenin önünde top ayağınıza gelmiş ve topu içeri atmanızı bekleyen milyonlar var. Aslına bakarsanız, mektubun başlığı da buradan çıktı çünkü tam da bunun görüntüsü var. Kalenin neden boş olduğunu anlatmama gerek bile yok zaten. İktidar partisi sizin vaatleriniz kendi vaadi gibi satmaya çalışıyor en basitinden.
Önceki hafta Özer Sancar Medyascope'a konuk olmuştu ve şu cümleyi kurdu: "Kemal Bey'in 'kazanabilir' algısı günden güne artıyor ve şu anda 45 bandında 'kazanamaz' ile eşitlendi. Kazanabilmesi için bunu %50'nin üzerine atması lazım" Yine Ali Babacan da vaktiyle şöyle bir cümle kurmuştu "Adayımızın kazanması için 55-45 gibi algıda kazanabileceği bir fark oluşturmamız lazım" Ve bugün Flu Tv'de Aydın Erdem "Türkiye Liderci mi" programında söylediği gibi "Kemal Bey %51 ile kazanırsa, Çorum'a ziyaretinde vali rapor alır. %55 ile kazanırsa vali, şehir tabelasının orada karşılamayı bekler"
Siz zaten bunları biliyorsunuz zira İsmail Saymaz'ın görüşmenizden sonra aktardığına göre, İnce'yi destekleyen kitlenin seçim günü yaklaştıkça kazanacak gibi göründüğünüzde sizi destekleyeceği üzerine bir strateji ürettiniz. Yine bütün yollar Roma'ya çıkıyor ve sizin bir şekilde "kazanıyor" algınızı yükseltmeniz lazım. Top ayağına geldiğinde taraftarın arkasına yaslanıp golü atacağından emin olduğu santrafor olmanız lazım, Icardi olmanız lazım.
İşte bu mektubu yazmamdaki asıl motivasyon da buydu, kendimce gördüğüm formülü sizinle paylaşmak:
Millet ittifakı olarak hazırladığınız mütabakat metninde hangi eylemleri kararname hangilerini meclis ile geçireceğiniz belirlemeniz gerekiyor. Burada önemli olan meclis yasalarının açık ara çoğunlukta olması önem taşıyor. Böylece hala ittifaktaki diğer partilerin seçmenlerinden size oy vermekte tereddüt edenlerin tereddütlerini giderebilirsiniz. Unutmayın ki size şans verilecek olmasının temel motivasyonu "tek adam" yöntemiyle yönetmeyecek olmanız.
Bu maddeleri yasa tasarısı haline getirip meclise girecek ve girme potansiyeli bulunan hatta zaman kalırsa seçime bile giremeyen partileri dolaşarak mütabakat sağlayın. Yani, seçim sonrası yapılacak olan grup görüşmelerine şimdiden başlayın.
Örneğin, "Hızlı Eylem Planı" olarak 100 maddelik bir yasa taslağı çıktı. Kamuoyuna "Tahribatı bir an önce bitirmek için yol almamız gerekiyor. Biz 6 parti olarak 100 maddelik taslak hazırladık. Diğer partilerden bunları değerlendirmelerini istiyoruz." şeklinde bir açıklama yapıp bu taslak ile yanınıza gittiğiniz grup sizi neyle suçluyorsa, o suçlamaları boşa çıkaracak siyasi çizgideki cumhurbaşkanı yardımcınızı alıp görüşme yapın. Mesela, Muharrem İnce'yi tekrar ziyaret edin. Sizi PKK ile işbirliği ile suçluyorsa siz yanınıza Meral Hanım'ı ya da Mansur Bey'i alın. Görüşmede "Meclise girme ihtimaliniz var. Bunun için şimdiden şu taslakta sizin için uygun olan maddeleri bize bildirin ki meclis açılır açılmaz o maddeleri bir an önce geçirelim" deyin. Mesela Memleket Partisi'nde 60 maddede mütabakat çıktı. Oradan yine 100 madde ile Emek İttifakı'na aynı söylemle bu sefer yanınıza Ekrem Bey'i ya da Temel Bey'i alarak gidin. Oradan 80 maddede uzlaşı çıktı diyelim. LDP'ye Babacan'la, Zafer Partisi'ne Mansur Bey ile gidip mütabakat arayın.
Partilerden maddeler üzerinde kesişim kümesi 50 madde üzerinde çıktıysa bunu tekrar kamuoyu ile paylaşın.
Böylece "masa" kurulurken istediğiniz halde yapamadığınız genişlemeyi seçim önünde sağlamış olacaksınız.
Böylece;
"Kazanacak" algısını net bir şekilde oturtmuş olacaksınız.
"Uzlaşı ile birleştirici" kimliğinizi güçlendirmiş olacaksınız.
8-10 maddede ancak uzlaşan partiyi toplumun önüne atıp "uzlaşılmaz" gösterip yarış dışı kalmasına ve oylarının size kanalize olmasını sağlayacaksınız. Özellikle İnce ve Özdağ'dan böyle bir tepki gelirse çok faydanıza olacaktır.
