28 Mayıs 2012 Pazartesi

Aklımda Kalanlar -2-

Fenerbahçe-CEV-Wild Card


Avrupa Voleybol Birliği (CEV) gelecek sezon Türkiye'den Şampiyonlar Ligine katılacak 2 takımdan (Eczacıbaşı ve Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom) sonra 3. takımı davetiye ile şampiyonaya almaya karar vermişti, bunun için de ligde 3. olan Fenerbahçe yerine 4. Galatasaray'ın isteğini kabul etti. Gerekçe olarak da Fenerbahçe'nin Bakü'de şampiyon olduğu 4'lü finalde organizasyona saygısız davranması belirtilmişti. Tabi bu Fenerbahçe için büyük şok olurken Galatasaray cephesi için büyük bir heyecan ancak şunu belirtmekte de fayda var 3 yıldır son 4'e kalan ve en sonunda kupayı kaldıran Fenerbahçe daha çok hakediyor. Doğal olarak da CEV 3 yıldır 4lü final gören bir takımı gösterdiği gerekçelerden dolayı seçmemesi disiplin derecesini ve gerekçelerinin haklı olduğunu gösteriyor. Haberin üzerinden yaklaşık 1 hafta geçmesine rağmen  Fenerbahçe' nin hala resmi bir açıklama yapmaması da enteresan. Sonuçta hakkının yenildiğini düşünen bir camia varken bu suskunluk CEV'in kararında haklı olduğunu gösteriyor.
İşin enteresan tarafı ise medya ayağında. 2012'nin belki de en büyük haber atlamasını yaptı bütün medya. 4'lü final zamanı Fenerbahçe'nin organizasyona aykırı davranışlarını takip etmeyip üstüne üstlük CEV'in böyle bir karar alabileceğini bile öngöremediler. Çünkü orada yaşanan olaylarda haberleri bile yoktu. CEV'in kararının açıklandığı gün ise "dazlak şaşkınlığı" ile "nooluyo yaa?" modunda verildi haberler. Tamam amatör sporlara ilgi az ama sonuçta şampiyonaya 1-2 foto muhabiri ya da voleybol habercisi falan gönderdiler. Benim aklıma "Fenerli medya" klişesi geliyor çünkü "şampiyon olmuş takımın sevincini kursağında bırakmayalım"dan başka seçenek bulamıyorum. Hele hele diğer takımlar şampiyonluklarında hep sevinç-kursak ilişkisi yaşamışken.

TT Arena 


Şampiyonluğun kursakta kalması demişken aklıma geldi. Galatasaray şampiyon olalı daha 1 ay olmamışken bir anda gündem çok farklı hal aldı. Beşiktaş yeni yönetim yeni hoca arayışları arasında bir de stat projesiyle uğraşmak durumunda. İnönü Stadı'nın tekrar yapılması konusundaki karar ne aşamada bilemiyorum tam olarak çünkü sürekli fikir değişiyor. Öte taraftan Beşiktaş'ın içinde bulunduğu ekonomik darboğazla da bunu nasıl başarabilecekleri muamma. Hal böyleyken olası bir yenileme projesinde TT Arena'da oynama düşüncesi cepte tutuluyor olsa gerek. Yani ortada daha fol yok yumurta yok ama tek gündem TT Arena olmuş durumda. Fol yok yumurta yok derken de Ünal Aysal'ın açıklamaları referans oluyor:"Bize henüz Beşiktaş'dan gelen bir teklif yok." Yani yapılan bütün konuşmalar olası durum üzerine ve farazi.
  
Bunun en büyük nedeni ise medya. İki tarafın da (ya da 3. bir tarafın) kalantör yöneticileri alttan alttan bu haberi servis ediyorlar gibi duruyor. Çünkü dediğim gibi ortada hala net olmayan çok büyük problemler var. E haliyle bu yapay gündem her gün gazetelerdeyken de Terim'e ya da yöneticilere yöneltilen sorular da cevap buluyor. 


