5 Ağustos 2016 Cuma

Kılıçdaroğlu Yenikapı'ya Gitmeli Mi Gitmemeli Mi?

Not: Bu yazıyı yazarken CHP MYK'sı Kılıçdaroğlu'nun Yenikapı Mitingi'ne gidip gitmemesini tartışmak içi toplandı.

OHAL kararlarıyla birlikte gördük ki AKP cenahı su durulduktan sonra gerçek demokrasiyi kurmak gibi bir kaygı taşımıyor. Bunu söylemlerinden ve yaptıklarından da çıkartabiliriz. İlk gün cumhurbaşkanı danışmanı "Böyle durumlarda, darbecilere karşı savaşması için halkın bireysel silahlanmasını arttırmalıyız" demeci verdi. Olayın sıcağı sıcağına yapılan talihsiz bir değerlendirme olarak gördük. Ardından Savunma Bakanı, "Asker darbe yapmış 30 Ağustos mu kutlanır" dedi. Halbuki yıllarca 30 Ağustos bu milletin bayramıdır, askerin bayramından çıkartalım bunu deyip duruyorlardı. Daha sonra başbakan "Biz henüz bu konuyu bakanlar kurulunda tartışmadık" dedi. (Bakalım Savunma Bakanı'nın kafasına göre açıklama yapmasının karşılığı olacak mı?). Asıl açıklamalar ise cumhurbaşkanından geldi, önce "Allah bizi affetsin, bunlara destek vermişiz" dedi, daha sonra "Allah ve milletim affetsin" diyerek eli arttırdı. Dün akşam TRT'de katıldığı programda ise "Bunlara cemaat diyorlar. Bunlar cemaat falan değil. Bunlara cemaat demek cemaatlere haksızlık olur" dedi. Asıl işaret fişeği budur ki, devletin yeniden yapılanmasında liyakatı esas alacaklarına dair tartışmalar sona erdi. Demek ki, boşalan kadroları AKP diğer cemaatlerle dolduracak. Hele hele bu cemaatler, mutlak itaatle hizmet ettikleri sürece sorun olmayacak ama baş çıkartırlarsa, Gülen Cemaat'inin kafası kopartmış bir hükümet onlara neler yapar farkındalar. Bunun adı, parti devletidir. 20 gündür yapılan bütün laik devlet, hukuk devleti, liyakat esası, parlementonun güçlendirilmesi çağrılarının hepsi taca çıktı. AKP daha doğrusu Tayyip Erdoğan kafasına göre iş yapacak yine.


Yenikapı Mitingi için CHP ve MHP'ye resmi davet gelmeden hemen önce yazmıştım bu flood'u. Kılıçdaroğlu, resmi davet gelmeden önce "ben de konuşma yapacağım" deseydi, ilk defa AKP seçmeniyle karşılaşma fırsatı yakalayacaktı, "Darbeci CHP" algısını yıkacaktı, "Allah'ım ve milletim affetsin" lafının kendi cenahından karşılığını vermiş olacaktı. Eğer bu isteği geri çevrilirse de Tayyip Erdoğan'ın demokrasi anlayışını dosta düşmana gösterme fırsatı ortaya çıkacaktı. Günlerdir beklediğimiz demokrasi çizgisinin çok dışında olduğunu, amacının darbeden fırsat çıkartmak olduğu ortaya çıkmış olacaktı. Ben bu düşüncelerimi yazdıktan yarım saat sonra, cumhurbaşkanlığı tarafından resmi davet geldi. Yani muhteşem bir satranç hamlesi.

