26 Mart 2012 Pazartesi

Bala standart gerek

Muhteşem bir bal furyası çıktı birdenbire. Sanki Türkiye balla yeni tanıştı. Her kanalda çıkan bal reklamları geyik konusu bile oldu."4 kg bal 100 TL + polen ıvır zıvır hediye" Aklıma ilk gelen yıllar önce domateste olduğu gibi ihraç edemediğimiz ürünün iç piyasada patladığı şeklindeydi. Domatesin o zaman kilosu 100 kuruşa kadar inmişti ama bu balların fiyatlarında öyle afaki bir düşüş yok. 
4 kg bal 100 lira ise 1 kg bal 25 TL eder. Zaten marketlerdeki büyük bal firmalarının da fiyatları çok farklı değil. Balparmak balın 850 gr.lık kavanozu 22-25 TL arasında. Kabaca bir hesapla 1 kilosu 30 Liraya denk geliyor. E zaten Balparmak'ın sahibine de gidip "4 tane alcam bi indirim yap hafız" desen 100 lira çeker. Sonuçta öyle çok büyük bir indirim falan yok. 

Şu haberde belirtilen bazı noktalar var. Özellikle sahte bal üreticiliği yaygınlaşmış durumda. Glikoz ve fruktoz şurubuyla arıyı bile devreden çıkartarak bal üretimi söz konusu.Ama bu sahte balı insan damağı ayırt edemezken labaratuar testleri bile bir kaç haftada tahlil edebiliyor. Ben tvlerdeki bal satıcılarını tenzih ederim onların sahte bal sattıklarını söylemeye çalışmıyorum sadece yapılması gerekenler hakkında söyleyeceklerim var. 

Haberdeki bir diğer nokta ise; bu şekildeki bal üretimi Fransa,İngiltere,Hollanda'da yasak. Bu şekilde bal üretimi nedir peki? Nişasta Bazlı Şeker üretimi (Detaylar haberde var). Amerika ise %10'dan %2'ye düşürmüş bu oranı ama Türkiye'de 2002'de %7.5'den %15'e çıkartılmış. 

Yapılması gereken yasaklamak değil sadece halkın sağlığına saygı duymak. Yasaklamayla bir yere varılamaz kaçak üretimler devam eder iş daha da tehlikeli boyutlara ulaşır. Yapılması gereken tam olarak üreticiye "ne ürettiğini tüketiciye söyleme" zorunluluğu getirmek. Nedir bu?

Marketlerden sucuk alırken 250gr.lık paketlerin biri 12-15 lira civarındayken diğerlerinin 2-5 lira civarında olmasına hiç dikkat ettiniz mi? Bunun nedenlerinden bir tanesi sığır-kuş oranıyken diğer sebebi sucuk-ısıl işlem görmüş sucuk benzeri ürün farkı. Nedir peki bu fark? Bu farkı öğrenmek için buna, buna, ya da buna bakabilirsiniz. İçinde kullanılan etin hayvanın hangi kısımlarından olduğu bilgisi bir yana sucuk ile ısıl işlem görmüş sucuk benzeri ürün arasında en belirgin fark birinin paketinin üzerinde sucuk yazar diğerinin yazmaz, aslında bu kadar basit. Bazen farklılıklar olabiliyor onları ben de tam çözemedim ancak içindekiler kısmında tam olarak ısıl işlem görüp görmediği yazar.Bu iki sucuklama tipinin arasında bir fark olduğu muhakkak peki bu işlem ya da bu yasa neden vardır? Tüketici ne alacağını bilsin diye.

Tekrar bal konusuna gelecek olursak işte sahte bal üreticileri ile gerçek bal üreticilerinin ayrımı yapılsın. Basit yasa oyunuyla birinde bal diğerinde bal benzeri ürün yazsın iş çözülsün.Fiyat aralığı da ona göre ayarlansın. Halkın sağlığına önem veren bir hükümet bu değişiklikle bedava kömür dağıtmaktan daha  fazla"sosyal devlet" tanımına girer. Ama sahte bal üretiminin önünü açan bir hükümetin buna çözebileceğine inanmak pek akıl karı değil. 