Bu haberlerden ise en çok etkilenen ultraslan. Genel Koordinatör Oğuz Altay her gün radyo ya da tvlerde konuyla ilgili demeçler veriyor, gündemi sıcak tutuyor.Haliyle de bu işin gündemde kalmasını isteyenlerin de ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü Oğuz Altay konuştukça yönetimlerden yanıt gelecem "kulübü biz yönetiriz siz karışamazsınız" şeklinde. Kısaca kısır döngüye bağlanacak iş. Eğer taraftar olarak Beşiktaş'ın TT Arena'ya sadece deplasman takım olarak gelmesini istiyorsan daha olmamış bir durum için ortalığı velveleye vermek yerine, alt guruplarını (club kulüp diye yazılıyorsa group da gurup diye yazılmalı) organize eder olası bir durumda yapılması gerekenleri, yaptırımları konuşursun. Resmi sitende bir tane bildiri yayınlar, kulübe de mail yoluyla düşündüğün yaptırımları açıklarsın. Şu anda şampiyonluğa sevinmesi ve transfer haberiyle heyecanlanması gereken taraftar yapay gündemlerle uğraşmamalı.


   

24 Mayıs 2012 Perşembe

Aklımda Kalanlar -1-

Malum Türkiye'de ligler bitti.Ben de buraları sıcak tutmak için aklımda kalanları aynı başlığa toplamaya karar verdim.

Tayfur Havutçu
Beşiktaş'ın yeni yönetimi 3 ayda 2. teknik adamını kovdu. Tayfur Havutçu ise giderken "Beşiktaşlılık duruşu" üzerine cümleler sarf etti. En önemlisi ise "Bazı yöneticiler, takıma destek vermek yerine yerime hoca bakıyorlardı, bu Beşiktaşlılık duruşuna yakışmadı" sözleri."Beşiktaşlılık duruşu" ise spordaki güzel ahlakın,vefanın kısaca Fair-Play'in Beşiktaşlılarca özeti. Biz buna Galatasaray Kültürü diyoruz Fenerliler ise Fenerbahçelilik. Aslında hepsi özünde aynı.Bununla ilgili en etkili yazıyı Uğur Meleke yazdı zaten de benim aklıma takılan daha farklı. 



Ertuğrul Sağlam Beşiktaş'daki görevinden ayrılırken "Ben görev başındayken yerime hoca bakmalarını kabul edemem. Türk antrenörlerinin onurunu korumak adına istifa ediyorum." demişti. Tayfur Havutçu, bugün başına gelenleri "Beşiktaşlılık duruşu"na aykırı gördü ama meslektaşı Ertuğrul Sağlam'a aynı muameleyi reva gören Yıldırım Demirören onu Schuster'in ardından takımın başına getirince hiç "Beşiktaşlılık duruşu" sorgulamadı. Allah'dan Ertuğrul Sağlam onurlarını korumak adına istifa ettiği Türk antrenörleri arasında Tayfur Havutçu da vardı.

Yılmaz Vural

Kanal A'da Sporvizyon diye bir programa rastladım gece yarısı. Konuklar Osman Tanburacı ve Yılmaz Vural'dı. (Osman Tanburacı yine etkileyici sesi ve şiirsel konuşmasıyla tespitlerde bulundu. Sık sık da Fatih Terim'e giydirdi. bıyık hadisesini unutamamış anlaşılan) Yılmaz Vural ise engin deneyimi ve futbol bilgisine rağmen  bu ülkede "gel kurtar bizi" hocalarından. Eline verilen en iyi malzeme 1997 Trabzonspor'uydu. Ben Yılmaz Vural'ı çalıştığı kısa dönemlere rağmen önemli başarılar alan bir hoca olarak görüyorum. Son yıllardaki "çalıştırdığı takım küme düşüyor" gibi saçma sapan bir istatistik ile (benzeri istatistik: Sabri girince gol yiyoruz) iş bulması gittikçe güçleşti. Halbuki çalıştırdığı takımlar küme düşen diğer hoca Aykut Kocaman Fenerbahçe'nin başında. Ben Yılmaz Vural'ın şans verilse Aykut Kocaman'dan daha başarılı olacağına inanıyorum. 

Yılmaz Hoca programda en çok antrenörlerin durumundan bahsetti. MAA yönetimiyle getirilen kuralla antrenörler kovulduklarında haklarını sadece sivil mahkemelerden arayabiliyorlar. Yani federasyon anlaşmazlık yaşayan kulüp-antrenör ya da kulüp-futbolcu ilişkilerinde çözüm mercisi değil. Hal böyle olunca da açılacak bir tazminat davası sivil mahkemelerde 3-4 yıl süreceğinden antrenörlerin haklarını aramasının önüne geçildiğinden bahsediyor. Ayrıca bu duruma sessiz kalan Antrenörler Birliğine de lanet okuyor. 