Olur da İnce tarafından 60-70 oranında bir uzlaşı çıktığında bu sefer de seçmenine "Aslında aynı şeyleri istiyoruz. Geri kalanlar için mecliste tekrar görüşülecek" diyerek oylarını alma şansını yakalayacaksınız. Böylece kendilerini kazanmanızı bekleyen seçmene onları kazanmak için bir şeyler yaptığınız göstermiş olacaksınız. Özellikle İnce'ye giden seçmen, size yöneltilen anti-Atatürk, Fetö, PKK gibi suçlamalardan dolayı değil adaylık sürecinde onların fikirlerini dinlemediğiniz için gidiyor. Kalbini kırdığınızda bir çiçek alıp Selvi Hanım'a gittiğiniz düşünün, öylesi.
Masa liderlerini de kampanyaya dahil ederek onların da size desteklerini canlı tutacaksınız.
İnşallah olmaz ya, seçim ikinci tura kalırsa ve meclis çoğunluğu herhangi bir ittifakta olmazsa bu sefer de seçmene önceden uzlaşmacı kimliğinizi göstermiş olacak ve ikinci tur önünde "ben böyle bir meclisle de çalışabilirim ancak Erdoğan çalışamaz" mesajını vermiş olacaksınız.
Bu madde ekstra olacak. Mutlaka MHP ve BBP'yi de ziyaret edin. Kaybeden Erdoğan sonrası AKP'nin dağılacağı ve Gelecek, Deva ve Saadet'in buradan güçleneceği şeklinde bir strateji de izlediğinizi tahmin ediyorum. Ancak Bahçeli'nin Hüda-Par'ın varlığına bu kadar sessiz kalıp ayrı listeyle çıkması YRP ve BBP'ye kendi listeleri ile girmeleri için sağlanan ayrıcalığa itiraz değil. Herkesin dilinde olan HDP'nin anahtar parti olması ihtimalini engellemektir. Çünkü Erdoğan kazanırsa, Bahçeli'nin meclis çoğunluğu ittifakları için bir şey fark ettirmeyecek. Çünkü Erdoğan yine kararnamelerle ülkeyi yönetecek. Ancak Erdoğan kaybederse, ittifak dağılacağı için, MHP'nin yeni mecliste ağırlığının olmasını sağlamak istediğini düşünüyorum. AKP'den katılmasını tahmin ettikleriyle beraber mecliste HDP'nin anahtar, MHP'nin kilit olduğu bir aritmetik görebiliriz. Eğer, seçimden önce MHP'yi ve BBP'yi ziyaret ederseniz ittifakın daha önceden çatırdamasını sağlayabilirsiniz.
Belki bu önerim, bayramdan sonraki kampanya stratejinizin bir parçasıdır ve ben yine yüzlerce gecede olduğu gibi ülkemin bu karanlıktan kurtulması için uykusuz kaldığım bir başka geceyi yaşıyorumdur. Bu mektubuma cevap yazsanız da yazmasanız da, eğer kampanyanızın bir parçası olduğunu görürsem, bu mektubu yazmak için harcadığım 3 saate çok üzülmem.
Kemal Bey,
Bilmiyorum siz izliyor musunuz ama sokak röportajlarını da takip ediyorum. Ve 100 kişi ile konuşuluyorsa bunların arasında 4-5 tane siyasetçilerin aslında kendilerini düşündüğünü, halkın çektiği sıkıntıları ve halkın endişelerini hissetmedikleri yönünde serzenişte bulunan insanlar oluyor. Bilmenizi isterim ki bu aslında toplumun büyük çoğunluğunda içten içe bastırılmış bir düşünce. Herhangi bir partiyle bağı olmayan, sıradan bir vatandaş aslında bütün siyasetçilere bu gözle bakıyor. Yine de hayata dair bir umuda tutunmak için de politikacıların söylemlerine kendini ikna etmeye çalışıyor. Benim düşüncem de çok farklı değil. Yine de sizin ve Temel Bey'in biraz da Meral Hanım'ın gerçekten benimle benzer endişeleri yaşadığınızı zaman zaman hissediyorum. Benim en büyük endişem Avrupa Birliği standartlarında bir hukuk devletinin işletilmesi. Buna nasıl erişebileceğimizle ilgili henüz tatmin edici bir yöntem de açıklamadınız. Hukuk sisteminin içyüzüne vakıf değilim ancak neredeyse parti kimliği taşıyacak kadar siyasileşmiş hukukçuların nasıl adil kararlar vereceğine dair bir çözüm planı da duymak istiyorum. Ve aslında en büyük endişem, ülkenin ekseri çoğunluğu ile aynı olarak bu karanlığı yaratanlardan bir an önce kurtulmak. Lütfen siz de bizimle aynı endişeleri paylaştığınızı daha fazla gösterin.