Galatasaray 1-1 Trabzonspor

Bugün günlerden Galatasaray'dı ama bahar nezlesi belime büktü, sabahki Engelsiz Aslanlar'ın maçına gidemedim. Onlar zaten her zamanki gibi, bildiğimiz gibi görevlerini yapıyorlar. Ben de hiç değilse akşamki maça gideyim dedim.
Maçtan önce Galatasaray adına tek sorun 4-4-2'nin ileri ucundaki Necati-Baros ikilisinin Sivas maçına göre daha fazla uyum içinde olması hiç olmazsa birinin formunu yukarı çekmesi üzerineydi ama olmadı. Olmayınca da Terim'i arayışlara itti ancak bu arayışların hafta içinde yapılması lazım. Sivas maçında görüldü ki bu ikilinin iyi bir uyumu yok formları da düşük. Eğer A planı işe yaramıyorsa B planı devreye sokulabilirdi ancak Galatasaray'da ana konu bu B planının maç içinde denenmiş olmasıydı ancak Galatasaray'ın şansı bu denemenin tutmuş olmasıydı. Beraberlik golünü ve maçın en net pozisyonunu buldu. 
Trabzonspor ise en iyi bildiği oyunu oynamaya çalıştı (Burak'ı defansın arkasına kaçırmak) ve kısmen de başarılı oldu. Eğer kanatlardaki Volkan ve Olcan biraz daha verimli olsalardı farkı açabilirlerdi. Bu durumda ise Şenol Hoca Volkan-Olcan ikilisini kendi içinde değiştirmeyi deneyebilirdi ancak o bu oyuncuların kötü oyununa 82 dakika tahammül ederek bir yerde intihar etti. 

Normalde hakemler üzerine pek konuşmam ayrıca hakemlerin de insan olduklarından dolayı maçı kötü yönetebilme haklarının olduğunu düşünürüm. Hafta içindeki Sivas maçından sonra hakemin kötü yönetimi hakkında konuşmadım. Son dakikada verilmeyen penaltı var ama Galatasaray'ın maçı son dakika penaltısına bırakmaması gerekir. Bu maç için de anı şeyler düşünülebilirdi ancak Cüneyt Çakır gerçekten kötü yönetti maçı. Tansiyonun ilk gerildiği anlardaki sarı kartlarını hemen çıkartsa itiraza sarı kart vermek zorunda kalmayacaktı. Durduk yere maçın ve seyircinin tansiyonunu yükseltti ve olmayan bir faulu vererek Trabzon'un öne geçmesine bir yerde vesile oldu. Olmayan faul derken maçın 2. yarısında ceza sahası içinde Necati'nin yerde kaldı pozisyon da aynısı.Eğer bir hareket ceza sahası içinde faul değilse dışında da olmamalı,hakemlerin maç içinde kıstası bu olmalı. 2. yarıda ise 2. sarıları iki takım için de çıkartamadı.

Maçın öyle ya da böyle kahramanı Mehmet Batdal. Dediğim gibi maça fazla konsantre olmadığımdan yedeklere bile bakmamıştım maçtan önce ve yine dediğim gibi Galatasaray B planını maç içinde aradı. Öyle olunca da 45'de keşke Mehmet Batdal kenarda olsa diye düşündüm ama Terim'in onu maç kadrosuna almış olabileceğine bile ihtimal vermiyordum. Bu Terim adına olumlu bir gelişme ancak oyunu okuma adına bariz hatalar yaptı. İlk olarak Necati-Batdal değişikliği yapması gerekirken iki tane sağ açık oyuna soktu ve sol tarafı boşalttı. Batdal girene kadar da oyun anlamında da pozisyon anlamında da Galatasaray adına akılda kalan fazla bir şey yoktu. İleriye hareketlilik getirdi ama kaçırdığı gol ipinin çekilmesine vesile oldu.