Ülkemizdeki geçmiş siyasi süreçlerden dolayı sendikalaşma ya da hak arama olgusu gelişmemiş. Hal böyle olunca da Antrenörler Birliği sessiz kalıyor. Bu durumda Yılmaz Hoca'nın yapması gereken bütün antrenörleri greve çağırmak olmalı. Zaten üzerine yapışan ahmakça bir düşünceden sonra iş bulması zor. Hiç değilse ülke futbolunun geleceğini kurtarmak adına bir şeyler yapmak için ortaya atılmalı. İnanıyorum ki böylesi bir adıma Fatih Terim, Şenol Güneş ve Altay Başkanı  Ömer Hızılok ilk destek verenler olacaktır.
  

18 Mayıs 2012 Cuma

Zerafet


Kadınlar Şampiyonlar Ligi herhalde meraklısından başka kimsenin ilgilenmediği bir lig. İnternette dolaşırken hayatımfutbol.com adresinde rastladım kupanın resmine.
Bir kadın kadar zarif ve bir kadının ellerinde havaya kalktığında bir güzellik bütünlüğü oluşturacak gibi duruyor.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

İki Ayrılık Haberi



Galatasaray'da geçirilmiş 10 sene ve şampiyonlukla veda. Her futbolcuya nasip olmayacak bir son ama hikayenin içeriği çok daha değerli. Gaziantepspor'da parlayan yıldız adaylarının ilkiydi Ayhan, arkasından o dönem için Kemal Aslan, Fatih Tekke,Erhan Albayrak gibi değerler çokça transfer borsasında yer edinmişti. Beşiktaş'a o dönem için hatırı sayılır bir parayla transfer oldu ve oradan da Galatasaray'ın 2001-2002 sezonunda Lucescu kadrosuna. Galatasaraylıların büyük başarılardan sonra sıfırdan kurulan kadronun en farklı isimlerinden biriydi. Aslen hücuma yönelik orta saha/forvet arkası pozisyonu oyuncusuyken Lucescu'nun onu defansif orta saha olarak kullanması. Daha sonra Hagi döneminde sol kanatta görev alması. Daha doğrusu Ayhan Akman Galatasaray'da nerede sıkıntı varsa orada oynadı. Sürekli gelişim gösterdi ve taraftar da onun bu gelişimi ve fedakarlığı için hep takdir etti. BAM diye anılan 3 sezonun kariyeri açısından en kötü dönemi olmasına rağmen bu 3'lüden en yeteneklisi idi. Ama orta saha düzenli sistemde başarısız olunca da futbol tanrılarının kurbanları arasına girdi. Bu sezon ise takımda muhtemelen abilik-liderlik etmesi için tutuldu ve 2. yarıyı ise Fatih Terim'in yanında akreditasyon kartı takmak için yetiştirdi kendini. Öyle ya da böyle Galatasaray'ın 18. şampiyonluğunda 18 numaralı formayla adını yazdırdı. Teşekkürler Ayhan... 




Bir diğer ayrılık haberi ise İBB-Arif Erdem ikilisinden. Türkiye'de son yıllarda olmayan sistem çalışmalarını yaptı İBB. Her ne kadar kulübün varlığını sorgulasam da futbol sisteminin doğrularından birini yaparak "teknik direktör yetiştirme" işine girdi. Abdullah Avcı milli takıma geçince Arif Erdem'i işaret etti yerine. Bunun örnekleri geçmişte Piontek-Terim, Derwall-Denizli ile uygulandı Türkiye'de ve başarılar da geldi. Bir benzeri de Trabzon'da Şenol Güneş-Ünal Karaman koalisyonunda var gibi duruyor ama malesef Galatasaray'da böyle bir yapı yok. Fatih Terim tek güç gibi ve yardımcılarını da işaret etmiyor yerine. Tekrar İBB-Arif Erdem ikilisine gelirsek Arif Erdem'in başlarda çok da başarılı olduğunu söylemek zor ama sonuca bakarsak da İBB'nin play-off'da yer alarak zaten hedefledikleri yerde olduklarını görebiliriz. Yani bu ikili bozulmasaydı da İBB geçmiş yıllardaki yerini korurdu (ilk 5'in hemen altı). Demek ki artık yönetim hedef büyültme düşüncesine girmiş olacak ki Arif Erdem'le bunu başaramayacaklarını düşündüler. Karşılıklı anlaşmayla ayrılındığına göre demek ki Arif Erdem'in de başka planları var.    



