27 Şubat 2012 Pazartesi

Cenk Gönen


“…Aslında belki de, Beşiktaş'a maçı kaybettiren isim: Kaleci Cenk. Geride bıraktığımız haftaları da düşününce "Bu kaçıncı hatan be Cenk" demeden edemiyoruz. Bir kaleci bacak arasından gol yiyebilir. Bir defans oyuncusu tıpkı dün gece Semih'in yaptığı gibi kendi kalesine gol atabilir ama bir kaleci Cenk'in yaptığı gibi asla o hatayı yapamaz. Yapmamalı. Bu seviyeye gelmiş Cenk, çaprazdan Selçuk'a çıkamaz. Madem çıktın, topu alacaksın. Alamazsan orada 'şaşkın ördek" gibi kalırsın…”
Ahmet Çakar’ın maç yorumunda Cenk Gönen için yazdığı sözler bunlar. Bu seviyeye gelmiş kaleci deyince de aklıma Euro 2008 geldi ister istemez. Benzer bir pozisyonda, Hırvatistan maçında, Rüştü rakibini ceza sahası yan çizgisine kadar kovalamıştı. Rüştü’nün tecrübesini, kariyerini yazmaya gerek yok zira o bile bu hatayı yapıyorsa Cenk hayli hayli yapabilir. Eğer Beşiktaş taraftarı da faturayı Cenk’e kesiyorsa onlar da büyük yanılgı içerisindedirler.

Galatasaray 3-2 Beşiktaş

Ne maçın sonucu umrumdaydı ne de oyun maçtan önce.. Tek derdim günlerdir hazırladığımız, uğruna sabahladığımız koreografinin altından kalkabilmekti. Maça da zaten fazla konsantre olamadım. Zaten play-offlu sistemde Beşiktaş'ı yenmemizin ya da Fener'le farkı 9'a çıkarmamızın bir anlamı pek yok. Yine de maçta gözüme takılanları paylaşmak istedim.

Kabul etmemiz gerekli yine iyi oynamadık. 4-4-2 ya da varyasyonu sistemle oynuyorsanız ilerideki ikiliyi kanatlardan  iyi beslemek gerekiyor. Engin de Emre de kanata inmektense ortadan delmeyi seven oyuncular. Böyle olunca da sürekli yer değiştirerek içe katederek oynuyorlar. Bu durumda olması gereken beklerin ileri çıkarak kanattan pas (orta) opsiyonu yaratmaları lazım ancak Hakan Balta Eboue kadar destek vermediği için aksama oluyor.Herhalde Terim'in Kazım ısrarının nedeni de buydu. Topu bir şekilde taç çizgisinde tutuyordu Kazım. 

Galatasaray'ın ve Beşiktaş'ın bulduğu ilk goller aynı kaleye birbirinin benzeri goller. İkisinde de defans kademesiz olarak topa müdahale etmek isteyince uzaklaştırılamıyor ve ortaya çevrilen top gol oluyor. 


2-1'i bulduktan sonra Terim, kötü oynayan Necati'yi Baros'la değiştirmek yerine nedense 4-5-1 fantezisine döndü, Riera'yi aldı oyuna. Belki B planı oluşturmak istiyor belki de Baros'a gözdağı vermek istiyor ama 4-5-1 olmuyor, olmayacak da. 3 sezon ve 3 kadro da bunu gösterdi zaten. Galatasaray 4-5-1 oynayamıyor. Mevcut kadroda ise 4-4-2 için orta göbekte Melo-Engin-Selçuk üçlüsünden 2si oynadığında verimli oluyoruz. Bunlarla 4-3-3 varyasyonlu 4-5-1'in orta üçlüsüne sacayağı kurma düşüncesi gerçekten heyecan verici ancak bir türlü olmuyor,oturmuyor. Beşiktaş 2. golü bulana kadar da iyice oyundan düşmemiz bunun göstergesi. Melo çıkıp da Engin'li 4-4-2 ye döndüğümüzde ise oyun sadece Engin'in üzerine yıkıldı. Topu alıp servis yapmaya ya da defansı delmeye çalıştı ancak ilk 11 başlamasından dolayı gücünün bittiği belli oluyordu. Yani demek istediğim 70. dakikada Melo-Engin değişikliği ile taze bir Engin ile golü son dakikadan daha erken bulurduk. Özetle bu 3lü kendi içinde 2li rotasyonla kullanılmalı. 
İstatistik bilimini doğru kullanmak doğru yoruma da kaynak sağlar. "Sabri oyundayken 2 gol yedik çıkınca 4 gol attık şeklinde" tek maçlık istatistik olmaz ama "4-4-2 oynadığımızda daha iyi oynuyoruz (göreceli), maçı çevirebiliyoruz, maçı koparabiliyoruz." dersem herhalde yanılmış olmam. Bununla ilgili yaptığımız maçları tekrar inceleyip bir rapor yapabilirim daha sonra.