Mehmet Batdal adına daha önce de yazmıştım. 2. devrenin başında geri geldiğinde Necati alınmamış ve Baros cezalı duruma düşmüşken kendini gösterebilseydi dedim. Necati gelene kadar bunu yapamadı ve ben gözden çıkarıldığını düşündüm ancak umulmayan bir anda forma şansı buldu. Aslında Elmander'in yokluğunda Mehmet Batdal tek alternatif durumunda. Kaçırdığı golden sonra Fatih Terim ismini çizdiğini açıklasa da bence oyuna getirdiği hareketlilik ve girdiği pozisyonun hatrına bir şansı daha hakediyor. Elmander Ordu maçına yetişse dahi tam hazır olamayacağında hiç değilse yedek kulübesinde olmalı.

Selçuk'un ve Melo'nun oyunun mutlak liderliği için muhteşem uyum içinde yarışması Galatasaray adına bir diğer gelişme. Bu uyum geçtiğimiz senelerdeki Selçuk-Colman uyumuna da bakınca acaba Selçuk'dan mı kaynaklı diye düşünülebilir. Ancak transfer sezonunda Melo transferi haberleriyle epey gündem oluşacak gibi. 


Puan farkı 7'ye düşse de Galatasaray derbilerde kaybetmeyerek play-off'a güzel bir istatistikle girdi ayrıca Sabri'nin ceza sahasına orta/pas isabetinin yükselmesi ve talihsiz istatistiğinin de bitmesi önemli...

21 Mart 2012 Çarşamba

Karabük Deplasman Sayılmaz...

Artık gelenek oldu her sene Engelsiz Aslanlar için bir deplasman yapmak.Deplasman yapmak tribün kovalayan insanlar için çok farklı bir keyif.Tarifi olmadığı gibi hayali de olmuyor, muhakkak yaşamak lazım. İtü'de okumak deplasman yapmak için fazla bir engel oluyor, biz de bu engelleri aştığımız zaman bize engel aşmayı öğreten insanların yanlarına gidiyoruz. 


Dediğim gibi yapılan bir deplasmanda yaşanılanları anlatmak yetersiz olur, onun keyfi ayrı, yaşamak lazım. Askerlik gibi bir şey aslında deplasman; anıları paylaşmak istersin ama sadece yaşayan için özel olduğundan dinleyenleri pek açmaz muhabbeti. 


İyi de neden Engelsiz Aslanlar? Öyle ya, futbol takımı şampiyonluğa giderken ya da basketbol takımı için maç kazandıran tribünler yapılırken, kimsenin bilmediği bir branşta zaten senelerdir yenilgisiz ilerleyen bir branşa neden bu ilgi? Herkesin kendince sebepleri vardır bu konuda ama benim ilgim daha farklı. Bir kere hepsinden önce takım ve taraftar arasında aile bağı var, daha sıcak daha sempatik. Hayranlıktan ziyade karşılıklı saygı var. Onların hayata karşı tutunma çabasına (hem de Türkiye şartlarında) duyduğumuz saygıya karşılık onlar da bizim o formayı,hayatın cilvelerinden dolayı başarılamayan, herhangi bir branşta terletebilme isteğimize saygı duyuyorlar. Galiba bunu da anlatmak biraz zor. 


Sebepleri daha detaylı başka bir yazıya bırakarak tekrar deplasman olgusuna gelirsek; küçük bir anektod, maçtan sonra salonun hemen önünde görevi yerine getirmenin mutluluğu ile sohbet edip sigaralarımızı içerken bir küçük kızı babası kolundan tutup yanımıza getirdi ve "İşte kızım, neden yenildiğimizi sordun.Bu abiler çok bağırdı o yüzden yenildik." dedi. Ardından da bize dönüp "sizi kulüp mü getiriyor?" diye sordu. Kendi imkanlarımızla geldiğimizi söyleyince yüzünde şaşkın ifadeyle "Ne yani İstanbul'dan buraya bunun için mi geldiniz? Hastasınız siz." dedi. Evet hastayız, çünkü deplasmana geldik... 