Bu iki haberin aynı başlıkta geçmemin nedeni ise ikisi için de Florya günlerinin başladığını hissediyor olmam.

Fenerbahçe 0-0 Galatasaray: ve Galatasaray şampiyon

Şampiyonluğa sevinmek ve kişisel işlerimden dolayı maç yazısı bugüne kaldı. Genel sezon değerlendirmesini ayrıca yapacağım ama maçtan aklımda kalanları da yazmak istedim.  

Galatasaray alışılmışın aksine savunma futbolu oynadı hatta o kadar kapandı ki biz televizyonun başında stresten halıyı falan kemirdik. Ben açıkcası Terim'in savunma futbolu düşüneceğini tahmin etmiyordum hele hele Beşiktaş maçının ardından. Öyle ya 2-0 yapıp bitirdiğiniz maçı santraforları tek tek oyundan çıkararak 4-6-0'a getirip 2 gol yiyorsunuz. Ben Fenerbahçe maçını daha çok orta saha boğuşması şeklinde geçer diye bekledim ama özellikle hücum presinde önemli bir güç olan Elmander'in sakatlığı oyunu tek tarafa yıktı. Maçın tek kontrollü geçmesi bana göre Fenerbahçe'den çok Galatasaray'dan kaynaklı bir durum. Bu sezonki 3 maçta da oyunun mutlak hakimi olan taraf Galatasaray iken Fenerbahçe'nin oyunda üstünlük kurması, ortada kalan topu oynamaya çalışmaktan başka bir şey değildi.Ancak Fenerbahçe'nin karşı karşıya kaldığı bir pozisyon da yok. Alex olmayınca ve Stoch-Dia gibi kanatlar olunca oyunu kanatlara yaymaya çalıştılar zaman zaman ama pozisyonların olgunlaşma devresinde sabırsız davrandılar. Burada Galatasaray'ı da kutlamak gerekir. Sezon başından beri denemediği bir anlayışla sahaya çıktılar ve başarılı oldular. Maç böyle giderken de Fenerbahçe için bir tek duran toplar kalıyordu. Nitekim birkaç kornerde yürek-yutak mesafesi oldukça kısaldı.  

4-6-0 bir dizilişten çok bir felsefedir. Oyunu o kadar daraltır ve 40 metreye indirirsiniz ki (Barcelona'nın yaptığı gibi) ileride santrafor bırakmaya ihtiyacınız olmaz. Zaten sizin ortadaki 6'lı ileride olmuş olur. Terimlerin netleşmesi için forvet-santrafor ayrımını yapmak gerekiyor. Bunun kıyasını yaparken "golcü"lüğe bakmak hataya düşürür. Santrafor dediğimiz oyuncular Ronaldo (No:9), Nistelrooy, Crespo gibi oyunculardır. Messi,CR7 gibi oyuncular ise forvettir. Görev tanımını da santrafora top taşıyan, onun yarattığı boşluklara koşu yapan oyuncu diyebiliriz. Galatasaray'da Elmander,Baros,Necati santrafor iken (farklı özelliklerine rağmen) Aydın forvettir. Eskiden örnek verirsek de Hakan Şükür santraforken Arif forvettir.Fenerbahçe açısından da Semih,Sow,Niang santraforken Dia,Stoch,Alex, Bienvenü forvettir.

Tekrar maça gelecek olursak da maç şaşırılacak derecede sakin başladı. 65. dakikaya kadar da tansiyon gerilmedi. Cüneyt Çakır da maçı sakin tutmak için elinden geleni yaptı ama sinirler gerildikten sonra oyunu kontrol altına almak için kartlarını çok çabuk çıkarmaya ve durdurmaya başladı. Bu tabi Galatasaray'ın işine geldi sonuçta beraberliğe razıydı. Ancak Dia'ya gösterdiği sarı karttan sonra Galatasaray'dan "kimi atacak acaba" diye sormayan olmamıştır sanıyorum. Zira Ujfalusi'ye gösterdiği kart eyyam kokuyordu. 