Başta da dediğim gibi maçı analiz gözüyle pek incelemedim. O yüzden de maçın son dakikasına girilirken Selçuk'un ve Quaresma'nın hiçbir şey yapmadığını düşünüyordum. Beşiktaş'ın golleri bize uzak olan kalede olduğu için Toraman'ın attığı golün pasını verenin ve Semih'in ters vuruşunda o saçma ortayı yapanın Quaresma olduğunu pek seçemedim. Ama yine de Beşiktaş taraftarı ondan daha fazlasını beklemeli. Mesela maç 2-2 iken 3. golü atıp maçı kurtarmalı. Tıpkı benim Selçuk'dan beklentilerim gibi. Maçın son dakikasına girilirken düşüncelerim buydu ama Selçuk o anda beklentilerimi karşıladı. Tabi tekrar belirteyim maç içinde Melo'ya asistini atlamam beni bu beklentiye soktu.

Sonuçta bu sene derbilerde kaybetmeme geleneğimiz sürüyor. Daha önümüzde Fener deplasmanı ve Trabzon maçları var. Eğer bu geleneğimizi sürdürebilirsek play-off'a daha avantajlı gireriz. Öte taraftan da tekrar galibiyet serisi oluşturmamız da iyi oldu.

    
  


23 Şubat 2012 Perşembe

FATİH Projesi vol.2

Fatih Projesi'ni yazarken belirtmeyi unuttuğum bir nokta daha var. Almanya'nın eğitim sisteminde kurduğu makineden söz etmiştim. Peki bizdeki sistem ne alemde? 
Öncelikle bir öğrenci lise-1'i bitirdiği sene kendini sayısalcı, eşit ağırlıkçı, sözelci, dilci olarak tanımlamak zorunda. Tabi bunu yaparken de kurbağanın midesinin yerini bilmediği için mühendis olamaması gibi bir sorun da var. Bunlar yavaş yavaş sınav sistemiyle aşılıyor ancak yine de 14-15 yaşındaki bir çocuğun hayatının geri kalan kısmını etkileyecek bir karar almak zorunda olması ne acı. Tabi sınav sistemiyle aşılırken, öğrenciden sınavda hem kurbağanın midesinin yerini bilmesini hem de muson yağmurlarını bilmesini istiyorlar.
Bunun dışında asıl problem meslek seçimiyle alakalı. Normal şartlarda 17-19 yaş aralığındaki adaylar meslek tercihi yaparak üniversitelere giriş yapıyor. Ancak bu yaş aralığındaki bir kişinin meslekleri bilmek, kendi kişiliğini oturtmak, kendini tanımak, zevk alacağı mesleği bilmek gibi sorumluklara sahip olması nasıl beklenebilir. "Aldığım puan yanmasın" diye tıpın altına mühendislik nasıl yazılabilir.
Amerika'da bu sorunu çözmek için kolay bir yöntem yapmışlar.Liseden mezun olan bir öğrenci 2 yıl lise-üniversite arasında college denilen ara eğitimden geçiyor. Bizdeki 4 yıllık liseyi 4+2 şeklinde uygulayarak öğrencinin mesleki tercihini 2 yıl ötelemesini ve daha sağlıklı karar vermesini sağlıyorlar. Bu sistemin benzeri ülkemizde Sabancı Üniversitesi'nde uygulanmakta. ÖSS'den sonra Sabancı mühendislik tercihi yapan öğrenci 2 yıl ortak dersleri gördükten sonra 3. sınıfın başında mesleki tercihini gerçekleştiriyor. 
Bizdeki sistemin yanlışlığının sayısal örneğini de vereyim. Geçen gün Sabancı Üniversitesi'nde son sınıfta okuyan arkadaşım söyledi. Okula kayıt yaparken formalite icabı hangi bölümü okumak istediklerine dair tercih yapmışlar. Açıklanan sonuçlara göre öğrencilerin %46'sı 3.sınıfta mesleki tercihini değiştirmiş.Tabi bu sadece mühendislik içinde farklılık gösteren bir durum. Yani Sabancı'da tıp,ecza gibi bölümler olsa yüzdenin daha da yüksek çıkacağını görmek için kahin olmaya gerek yok. Bizim üniversitede böyle bir anket yok o yüzden sonuçları bilmiyorum ancak arkadaşlarımdan bildiğim hemen hepsinin mesleki pişmanlık içinde olduğu. 
"2 kişiden 1'i" kalıbı ülkede AKP'ye oy verenler için kullanılırken, aslında 2 kişiden 1'inin yanlış mesleki tercih yapmış olması çok daha büyük bir problem. Böyle bir anketin yapılması kimsenin işine gelmez tabi ki ama keşke 3.sınıflarda tekrar sorulsa ve ÖSS tercihleriyle karşılaştırılsa. Sistemin bozukluğunu göstermek; hükümetin işine gelmez ve muhalefetin uyanmasına neden olmazken belki "delikanlı" bir anket şirketi için adını duyurma fırsatı olabilir.   