  

Galatasaray 0-1 Sivasspor

Sivas gibi kontra atak futbolunu iyi becerebilen bir takıma karşı içeride oynamak maçtan önce beni biraz tedirgin etmişti açıkçası. Sivas içerde ofansif, dışarda iyi bir Doğu Avrupa takımı gibi kontra atak futbolunu iyi beceriyor. Bülent Uygun'un Sivas'ından daha farklı bir Sivas bu. Rıza Çalımbay iyi işler yapıyor Sivas'da ve artık daha sempatik gözüküyorlar. 

Maça gelecek olursak ilk yarı oyunu karşı tarafa yıkıp golü bulamamak Terim'i rahatlatmış olacak ki ikinci yarıya başlarken Aydın'ın sakatlığında Sabri'yi oyuna aldı. Sağ tarafta Euro 2008'deki Hamit-Sabri uyumunu Eboue ve Sabri ile kağıt üstünde sağlayabilmek gerçekten inanılmaz bir şey olur zaten Terim de ikinci yarı bunu denedi. Ancak hesaba katmadığı 2. yarıya iyi başlayamamak oldu. 

Sivas ilk yarının en net pozisyonunu buldu. Galatasaray'ın maçtan düştüğü 35. dakikadan sonra geldi zaten pozisyonlar. İkinci yarıda bu yorgunluğun telafi edilebilmesi gerekirdi ancak 2.yarıya kötü başlamak Galatasaray için felaket oldu. İkinci yarının hemen başnda buldukları gol ise hazırlanış açısından harika. Sol tarafta 2li mücadele ile başlayan pozisyon asisti yapan oyuncunun bindirmesine rağmen içeri doğru gelip sağ tarafa açılıyor. Ardından bindirme yapan oyuncuya kesilen ortada içeri indirlen top karşı karşıya bırakıyor. Fenerbahçe maçında 2-1 gerideyken deplasmanda oynamanın ilk defa avantaj olduğunu bu maçta farkettim çünkü seyircinin sabırsızlığı oyuncuları da paniğe itti. Buna bir de Engin ve Necati'nin gününde olmaması ve Baros'un da kötü olması eklenince maçı çevirmek adına fazla bir şans kalmadı Galatasaray adına. Terim Engin'i muhtemelen daha önce oyundan alacaktı ancak orta saha direnci o kadar düşüktü ki bir de eksik bırakmayı göze alamadı. 

İhale yine Sabri'nin üzerine kaldığı için birkaç kelime etmek gerekiyor haliyle. Üzerine yapışan kötü istatistik elbet bir gün kırılacaktır ancak kendisinin de bunun için çaba göstermesi lazım. Neredeyse ligin 2. yarısı Sabri'nin hazır olmasını beklemekle geçti ve hala hazır değil. Ancak buna rağmen çalıştığını belli ettiği bir husus var ki o bence daha önemli. Aynı saatlerde oynanan maçta Dani Alves oyunu 2 asistle tamamlıyor. Yani bir bekin 10 ortasından 2-3 tanesi isabetli olmalı ve Sabri bunun üzerinde çalışmış. Darısı Hakan Balta'nın başına.

Selçuk İnan ve Erman Kılıç özelinde de bir şeyler söylemek istiyorum. Selçuk ilk defa oyunun merkezi oldu ve bunu altından da başarı ile kaltı. Artık renkli krampona ya da saçını boyatmasına gerek yok. Sivas'ın bu oyun sisteminde bazen ekstra oyunculara gerek vardır. Erman Kılıç da dün akşam bu ekstra oyuncuydu. Ancak onun bu seneki performansı ekstra oyuncu işini sevdiği ve istikrar ile devam ettirmek istediğini gösteriyor. 

Sonuçta Sivas hakettiği bir galibiyet aldı. Eğer fikstür avantajları olursa bu sene finale kadar yükselirler.