Ama yine de Galatasaray'ın mevcut kadro yapısı ve oyuncu düzeniyle böyle bir riske girme lüksü yok bana kalırsa. Hele hele yıllardır Fener'in attığı şans gollerini izledikten sonra çıkartması çok güç durumlara düşebilirdik. Baros çıktıktan sonra bir kaza golünü çıkarabilmek imkansızdı Allah'dan başımıza gelmedi.

Aslında bu söylediklerimin hepsi laf-ı güzaf. Sonuçta Galatasaray (Fener'in de haketmesine rağmen) daha fazla haketti şampiyonluğu. Umarım federasyonun aldığı saçma kararlar ile Avrupa yolumuz kesilmez de tekrar ait olduğumuz yere geri geliriz.

Gelecek güzel günlere... 

13 Mayıs 2012 Pazar

Şampiyon Galatasaray!!!




Mutluluktan uçalım biz kalkınca kupalar elimizde, dönüyoruz o eski şanlı günlere...



10 Mayıs 2012 Perşembe

ve UEFA Atletico Madrid'in



Şampiyonluğa gidiş öykülerini anlatmak gibi bir amacım yok. Bazı güzel tesadüfler dikkatimi çekti. 2 sene önce Hamburg'da kupayı kaldıran Atletico tekrar şampiyon oldu. Araya Porto girdi ve Porto'nun oraya gelmesinde en büyük pay sahibi Falcao. Geçen sene rekorlar kırarak kupayı kaldıran Falcao bu sene de önceki yılın kazananıyla tekrar kaldırdı kupayı. Belki Porto'da devam etse Şampiyonlar Ligi'nde daha farklı yerlerde olurlardı kim bilir. 





"Avrupa Kupası kazanmadan Galatasaray'dan ayrılmam" diyen Arda belki Galatasaray'dan ayrıldı ama avrupa kupası hayaline kavuştu. Kafası rahat olunca neler yapabileceğini tekrar kanıtladı ve Türkiye'nin en yetenekli oyuncusu olarak daha 25 yaşında kariyerine Avrupa 3.lüğünden sonra UEFA Kupası da ekledi ve bunu Türkiye'de bu kupayı kazanan tek takım, Galatasaray'dan yetişerek.

Sezon boyunca Avrupa'da kesintisiz ilerleseler de lig sallantılı gidince teknik direktörü değiştirdi Atletico. Normalde "dereyi geçerken at değiştirilmez" tiynetiyle yetiştiğimiz bir toplum olduğumuz ve tek Avrupa başarımızın 4 yıllık bir emeğin sonucunda gelmesinden dolayı bu işi biraz garipsedik ama bu Atletico'nun hamurunda hep var. Lig kötü gitse de Avrupa'da daima varlar ve genelde oyuncu seçimini de ona göre yapıyorlar. Bu açıdan Beşiktaş'ın 2 yıllık Avrupa macerasıyla benzerlik gösteriyor. Tabi bu teknik direktör değiştirme meselesinde akla hep Kadıköy'de oynanacak final yolunda Skibbe'nin gönderilmesi geliyor ama bu akşam da gördük ki mesele hocayı değiştirmek değil doğru hamleleri daha fazla yapmakta.

Maç boyunca NTV spikeri Güntekin Onay sürekli genç oyunculardan bahsetti, yaşlarını vurguladı. İşin enteresan yanı 2 sene önce Hamburg'da kaldırılan kupada kaleyi koruyan ve Manchester United'ın yolunu tutan Atletico Madrid kalecisi de Gea ile bugünkü finaldeki kaleciler aynı yaşta. Atletico 19 yaşında kaleci bulup bunu kaleye geçirmekten çekinmez üstelik bunlardan para kazanırken Türkiye'de kaleye geçebilmek için 25 yaşını doldurması beklenmekte kalecilerden.