Süreci çözümlersek, AKP kafasına göre iş yapıyor, bunları anlatan ama karşı durmaya yetecek gücü olmayan bir CHP var. MHP zaten bütün iradesini teslim etmiş durumda, ısrarla dışlanmasına rağmen HDP'den karşı duruşlar söz konusu ama seslerini duyurmaları mümkün değil. Kılıçdaroğlu'nun, Ak Saray'a gidip, HDP de bu odada bulunmalı çıkışı önemli ki CHP eğer "Herkes için CHP" diyorsa HDP'nin de haklarını savunmalı. Darbe süreci geçiştirildikten sonra HDP'nin izolasyonu tamamlanacak ve sıra onlara gelecek. CHP eğer HDP'nin dağılmasından bir oy potansiyeli bekliyorsa kendisine 1 gelirken rakibine 3 gideceğini görmeli. 

Kılıçdaroğlu'nun şimdiye kadar gitmemekteki çekincelerini şu yazıdan okuyabilirsiniz. OHAL kararlarının 3-4 kişi tarafından alınmasından, meclisin işlevsiz bırakılmasından ve Erdoğan'ın yurtdışında sarsılan demokratikliğinin muhalif liderlerle bir araya gelerek itibar sağlamaya çalışmasından dolayı rahatsızlığını dile getiriyor ancak bu çekincelerini milyonların takip edeceği bir mitingde dile getirmekten daha efektif bir yöntem olabilir mi? Kabul edelim ki, hitabet gücü zayıf, söyledikleri kendi mitinglerinde bile çoşku yaratmayan ama demokratikliğinden kimsenin kuşkusu olmayan bir genel başkan Kılıçdaroğlu. Doğal olarak da AKP seçmeni efsunlanmış bir güruh gibi kendisini ve partisini terörist olarak görüyor ve sular durulduktan sonra tekrar o noktaya geri itilecekler. Öyleyse mitinge gidip bütün bu hesapları boşa çıkaracak bir eylem ve söylemde bulunmak daha akılcı değil mi? 

Sürecin oldu-bitti ile başkanlık sistemine götürülmesinin yanlışlığını, bombalanmış bir meclisin daha da güçlendirilmesi gerektiğini, OHAL kararlarının meclisten çıkması gerektiğini hatta HDP'nin dışlanmasının bölünmeye götüreceğini söylemesi bütün iç ve dış kamuoyunun dikkatini kendisine çeker. Ait olmadığın bir yerde rol çalmak için eylemlerin ve söylemlerinle dikkat çekmen gerekir. Günün kazananı olmak lazım.

Şartlarınızı öne sürersiniz, "Ben geleceksem, parti teşkilatlarım da gelecek, bütün Türkiye bir olacaksak Dombıra varsa ben yokum" diye şartlarınızı öne sürebilirsiniz. Hatta ben olsam, bir sürpriz yapıp Demirtaş'ı da elinden tutar götürürüm. Eğer bu AKP'nin darbe karşıtı mitingiyse katılmaması normal olur ama bu cumhurbaşkanlığının mitingiyse herkese bu makamın tarafsızlığını dayatmak gerekir.

Umarım Kılıçdaroğlu, hiç değilse bu sefer satranç oynamayı becerir ve karşı hamle ile elini güçlendirir. Bu artık mitinglerin jübilesi ve cumhurbaşkanlığı tarafından düzenleniyor. O halde tarafsız olmalı, tarafsızlık düzenleyen tarafından sağlanmıyorsa bu ülkenin kurucu partisi CHP tarafından sağlanmalıdır. Süreç bizi birilerinin lütfuyla demokrasi ve laiklik çizgisine götürmeyeceğini göstermiştir bu yüzden CHP bir şeyler yapıp günün kazananı olmalıdır. 








3 Ağustos 2016 Çarşamba

Binali Yıldırım'ın Torunu

Başbakan Binali Yıldırım, darbe girişimi sonrası yaptığı basın toplantısında, torununun "Dede bunlar bizim askerlerimiz değil mi? Neden insanları öldürüyorlar?" diye sorduğunu gözleri dolarak, boğazı düğümlenerek söyledi. Tabi bir başbakanın, emrindeki askerlerin kendisine karşı darbe yapmasını, üstelik yaşama hakkını savunmakla yükümlü olduğu millete kurşun sıkmasını torununa anlatabilmesi çok da mümkün değil. Ne diyecekti 12 yaşındaki çocuğa? "Sorma evlat, kandırılmışız" mı diyecekti?