19 Mart 2012 Pazartesi

Danışıklı Dövüş


Her salı günü siyasi parti liderleri grup toplantılarında birbirlerine sıkıyorlar. Hatta akşam haberlerini açtığınız zaman, söylediklerini montajla peş peşe koyan haberciler, bana hep siyasi liderlerin danışıklı dövüş içinde olduğu izlenimini veriyor. Bunları akşam haberlerini beklemeden de boş bir salı günü (tahammül edip) izlerseniz siz de görebilirsiniz.

"F.Bahçe seyircisinin de, G.Saray taraftarının standartına ulaşması gerekir. Yakışsa ‘Yakıştı’ derim. Ama yakışmıyor. İlk maçta Arena’da tükürük bile yoktu. Fenerbahçe yönetiminin de bu konuya kesinlikle el atması lazım. Bir stada korkarak gitmek ne demek? Nerede yaşıyoruz? Kafalar gözler yarılıyor. Kazanmak tek hedef olmamalı. Saygı da lazım. Ülke olarak bunlardan kurtulmamız gerekiyor. İte kaka da olsa yapmalıyız."

Ünal Aysal'ın F.Bahçe derbisinde çıkan olaylar için söylediği sözler bunlar. Eğer paragraf 4. cümleden başlasa belki Ünal Aysal'a hak verebilirdim ancak lafa "Fenerbahçe seyircisinin de Galatasaray seyircisinin ahlakına ulaşması gerekir" diye başlıyorsanız eğer bugün Ali Koç'un yaptığı açıklamaları da göze almışsınız demektir. Ünal Aysal kesinlikle maksadını aşmış cümleler kurdu ama bu bile onu temize çıkarmaya yetmez. Bu açıklamaları okuduğum ilk anda benim bile aklıma "sulu derbi, rakı şişesi, ne yaptın başkan?" kalıpları geliyorsa bunu karşı tarafın doneleri biraz alt alta koyup doğru düzgün cümlelerle ifade etmesi kaçınılmaz olur. 

Ali Koç'un yaptığı açıklamaları buraya yazmayacağım, ziyadesiyle uzun. Yukarıda da belirttiğim gibi öyle bir pas geldi ki Ünal Aysal'dan gol yapmamak aptallık olurdu. Her iki yöneticinin de yaptığı açıklamalara bakacak olursak, her ikisi de kitleleri galeyana getirmekten başka bir işe yaramıyor. Amaçlarının ortamı germek olduğunu, şimdiye kadar yapmış oldukları açıklamalardan da anlayabiliriz zaten. Bunların özetini yapmayacağım, o kadar zamanım yok ancak bundan sonraki açıklamalarını dikkatle izleyin isterseniz. 

Bu yazdıkların sadece bu iki yönetici ya da bu iki camia için geçerli olduğunu sanmayın. Hepsinin derdi hakim oldukları ya da olmaya çalıştıkları ya da olduklarını zannettikleri kitleleri gerginliğin içine çekmek. Amaçlarının gerçekten üzüm yemek olduğuna inanmadığım için bağcıyı nasıl dövdüklerine gelelim. Ali Koç'un açıklamalarının uzunluğu düşüncelerimi güçlendirmek adına yeterli kaynak sağlayacak.