20 Şubat 2012 Pazartesi

Fetih 1453 (Filme gitmeyen okumasın)

Yok arkadaş bitmiyor, durduramıyoruz. Öyle bir girdim ki ipimle kuşağım moduna çıkmak ne mümkün. Bugün de 8 kişi gittik Fetih 1453'e TİM'de. Yıllar önce dayımın bana bir tavsiyesi olmuştu.Bir arkadaşı gittiği bütün filmlerin yönetmen,senarist bilgilerini bir defterde toplamış, daha sonradan müthiş bir sinema kültürü oluşmuş. Ben de buna Fetih 1453 ile başlıyorum.
Filme gitmeden nerden duyduğumu hatırlamıyorum da Cennetin Krallığı grafikerleriyle çalışıldığını duydum. Yalan-yanlış bu bilgi bende Cennetin Krallığı düzeyinde bir beklentiye girmeme neden oldu. Aslına bakarsak görsel efektler açısından da altta kalır bir tarafı yok filmin. Ama film bitti saatler geçti ama ben hala içimdeki olmamışlığı anlamlandıramıyordum; Fazıl Say'ı twitterda en çok konuşulanlar arasında görene ve ne söylediğine bakana kadar. Bu konuya daha sonra geleceğim.
Yönetmen Faruk Aksoy'un ismi Ömer Faruk Sorak'a benzerliğinden ziyade Recep İvedik'den tanıdık geliyor. Savaş ve dövüş sahnelerinin çekimi son derece iyi olmuş. Zaten Cennetin Krallığı ile kıyasa sokmamın ana nedeni de bu. Oyuncuların hemen hepsi çok tanınmamış oyuncular. Televizyondan aşina olduğumuz yüzler fakat öyle kitleleri peşinden sürükleyen bir isim yok filmde bu yüzden de prodüksiyon önem kazanmış. Tarihsel bazı bilgiler hikayede farklı anlatılmış olabilir; zaten "belgesel" olarak yola çıkılmadığı için bu hoş görülebilir ancak Ak Şemsettin'in filmin sonlarına doğru Gandalf edasıyla belirmesi basit durmuş. Ayrıca Sultan Mehmet'in gördüğü rüyayı Ak Şemsettin'in yorumlaması da bilinir. Ama sonuçta bu bir belgesel filmi olmadığından yorumun o yönde yapılması hoş görülmeli.
Gelelim Fazıl Say'ın film için söylediklerine. Filmde yenilik bulmadığını söylerken Say, bu kadar büyük bir prodüksiyonda hala kahrolsun Bizans yaşasın Osmanlı zihniyetine kısılıp kalmanın hata olduğunu ve filmin müziklerini yapmaktan vazgeçtiğini söylemiş. Yani bu kadar para harcayıp Kara Murat, Malkoçoğlu zihniyetinde kalmayı eleştirmiş. Zaten benim sinemadan çıktıktan sonra eksik olan bir şey var dediğim de buydu aslında. Cennetin Krallığı'nda bile Selahaddin Eyyubi'yi, aslında müslümanlığın bildiklerinden farklı olduğunu düşünen batılılar olmuştur. Film izlerken bunu hissettiriyordu. Ancak Fetih 1453 "Türk'ün Türk'den başka dostu yoktur"a o kadar kısılıp kalmış ki farklı bir bakış açısı getirememiş. Elbette ki İstanbul'un fethi İslam ve Türk alemi için çok önemlidir ancak filmde yorum biraz daha farklı olabilirdi.
Fazıl Say filmin bir kısmını izledikten sonra müziklerini yapmaktan vazgeçmiş; valla o da yapsa muhteşem olurdu şüphesiz ama filmin müzikleri hakikaten şahane olmuş. sahnelerin önemini vurgularken ya da sıkıcı olan sahnelerde seyirciyi filme bağlayan müzikler olmuş. Özellikle oyunculuğun düştüğü sahneleri iyi toparlamış ve üzerine çalışıldığı belli oluyor.
Sonuçta dünya standartlarında bir film çıkmış ortaya. Kahpe Bizans'ı saymazsak Kara Murat'tan Battal Gazi'den beri sinemamızın geldiği bu nokta gerçekten güzel. Muhtemelen de bu film ilerleyen yıllarda yeni savaş filmlerinin çekilmesi için önayak olacak ve gelişen teknolojide belki bir 10 yıl sonra daha iyi bir İstanbul Fethi filmi izlemek için yönetmenler cesaretlenirler.
Bu arada Ulubatlı Hasan ve Ceneviz Komutanı için birbirine bu kadar benzer kişi ve kostüm kullanılmak zorunda mıydınız?
(Anıl'a not: Valla Sultan Mehmet'in arkasına,yanına,yöresine baktım bir türlü göremedim seni filmde. Sen biliyorsan sahneyi söyle DVD'de izlerim:))