Çocuk dediğin sorar, sorarak büyür çünkü. Sordukça algısı, dünyaya bakış açısı gelişir. Biz güzel kardeşimize dedesinin adına cevap verelim.

Bak kardeşim, senin deden başbakan olalı hepi topu 3-4 ay oldu. Bu yüzden, bu işte başbakan olarak onun sorumluluğu belki de en az. Yalnız şöyle bir şey var. Senin deden başbakan olmadan önce 14 yıl Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olarak çalıştı. 2 senesi de cumhurbaşkanına da danışman olarak geçti. 14 yıllık bakanlık kariyeri boyunca, bu askere çöreklenen örgütün üyelerinden 529 kişiyi bakanlık personeli yaptı. Mesela bakanlığına bağlı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı adı altında kurulan birimi, dün sevgili cumhurbaşkanımız açıkladı, kapatma kararı aldılar çünkü bu birim yine bu terör örgütünün çöreklendiği yerlerden bir tanesi. Öyle 400-500 kişiyi işten çıkartarak çözemiyorlar işi, komple kapatıyorlar. Mesela bu birim ile ülkedeki herkesi dinlediler, fişlediler. Hatta bu birimle o zaman dedenin koltuğunda oturan cumhurbaşkanını falan da dinlemişler, Bilal Amca'n var ya, ona "paraları sıfırlayın" falan demiş. Aslında bütün kavga da buradan çıktı ya neyse.

Diyebilirsin ki, "Ne yani, yıllardır ülkeyi yöneten dedem ve arkadaşları, böyle bir örgüte devletin içinde çöreklenmesine izin mi vermiş?". Valla, aynen öyle olmuş kardeşim. Mesela, cumhurbaşkanımızı dinleyip kayıtları ortalığa saçtıklarında, cumhurbaşkanımız "ne istediniz de vermedik?" dedi. 

Tabi dedendir, canındır. Kondurmak istemiyorsun ve aklından "Yok canım, bu 529 kişinin tamamı da bu örgütten değildir, bir yanlışlık falan yapılıyordur." diye geçirebilirsin. Zaten biz de aynı şeyi söylüyoruz. Eğer bu 529 kişiden, toplamda da 66 bin 786 kişiden 1 kişi bile bu örgütten değilse haksızlık olur diyoruz. Eskiden hukuk devleti diye bir kavram vardı ve o 1 kişinin bile haksız yere görevden atılmamasını sağlardı. Üzgünüm ama deden ve arkadaşları bu bu kavramı da yerle yeksan ettiler. Şimdi sana İslam'ı anlatırlar, adalet kavramında bahsederler, kul hakkını tanımlarlar. Öyle ya, müslüman partinin başbakanının torunusun. Ama bil ki, bu örgütü de bu kadrolara "alnı secdeye deyen" insanlar diye getirdiler ve insanların suçsuz yere hapislerde çürümesini sağladılar. Sen yine "Bu İslam kötü bir şeymiş" deme. Aslında güzel bir şey ama malesef deden ve arkadaşları insanların İslam sevgisini kötüye kullandılar. Sen yine kulaktan duyma bilgilerle değil de kendin öğren neyin ne olduğunu, analiz yap, din adı altında adaletsizlik yapanlara göz yummayı kandırılmışlıkla affedilip affedilemeyeceğini düşün.

Büyüdükçe, dedene cevabını alamayacağın daha nice sorular soracaksın ama bugünlerde şunu sorabilirsin: "Dede, bu kadar insanın hepsi mi örgüt üyesi? Öyleyse neden bunlara devletin içinde görev verdiniz?" 

Gözlerinden öperim.