Demiş ki Ali Koç: ''Galatasaray ile sahamızda oynadığımız maçta Fatih Terim hocaya bir cisim isabet etmiş. Aynı şekilde Hasan Şaş'a böyle bir şey olduğu söyleniyor. O konunun Hasan Şaş tarafında muamma var, onun için bir şey söylemeyeceğim şimdi ama ne olursa olsun bu kabul edilemez bir davranıştır. Fatih hoca ve teknik kadrosuna geçmiş olsun diliyorum. Özür diliyorum şahsen böyle bir şey yaşandığı için. Sonuçta 2-3 kişinin yaptığı hareket ne yazık ki Galatasarayyöneticiler sayesinde tüm stada mal edilebiliyor."
Hasan Şaş konusunda muamma olmadığını zaten biliyoruz zira Şaş yedek kulübesine kafa atmıştı(!) Amacı üzüm yemek olan bir kişinin bu açıklamayı maç çıkışında "Sahaya atılan cisimlerden bazıları Galatasaray teknik heyetinin yaralanmasına neden olmuştur. Fatih Terim Türk futbolu adına önemli bir değerdir ve bunu yapanların cezasız kalmayacağını tüm spor camiasına bildiririm." şeklinde yapılacak bir açıklama yeterli bir özürdür, 2 gün sonra bir telefon bağlantısında yapılan özür açıklamasına göre. Zira o kişinin bulunmayacağını bilsek bile. Neden bulunmayacağına gelecek olursak, TT Arena'daki güvenlik kameralarının olduğu odayı gördüm ve ne Saraçoğlu'nda ne de TT Arena'da sahaya herhangi bir şey atan kimsenin bulunmama ihtimali yok. 

Başka ne demiş Ali Koç? Fenerbahçe'nin Abdi İpekçi'de kupasını almak için 1,5 saat beklediğini söylemiş, rakı şişesinden,sulu derbiden,ADS maçında yaşana bıçaklanmadan sözetmiş. Deplasman tribününden gelen şişenin Batuhan'a denk gelmesinden bahsetmiş. Amacı bağcıyı dövmek olmayan bir insan olsa Koç; Keita'nın kafasına atılan suyu, hakemin kafasının yarılmasını, söylemeden de "Bütün statlarda buna benzer olaylar oluyor. O zaman gelin engellemeye çalışalım" şeklinde bitirirdi cümlelerini. Ünal Aysal en azından  sarfettiği hatalı cümlelerin sonunda buna değinmeyi düşünmüş.

Öyle ya da böyle, yöneticiler ve etkileri altına aldıkları basın ortamı germeye, ergen gibi "uşşş çok ağır laf koydu hacı" demeye devam ediyor. Neticesinde ise "keşke rakı şişesi Volkan'ın kafasında patlasaydı" ya da "keşke o para 1cm aşağı gelip Terim'in gözüne gelseydi" diye düşünenler ise birbirini yemeye devam ediyor. 


Not: Eğer rakı şişesinin Pegasus alttan ya da Keita'ya atılan suyun Galatasaray tarafından geldiğini düşünenler varsa haber versinler..

18 Mart 2012 Pazar

Şampiyonluk yorumu


"Ankaragücü maçından sonra, Galatasaray ile şampiyonluk maçına çıkacağımızı söylemiştim. Bütün hafta bu duygu hakimdi takıma. Maça da böyle başladık ve ilk yarım saatte 2 gol bulduk. Sahanın her yerinde baskı yaptık. Ama 2'den sonra topu kullanma ve koruma becerisi yüksek bir takımın oyunu tutma konusunda da biraz daha yeterli olması gerekiyordu. Biz hala 3'ü, 4'ü arayıp hızlı oynamaya çalıştık. Bu da defans ile hücum hattının arasının açılmasına neden oldu. Galatasaray'ın da kaybedecek bir şeyi yoktu. Bizim uğraştığımız konuların dışında onların yıllardır şampiyonluktan uzak olmaları da başka bir faktördü. Devre bitmeden bir de gol bulunca morallendiler. Bizim soyunma odasında da sanki maçı kaybetmişiz gibi bir hava vardı. Oysa 2-1 öndeydik...İkinci yarı da sıkıntılıydı. Her şeye rağmen kendi göbeğimizi kesme fırsatımız hala var. İlk yarım saatlik oyunumuz şampiyonluk şansımızın var olduğunu gösterdi ama gerisi kötüydü."