Fetih 1453
Yönetmen: Faruk Aksoy
Senarist: Atilla Engin
Müzikler: Benjamin Walfisch
Oyuncular: Devrim Evin---Sultan Mehmet
İbrahim Çelikkol---Ulubatlı Hasan
Dilek Serbest---Era
Cengiz Coşkun---Giovanni Giustiniani
Recep Altuğ---Constantine XI

                    

19 Şubat 2012 Pazar

İpimle kuşağım...

Geçtiğimiz 1 hafta boyunca tabiri caizse "ipimle kuşağım s.... t...." havasında geçti. Geçen hafta cumartesi abimden gelen davetle Ark WinterFest 2012'ye katıldık..Her şey dahil organizasyona misafir olarak katılmanın zevki hakikaten başka oldu. Koşuşturmayla geçen dönem arası tatilimi 1 hafta sonra Uludağ'da geçirmek hakikaten güzeldi. İşte bembeyaz Uludağ'dan birkaç sıcak kare...

Haftayı da Sultanahmet'te kapattık. 10 yıl önce annemlerle gittiğimizde "Tarihi Sultanahmet Köftecisi"ni bulmak pek mümkün olmamıştı. Beyazıt'tan Sultanahmet'e inene kadar 10-15 tane tarihi,meşhur,öz Sultanahmet Köftecileri vardı ama artık sayı 2'ye inmiş. 1920'den beri hizmet veren "Tarihi Sultanahmet Köftecisi- Selim Usta" zaten kalabalığıyla diğerinden kendisini hemen ayırıyor. İçerideki ünlülerle fotoğraflardan da zaten hangisinin tarihi olduğunu açıklıyor.
Tarihi olmasından dolayı fiyatlar fazla abartı değil, Sultanahmet civarına göre normal sayılacak fiyatlar..Lezzetse 1920'den beri ayakta kalmalarını açıklıyor zaten...
Köfte...11TL
Çorba...3.5 TL
Pilav...5TL
Piyaz ya da Salata...5 TL