Eğer bir finalden bahsediyorsak kaybedenden de (o ne yaa) konuşmalıyız. Atletic Bilbao bize yine Avrupa'dan tanıdık gelen takım. Hagi'nin attığı o inanılmaz golün mağduru olduklarından mıdır bilmem ama benim için onları hep sahiplenme duygusu vardır. Büyük özellikleri ise siyasi bir takım oldukları için sadece Bask bölgesindeki oyunculardan kurulular ve dışardan transfer yapmıyorlar. Buna rağmen genç kadrolarıyla finale kadar gelmeleri kupanın hikayesini dramatize eden unsur. Aslında bunun da bir örneği var ülkemizde. 1967 yılında Trabzonspor kurulurken Trabzon'daki futbol takımları birleştirildi haliyle de Türkiye'nin 4. büyüğü Anadolu'nun ilk şampiyonu efsane Trabzonspor öz Trabzon kaynaklarıyla kurulu bir takımdı. Ve aynı şekilde oyuncuların hemen hepsi de Trabzonluydu. Bu yapıyı bozduklarından beri 3-5 senede bir şampiyonluk yarışına girebilen ancak kazanamayan bir takım hüviyetindeler.Trabzon yakın yıllarda buna benzer kadroyu Gökteniz-Fatih Tekke kadrosuyla oluşturmaya çalıştı ve sonucunda bizim bu akşam Arda ile duyduğumuz gururun benzerini Fatih-Zenit ikilisinde duymuşlardı. Belki Gaziantep, Trabzon, Diyarbakır hatta İzmir gibi şehirlere bu final örnek olur da alt yapı politikaları geliştirirler. (Amaaan neyse biz şike konuşalım o daha zevkli kim uğraşacak altyapıyla..Brezilya nasılsa yetiştiriyor bizim yerimize de..)

Son söz de UEFA'ya. Yok la şikeden bahsetmeyecem. Arkadaş şu tribünde kupa töreni bokunu nereden çıkarttınız tekrar ya. Tekrar bunu sahaya alın konfetiler balonlar falan. Bakın biz Fatih Terim'le tekrar yapılanmaya başladık seneye olmaz belki ama 3-4 sene içinde bi finale geliriz (ne yapalım tiynetimiz bu) o zamana kadar halledin la şu işi. Tamam statlar gelişti ama 50 tane adamı göt içi kadar yere sokmanın da bi alemi yok yani.



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Sikeyim böyle FUTBOL'u

Dikkat!!KÜFÜR İÇERİR...

Sonda söylenmesi gerekeni başta söylemek gerek.Eğer içerideki 3 maçta 7 puan kaybedip galibiyet alamıyorsanız "play-off" diye -taraftar olarak- ağlamanın alemi yok. O yüzden Ali Dürüst'ün açıklamaları da çok gereksiz olmuş.
Play-off yolun başından beri vardı ve kimse Galatasaray 9 puanla ligi bitirince "durun daha bitmedi" demedi. Bu yüzden bir Galatasaray taraftarının play-off'u bahane etmesi bana çok saçma geliyor. Play-off sistemine kan kusarsın o da Fatih için ya da bu akşamki maçta fenalaşan kardeşimiz için (inşallah tehlikeyi atlatmıştır) kan kusarsın anlarım ama şampiyonluk için play-off ağlaklığına girmek ne Galatasaray taraftarına ne de yöneticisine yakışmıyor. 

Başta da dediğim gibi eğer içerideki 3 maçta siz rakiplerinize 7 puan dağıtıyorsanız şampiyonluk son maça da kalır kaybedebilirsiniz de. Amacım maç yazısı yazmaktı ama sokayım maç yazısına her şey son hafta belli olacak zaten.Kafamdakileri dökmeden rahatlamayacağım anlaşılan  

Şenol Hoca'nın ve Fatih Terim'in son Galatasaray-Trabzonspor maçından sonra yaptıkları açıklamalar ders niteliğindeydi. Ama anlamamakta ısrar eden dangozlar, ceza vererek gerçekleri örtebileceğini sanan ahmaklar var. 2 haftadır sahada yaşananın konuşulmasının gereksiz olduğu yerdeyiz. Futbolun ırzına geçilmiştir, tecavüze uğramıştır futbol. Tüm taraftarlar birbirine düşman edilmiştir, sporun rekabetin bir önemi kalmadığı gibi yenilen şikeci olmuştur. Sözün bittiği yer ise burası;

Bu resim Galatasaray-Beşiktaş maçı 2-2'ye geldikten sonra fenalaşan taraftarımızın resmi.

Bu ise resmi paylaşan -muhtemelen resmi olmayan- Çarşı gurubunun altındaki yazısı. Bunun aynısından Fenerbahçelilerinkinde de var (özel isimlerde yapım ekleri ve  sonra getirilen çekim ekleri kesme ile ayrılmaz: dil bilgimle...neyse).Facebook sayfalarında zaten görmüşsünüzdür fazla yoruma gerek yok.Eğer bir ülkede bir taraftar için yorumlara dikkat etme uyarısı yapılıyorsa o ülke futbolunun anası sikilmiştir, geçmiş olsun.