Yapmayacaktım ama Kocaman’ın maç sonu açıklamalarına takılmamak elde değil. Öncelikle 3’ü 4’ü bulmaya çalıştıkları zaman dilimi benim de yazımda bahsettiğim –karşılıklı atakların olduğu- maçın 2. kısmı. Asıl benim takıldığım nokta ise soyunma odasını anlattığı kısım. Takım ipleri Galatasaray’ın eline verdiğinin ve maçı çeviremeyeceğinin farkına varmış. Böyle durumlarda taktiksel ya da motivasyonla bir şeyler yapmanızı bekler.


"Oyuncularımı kutluyorum. Normal ligde bugün burada şampiyonluk turu atıyorduk. Aslanlar gibi ilk etabın şampiyonuyuz. Fakat bundan sonra bir lig daha oynayacağız. Play-ff adında, sonradan peydah olan bir lig daha oynayacağız. Maça iki güzel golle 2-0 geride başladık. Alex ve Sow'un golleri çok güzeldi! Ancak bu gollerden sonra herkesin gurur duyduğu bir Galatasaray çıktı ortaya. Futbolun adaleti bugün mağlup olmamıza izin vermedi. İlk 20-25 dakika dışında iyi oynayan ve Kadıköy'de 2-0'dan maçı döndüren bir takım vardı.Oynamak, her yerde oynamak Galatasaray'ın bundan sonraki prensibi olacak. Rakibimizi de tebrik ediyorum. Güzel bir derbi oldu. En yakın rakibimize 9 puan fark attık. Bundan sonra önümüzde kalan maçlara bakacağız. Taraftarımız bugün gözlerimizi yaşarttı. Florya'dan buraya kadar muhteşem bir destek verdiler. Ben bunu Avrupa şampiyonluğumuzda gördüm. Henüz şampiyon olmadık ama onlar bizi şampiyon ilan etmişler bile"

Bunlar ise Terim’in açıklamaları. Yorum yapmaya bile gerek yok. Şampiyonluğa inancı gayet güzel ifade etmiş.  Kocaman’ın son cümlesi de zaten aynı şeyi ifade ediyor..