Sultanahmet'e kadar gitmişken dönüşte de tramvaydan Karaköy'de inip Güllüoğlu'na uğramamak olmazdı. Her ramazanda baklava-güllaç yapımı ile ilgili haber konusu olan Mr.Güllü (Melih Gökçek'e benzeyen şahıs) gerçekten tatlı işini iyi biliyor. Her seferinde aldığım karışık porsiyonda bulunan her bir tatlının kendine has kokusu ve tadı var. Kaliteli ve taze fıstık ve ceviz kullandıklarını ve kullanırken de ellerini korkak alıştırmadıklarını da zaten çiğnerken anlıyosunuz..


Bu kadar tatilden sonra galiba artık kendimi derslerime vermem gerek..Ancak en kısa zamanda gündüzden gidip tarihi yarımadayı gezdikten sonra tekrar köfte-tatlı olayını yapmak için sözleştik Aselgız'la...

10 Şubat 2012 Cuma

FATİH Projesi

AKP'nin daha doğrusu Erdoğan'ın seçim yatırımı olan FATİH Projesi pilot okul uygulamasıyla başladı. Görüntü olarak iyi bir fotoğraf var karşımızda. Öyleki; önce her sene yeni kitap alınımına son verdiler, kitapların ücretsiz dağıtımını sağladılar ardından da bütün kitapları son teknoloji ürünlerinden "tab"lerde birleştirip her öğrenciye ücretsiz dağıtarak teknolojik olarak büyük kolaylık ve imkan sağladılar. Bu konunun artıları eksileri elbette vardır. Özellikle Amerika'da, okullardaki teknolojik gelişimlerin öğrencilere başarıdan çok başarısız etki yaptığına yönelik araştırma konuları var. Ancak benim değinmek istediğim konu olayın fotoğrafından ziyade içeriğiyle alakalı. Hele hele "Yeni nesil dindar değil de tinerci mi olsun" olayına hiç girmeyeceğim zaten bu konuda en iyi cevabı içlerinden çıkmış biri Ahmet Hakan yazdı zaten.
Benim değinmek istediğim konu ise; şekilcilikle kandırılmaya çalışılıyor olmamız. Kabul edelim ki AKP yönetiminin planlı projeli yapmış olduğu bir çok iyileştirme var. Bunların başında sağlık ve inşaat geliyor. Bu konularda büyük bir ivme kazandık. Ekonomi ya da dış politika ise göreceli olarak tartışılabiliyor ancak özellikle eğitim ve hukuk konusunda bir programları yok. Bu konularda tamamen şekilciliğe dayanan bir anlayış süregelmekte. 
Yıllar önce Almanya'da öğretmenlik yapmış bir aile dostumuz anlatmıştı oradaki sistemi. Çocuk ilk okulda önce ilkokul öğretmeni tarafından mesleki açıdan değerlendirmeye konuyor. Yani sayısal-sözel becerisi, özel yetenekleri, fiziksel özellikleri ile çocuğun doktor, mühendis,tekniker, bürokrat, diplomat, sanatçı,sporcu ya da çöpçü olacağına orada karar veriliyor. Bir üst kısıma (bizdeki ortaokul ya da lise) bu ayrımla gelen öğrenci oradaki öğretmenleri tarafından da kalite derecesine göre kariyeri planlanıyor. Eğer öğrenci daha farklı bir yol çizmek istiyorsa bunu da yapabiliyor. Ama genel olarak her şey belli bir sisteme bağlanıp bu doğrultuda ilerliyor. Buna benzer birçok eğitim sistemi Avrupa ülkelerinde uygulanmakta. Tabi burada öğretmenleri daha önceden bu sisteme yönelik yetiştirmek gerekiyor. 
İşte tam da burada AKP eğitim politikasında hiçbir plan-program olmadığını görebiliriz çünkü 10 yıllık bir iktidarda eğer böyle bir sistem amaçlansaydı, eğitim fakülteleri buna göre şekillendirilseydi 2 kuşak öğretmeni yetiştirmiş, 3.nesili yetiştiriyor olacaktık. Ancak süregelen 10 yıllık süreçte liselere giriş sınavının sistemi bile birkaç kez değiştirildi. İşsiz sayısının az gözükmesi için lise mezunlarının hepsi açılan üniversite adında "yüksek lise"lere doluşturuldu (Bunu Erdoğan da Erzurum Oyunlarının açılış konuşmasını yaparken gençlerle buluşmasında "arif olan anlar" şeklinde üstü kapalı itiraf etti). Yaşanan sınav-şifre skandallarından söz etmiyorum bile.
"Yüksek Lise" mevzusuna bir diğer örnek verirsek; geçen ay ataması yapılamayan 44bin öğretmen vardı bunların 19bini geçen hafta sonunda atandı ama hala 26bin işsiz öğretmen var. Eğer devletin 26bin öğretmene ihtiyacı yoksa bu öğrenciler neden fakültelere dolduruldu? Ya da diğer bir deyişle; 26bin öğretmen senin için ekstra ise bunların fakültelere yerleşmesine neden izin verdin eğer amacın işsizlik sayısını düşük göstermek değilse? "26bin öğretmen de devlette çalışmak zorunda değil, dershanelerde çalışsınlar" zihniyeti ise; ancak,  liselere giriş sınavını bile 3-4 defa değiştiren bir politikanın ürünü olabilir. Hep daha kapitalist hep daha sömürü he mi?