İtiraf edilen, kayıtlardan tespit edilen, FIFA tarafından suç kabul edilen hareketin cezası 2 maç iken sadece 2 kişi arasında yaşanan diyalogun cezası -maç sonu beyanatına ceza verdiğini söylemeyi götü yemeyerek- 3 maç ise sikeyim öyle futbolu öyle yönetimi.

Şenol Hoca'nın (hocadır çünkü kendisi öğretmendir, yaptığı ve yapmadığı her şey ile bu insanlara bir şeyler öğretmeye çalışır) maç sonu açıklamalarında ısrarla "tahrik olmadan" demesine rağmen sahayı savaş alanına çeviren Trabzon taraftarını da...Bu adamı sahaya atılan cisimler için kenardan sizi  yatıştırmak için oraya kadar getirttiniz ya ne diyeyim size.

 Bırak artık Şenol Hoca..Sen bu taraftar için de hele hele bu futbol için de fazla temizsin. Ya senin futbolcun ırkçılığa maruz kalmışken şu hareketi yapmaz ya da sen şu hareketi yapan adamın takımında "hoca" olmazsın.(Emre'nin ne çocuğu olduğuyla ilgili defalarca bağırarak beyanat vermişimdir ama ırkçılık bir yana kasten adam yaralamak bir yana.)Bu harekete sarı kart veren hakem kardeşim sen de bisiktirol git bi zahmet. Giderken de lütfen "Tribünler maçı gerecektir sen de idare et" diyeni açıkla. 


Biliyorum Fenerbahçe savunucusu gibi oldum ama zerre sikimde değil. Doğru bildiğimi söylemekten mi korkacam lan? Benim işim @12numaraorg, @fenerinmacivar  ya da fenerbahcegazetesi gibi sikim sokum heriflerin kıskırtmalarından Fenerli arkadaşlarımı kurtarmak. Kardeş hatırlar mısın biz senle mahallede, okulun bahçesinde formalarımızla top oynardık? Bu herifler yüzünden aynı formayla yan yana gelemez olduk bunun farkında mısın? Tamam sence haketmediğin zamanlar yaşıyosun ama bi sakin ol amk tahammüllü ol. Gelme şu heriflerin gazına. Ne bileyim twitter'da #piszencizokora'yı TT'ye sokma mesela ya da Emre'yi dışlayabil. Şimdi anlayabildin mi mesela Şenol Hoca'nın verdiği dersi. Bizi bir şekilde birbirimize düşürdüler oğlum uyan. Ne diyor bak Şenol Hoca"Güneydoğu'dan daha büyük bir sorun" diyor..Çakozladın mı köfteyi.

Bu yazıyı bin bir sinirle yazarken TFF gecenin 02.45'inde şike kararlarını açıkladı. Her şeyden önce sizin ben cesaretinize tüküreyim. Ülkenin 4/5'i uykudayken daha az tepki alırız diye bu saatte açıkladınız kararı. Delikanlı idiyseniz tüpçü açıklasaydı ya sabah 11'de kararlarınızı basın toplantısıyla. Çünkü biliyorsunuz ki her ne kadar FB'nin GS'yi TT Arena'da yenmesine sevinecek kadar FBli olan -tarafsız olması gereken yayıncı kuruluşun muhabiri- sormasa da size "Madem şike yok o zaman İbrahim Akın'a neden ceza var?" ya da "Suç varsa ceza vardır. O zaman suçun sahibi olan kişilerin kulüplerini neden cezalandırmadınız?" diyecek olan Kemal Belgin gibi Uğur Meleke gibi gazeteciler bu soruyu soracaktı. Eyyam dolu kararların birine daha imza attınız. Sayenizde aynı çorbaya kaşık atmış insanlar birbirine düştü. Eserinizle övünün şimdi.
Ha bu işe UEFA kesin karışır çünkü bu cezaları hukukla yakından uzaktan alakası yok. Eğer UEFA Türkiye'ye men cezası verirse kepenkleri kapatıp gitme vakti gelmiştir.Hele hele bundan Galatasaray etkilenirse iyice sıçtık demektir. Son olarak da aklıma takılan bir şey daha var bazı kararlar oy çokluğuyla verilmiş ama UEFA "%1 şüphede bile ceza verilmeli" dememiş miydi? Oy çokluğuyla alınan kararda %1'den daha fazla şüphe vardır sanıyorum..