Meselenin Kaynağı Yurt Meselesidir

Her akşam bir tartışma programını izleyip onu paylaşmak adetim oldu. Bu sefer ise program 2009 yılından. Can Dündar'ın NTV'de çalıştığı dönemde yaptığı "Neden?" programının konuklarından bir tanesi Merdan Yanardağ. Kendisinin ismini yeni duydum ve bu da benim ayıbım. Ama 2009 yılında söyledikleriyle 7 yıl içinde yaşananların hepsini öngörmüş. Sadece Merdan Yanardağ'ın olduğu dakikaları da şu yorumu bularak izleyebilirsiniz.

Feto yalakası CIA ajanlarının konuştuğu palavra kısımları atlayıp merdan yanardağın açıkladığı gerçekleri izlemek istiyosanız: 27:10, 51:28, 1:30:00


İşin ilginç yanı, video 16 Temmuz 2014'te koyulmuş olmasına rağmen altındaki yorumların %80'i 15 Temmuz olayından sonra yapılmış. Yorumlarda ise cemaat eğilimi hariç hemen hemen her cenahın bolca küfürlü düşünceleri var. Buradan insanların benim gibi "yav şu Ergenekon süreci neymiş, ne konuşulmuş?" diyerek eskiye dönük programları arattığı düşünülebilir ancak henüz bu çıkarım için erken.

Videonun 1:17:00 anında reklamdan dönen Can Dündar izleyici görüşlerine yer veriyor. Bir tane yorumda, öğrencinin biri 4 aydır cemaat yurtlarında kaldığını, devletin doğru dürüst yurdu olmadığı için onun bunun yurdunda kaldıklarını belirtiyor. Yine Merdan Yanardağ bunun nedenini son bölümde anlatmış. Benim de dikkat çekmek istediğim aynı konu. Ülkedeki bu tarz örgütlenmelerin önüne geçilmek isteniyorsa, ayrık otları kökünden kurutulmalı, devletin acilen bu yurt sorununa el atması gerekmektedir. Çünkü taşradan şehre gelen öğrenciler "alnı secdeye değen" insanların yanına aileleri tarafından mecburiyetten yerleştiriliyor. Sonuç olarak da devletin denetiminden olmayan bu yurtlardan Ensar'a giderse çocuklar tecavüzle karşılaşıyor, Işık Evleri'ne katılırsa ise Cemaat militanı olarak yetişiyor. Tabi bunu PKK ya da DHKP-C gibi illegal sol örgütler için de söylemek mümkün. Bunlar sadece Iceberg'in görünen yüzü. Şimdilerde ise Menzil Oluşumundan bahsediliyor ve yıllar içinde yeni bela olarak bu örgütle yüzleşileceği belirtiliyor. Yine hükümetin "dindar" diye göz yumduğu nice oluşum  ve vakfın yurtları da bilinmekte ve hepsi de başarılı olmuş Cemaat Modeli üzerinden süreçlerini götürmekteler. OHAL kararlarının ardından devletten tasfiye edilen binlerce kamu personelinin yerine hükümetin liyakat esasına dayalı bir atama mı yoksa başka kadrolaşma yapıları içinde mi hareket edeceği tartışıklmakta. Ancak Yalçın Akdoğan katıldığı bir programda diğer cemaatlerin müsterih olmasını salık veriyor. Buradan da yeni kadrolaşmanın ne yönde olacağıyla ilgili  ipucları elde ediyoruz. Sonuç olarak, devletin çocuklarına sahip çıkamamasının acziyeti olarak göz yumduğu bu yurtlaşma organizasyonları yine devletin en büyük belası olacaktır. Çünkü belli bir oluşum içinden yetişen kimsenin, "bana bedava baktılar, yedirdiler, içirdiler. Benim onlara minnet borcum var." şeklinde devlet kadrolarında, yetiştirenlerin arzu ve isteklerini yerine getirmesi kaçınılmazdır. Bugün karşımıza FTÖ olarak çıkan bu yapı, yarın bugün X Oluşumu, Y Grubu olarak yine çıkacaktır. Devletin personeli liyakat esasına göre seçilmeli ve yalnızca devlete minnet duygusuyla yetiştirilmelidir.