Görünen tabloda olası bir iktidar değişikliği o parti ya da partilerin sonu olur çünkü bu sadece öğretmenler açısından değil diğer meslek dalları açısından da aynı olan bir durum. AKP, 3-4 yıl sonra patlayacak bir bombanın pimini çekti, eğer başka bir parti iktidara gelirse bu bombayı kucağında bulacak; yok eğer gelmezse herhalde kendi yaptıkları bu "halt" için bir planları vardır. Neyse ki teknolojik eğitim görmüş dindar bir toplum geliyor da işsizlik maaşı onlara yeter...     
     

2 Şubat 2012 Perşembe

Galatasaray-Antalya analizi



Bir maçtan daha anladık ki Galatasaray'ın meselesi topu ileri yıkmakta.Olayı orta saha mücadelesine döndürüp 'orta sahayı kalabalık tutma' düşüncesinde olduğumuz bütün maçlar bu sene çok sıkıcı oldu.Maçtan önce Ujfa'nın sağda Gökhan'ın tandemde başlayacağından kesin emindim de solda da Çağlar-Balta değişikliği bekledim. Kabul etmek gerekir ki bizim her iki sol bekimiz de ortalama-vasatın altı düzeyinde. Ancak transfer döneminde "sol bek" dedikodusunun hiç geçmemesi çok enteresan. 
Maç hakkında yazılabilecekler aslında hep aynı şeyler. Engin'in sadece göbekte üretkenlik gösterebilmesi, Elmander'in çift santrafor oyununa daha yatkın olması, Emre Çolak'ın sağ tarafta soldaki kadar performans gösterememesi, Riera'nın çırpınışları vb. geç kalmış bir maç yazısını kısırlaştıran konular aslında. Çünkü bu saate kadar bunların hepsi yazılıp, çizildi.
Dünkü maçı aslında Eskişehir-A.gücü-Bursa maçlarıyla beraber değerlendirmek gerekir. Eboue'nin gitmesiyle ilgili belli ki Terim bir B planı yapmamış. Ya da yaptığı plan "nasılsa Sabri var" olunca işler sarpa sardı. Halbuki Sabri'nin hazır olmadığı Samsun maçıyla gözüktü ama asıl problem Sabri'nin en güçlü alternatifken hazırlanamaması (teknik heyetin Sabri'yi hazırlayamaması olduğu gibi Sabri'nin de kendini hazırlamaması). Tandeme geçene kadar Ujfalusi'nin bu dönemde sağ bek oynaması gerektiği dün akşam gözüktü ancak Terim'in işleyen sağ beki neden ortaya çektiğini dün akşam ben çözemedim.Acaba Terim "Keşke A.gücü maçında Serkan'ı sağ bek Sabri'yi sağ açık oynatsaydım" diye düşünmüş müdür?
Bursa maçının analizini yapmadım zira maçı evde kaçak yayından izledik ve evdeki hengameden pek derli toplu takip edemedim ancak izleyebildiğim bölümlerde ben oyundan baya zevk aldım. Sercan'ın eleştirilmesine de anlam veremiyorum aksine Eskişehir-Ankaragücü maçlarına göre daha iyiydi.Daha fazla kaleye gitmeyi denedi,şut çekti pas dağıttı. Tek problemi ofsayta çok düşmesiyle defans arkasına sarkamadı ama dün akşam oynanan diğer maçın özetinde bile