Fenerbahçe 2-2 Galatasaray

Maçtan önce taktiksel açıdan bir yazı yazmayı düşünüyordum ancak sınavlardan fırsat olmadı. Düşüncem de her iki takımın da defansının üzerine gidildiğinde açık verme potansiyeli gördüğümden "korkan kaybeder" şeklindeydi.
Maç beklediğimden gergin başladı. Daha 4. dakikada elektriklenme oldu.Galiba Fenerbahçeli oyuncular önceki akşam olmayan Florya baskınının kontrasında Samandıra'nın basılmasından rahatsız olmuşlardı.Galatasaraylılar ise daha önce baskı olduğunu söyledikleri Florya'dan uğurlamaların gazına gelmişlerdi heralde. Ancak yine Kadıköy'deki ilk 15 dakika kabusu etkili oldu bizim için ve 2-0'ı gördük. 
Kabul etmek gerekir ki Fenerbahçe seyircisi oyunu baskı altına almayı iyi beceriyor. Buna bir de sarı-kırmızılı formayla ilk Saraçoğlu deplasmanı deneyimi olan 9 oyuncuyu da eklersek maç Galatasaray için hiç de iyi bir yolda değildi. Üstüne üstlük 2 tane de jeneriklik gol yemenin moral bozukluğuyla. 
Maçı 3 bölümde değerlendirmek gerekli. İlk 15 dakika ve 2-0 Fenerbahçe üstünlüğü. Ardından 15-25 arası Galatasaray'ın dengeleme çabası.Son olarak da 25-90 arası mutlak Galatasaray üstünlüğü ve taktik savaşı.
Fenerbahçe nedenini anlamadığım bir şekilde 2. golden sonra hızını kesti. "Neredeyim ben?" durumundaki Galatasaray'ın baskından kurtulmaya çalışması şeklinde yorumlayamayız bu kısmı.Ama ilk 15 dakikada 2-0 bize bile malum skoru hatırlattı. İşte o yüzden Fenerbahçe oyunu kontrollü götürmek istedi. Oyunun 2. bölümü bu yüzden önemli Galatasaray topu ileri taşıyabileceğinin, karşılarındakilerin öcü olmadığının ilk maçta bu takımı 3-1 yendiklerinin farkına vardı. Zaten Galatasaray topu ileri taşımaya başlayınca da oyunun 3. kısmı öyle devam etti. Tek kale...Mutlak pozisyonlar...Son dakikada kaçırılan galibiyet...
Maçtan notlara gelecek olursak; Aykut Kocaman ilk maçın ardından 2. maçta da korkaklığını gösterdi. Kendi seyircisi önünde 15. dakikada 2-0'ı bulup oyunu tamamıyla rakibe teslim etmek, sadece kontra atağa yönelik bir anlayış benimsemek, bunlara rağmen (hiçbir varlık gösteremese de elinde bu sistem için en uygun oyuncu) Stoch'u 63'de kenara almak. Halbuki 4-2-3-1 düzeninden 4-3-3 kontra atak'a dönme düşüncesi her ne kadar kendi sahanda olsan da kabul edilebilir bir anlayış. Çünkü maç içinde ipler tamamıyla sizin elinizden çıkmışsa oyuna göre müdahalede bulunmak mantıklı. Ancak bu durumda orta sahayı 3lemek için Stoch-Selçuk değişikliği yerine Alex-Dia değişikliği ile tam anlamıyla kontra atak futboluna dönülebilirdi (Mehmet Topuz'u orta 3'lüye kaydırarak).Zaten daha sonra yapmak zorunda kaldığı Baroni-Özgür değişikliğiyle hem tekrar 4-2-3-1'e döndü hem de sol kanatta kaliteyi 2 hatta 3 gömlek düşürdü.
Maçta gözüme çarpan bir diğer olaysa Emre Belözoğlu. Normal şartlarda 2 defa direk 3 defa da 2. sarıdan kırmızı görmesi gerekirken; ilk sarı kartını 43. dakikada görüp maçı tamamladı. Malum lig yoğunluğundan bazen Galatasaray'ın maçlarını da kaçırıyorum ve Fenerbahçe'yi takip edemiyorum.Her hafta Hıncal Uluç'un Emre'ye yüklenmesini kişisel takıntı zannediyordum ancak eksiği var fazlası yok. 
Hakan Balta bu akşam hayatının maçlarından birini oynadı. Gol atmasından 1 dk önce seneye ilk iş sol bek transferi yapılması gerektiğini düşündüm (benden başka düşünenler de olmuş), lafı da ağzım(ız)a tıktı zaten. Bu maçta ileri o kadar çok ve dengeli çıktı ki zaten kötü gözükmesinin sebebi de buydu. Bir bekten beklenti bir maçta hiç değilse 10'da 2 ile isabetli orta yapması. En azından benim açımdan. Eski günlerine dönüş var ama bu orta yapma problemini çözmesi lazım. Hiç değilse karşısındaki savunmacının ayaklarına çarptırmamalı topu.
Belki yazım biraz uzun oldu ama derbi yazısı olduğu için normal. Ama kısa tutmak için atlamamamız gereken bir diğer nokta Selçuk İnan. Topu ileri taşımak ve ilerde tutmak adına müthiş bir silah. Belki fiziksel özellikleriyle maç içerisinde tam olarak kendini belli etmiyor ama yaptıklarını maçın tekrarını izlediğinizde daha net anlıyorsunuz. Sene başında aldığı-alacağı para Fenerli medya için fazla sakız yapıldı ama sonuna kadar hak ediyor. Saçını boyatsa ya da renkli krampon giyse de maç içinde de neler yaptığını daha büyük bir keyifle izlesek...
Sonuç olarak 9 puanlık farkı korumak ve normal ligi lider bitirmek önemli. Eğer haftaya Trabzonla sürpriz yaşamazsak da derbilerdeki istatistik de play-offlara ışık tutacak cinsten. Darısı play-offlarda da şampiyonluğu garantileyebilmeye...