Burak Yılmaz daha fazla ofsayta düşmüştür. Ayrıca Bursa maçının tek handikapı Riera-Melo-Selçuk-Emre ve önlerinde Elmander-Sercan 6'lısı bu sene ilk defa beraber oynadı. Buna rağmen pozisyon bulmakta dün akşamki kadar zorlanmadık. Antalya maçında da 4-4-2'den şaşmamak gerektiğini düşünüyordum. Bu aslında benim yıllardır süregelen 4-4-2 sevdamla alakalı değil tamamen gördüğümle alakalı. Nedeni orta saha göbeğinde Melo-Selçuk ikilisinin daha rahat hareket etmesi diyelim, Elmander'in yalnız kalmaması diyelim ama sonuçta bu takım 4-5-1 varyasyonlu 4-1-4-1 oynayamıyor.
Maçı biraz daha farklı ele almak gerekir derken şu soruyu soralım: Acaba Fatih Terim 2.yarı dökülen Selçuk'u gördüğünde "Keşke Engin'i ilk 11 başlatmasaydım" demiş midir? Ya da Hakan Balta'nın çizgiden kaldıramadığı topları görünce "Keşke Çağlar'la başlasaydım" demiş midir?
Maçta kaybedilen puanlara gelince sorumluluk kesinlikle Terim'de olurdu ancak Baros atılarak bir yerde hocasını kurtardı. Yanlış dizilim tercihinden dönmüş olması Terim lehine olumlu puanların birikmesine neden olurken Baros atılarak her şeyi berbat etti. Yanlış olduğunu düşündüğüm bütün tercihlerine rağmen Terim demeçlerinde ders vermeye devam ediyor tıpkı Şenol Güneş gibi. 'Arif olan anlar' örnekleri veriyor her iki teknik adam da. Ama Antep maçına muhtemelen 4-4-2 ile çıkacağız. Aklımdan geçen 11 ise; Muslera-Ujfa-Semih-Zan-Çağlar-Sabri(Emre)-Melo-Engin-Emre(Riera)-Elmander-Necati. Antep'i sadece Beşiktaş maçında izledim ve sol kanatta etkili bir oyuncu vardı. Analizi iyi yapılarak daha defansif Sabri ile başlanabilir. Çağlar-Riera uyumu var gibi duruyor bu maçta son kez bakılabilir. Baros'un cezalı olması, Sercan'ın uyum sıkıntısı Necati transferinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Benim üzüldüğüm nokta Baros sakat Sercan formsuzken ilk 18'e bile giremeyen ve Necati ile 4. tercih durumuna düşen Mehmet Batdal'ın artık şans bulamayacak olması. Tam kendini hazırlayıp göstermesi gerekirken o treni kaçırdı muhtemelen.
Semih Kaya'ya ayrı bir paragraf açmak gerekli galiba. İBB maçında Webo atılana kadar çok zorlandı. Belki daha güçsüz ama daha hızlı Tita oyuna girince hata yapar diye bekledim ama kesinlikle kusursuz oynadı.
Hakem İlker Meral hakkında fazla bir şey söylemeyeceğim zira söylenenler söylendi. Ama Galatasaray'ın dün akşamki oyunu; kazansaydı 'hakeme rağmen' seviyesinde değildi hatta belki de 'hakemle kazandı' seviyesindeydi. Tamam 0-0 iken verilmeyen penaltı oldu bazı özet dışı faulleri çalmadı ama Galatasaray 2 puanı "hakem yüzünden" kaybetmedi.