Küfürlü yazdığım için affedin zira artık dayanamadım.  

  

3 Mayıs 2012 Perşembe

Galatasaray 0-0 Trabzonspor: A Boring Draw

FM 2012 oynayanlar bilirler bu terimi, maç golsüz beraberlikle bittiyse maç anlatım yazısında çıkar. Tabi 0-0 biten başka maçlarda "Ne maçtı be" ibaresi de olabiliyor ama bu akşamki maç o maçlardan değildi. İki teknik adam da maç analizi yapmayıp başka şeylerden konuşmuşken benim analiz yapmam ne derece mantıklı onu pek kestiremiyorum ama yine de aklımda kalan bir kaç şeyi vurgulamam lazım. (2 teknik adamın maç sonu görüşleri ayrı bir yazının konusu)

Maçın ilk yarısından aklımda kalan Galatasaray adına Emre'nin serbest vuruşu, Engin'in sağ çaprazdan sol ayakla uzak direğe Stochvari vuruşu, Burak'ın frikiği, son dakikada Burak'ın karşı karşıya kalması ve hakemdi. Koca bir ilk yarıdaki akılda kalanlar bunlarsa maçın ilik yarısının 0-0 bitmesinden doğal ne olabilir ki? Galatasaray bugün yine 1-1 biten Trabzon maçında olduğu gibi rakibi hapsedemedi bu yüzden oyunu vasatı aşamadı. Bunun sebebi ise, Trabzonspor'un bu sene tek taktikle oynaması. Hani bir hikaye vardır, dövüş ustası sol kolu olmayan çocuğun tek bir hareketle şampiyon olmasını sağlar çünkü o hareketin savunması sol kolu tutarak yapılıyordur. Trabzon'un bu sene becerebildiği tek taktik Burak'ı defansın arkasına kaçırmak.Tabi bunun için de en ideal sistem kontra-atak futbolu. En iyi yaptıkları iş bu olunca 3 gün önceki Trabzon'daki maçta (geçen yazıda unutmuşum belirtmeyi; şu iki maç nasıl 3 gün arayla oynanıyor arkadaş oldu olacak aynı uçakla gelselerdi. Fikstürü çeken sivri zekalılar kupa maçlarını bu araya alamazlar mıydı yani?) Burak'sız bir oyun denediler, biraz da "içeride oynuyoruz kapanmayalım" havasında top oynamaya çalışınca sahadan mağlup ayrıldılar. 34 hafta boyunca başka varyasyon denememiş bir takım doğal olarak yenildi ama bu akşam tam da onların istediği ortam var. Galatasaray ile Trabzonspor bu sene İstanbul'da 5 maç yapsın bunların 2'si böyle sıkıcı beraberlik ile, 1'i güzel beraberlikle diğer ikisi de karşılıklı galibiyetlerle biter. Bunu tabi istatistiksel olarak bir veriye dayandıramıyorum ve bu öngörüm biraz uydurma gibi duruyor ancak İstanbul'daki 2 maçta da Galatasaray'ın oyunu "baskıyı kuralım ama Burak'ı kaçırmayalım" şeklindeydi. 1-1 biten maç pozisyon açısından bu kadar sıkıcı geçmedi çünkü Trabzon öne geçmişti ve Galatasaray "Burak'ı kaçırmayalım"ı 2. plana atmıştı. Bu akşam maçın 0-0 devam etmesi Trabzon'un direncini arttırdı ve Galatasaray'ın kötü oyunu da buna eklenince maç çok kısırlaştı. Bir de Trabzon'un maça 3 gün önceye kadar daha istekli çıkmasını da ekleyebiliriz zaten Şenol Hoca da maç sonu bunu belirtmiş.
Maçın 2. yarısına da aslında pek fazla değinmeye gerek yok ancak bazı özel durum ve performanslardan konuşmakta fayda var. Öncelikle Necati tam bir deplasman golcüsü istatistiksel olarak. Baros ise çoktan tatile çıkmış durumda. Terim Melo-Baros değişikliğiyle 3 santraforu oyuna alarak kazanmak istediğini belirtti ama Necati-Baros ikilisi bu akşam yarım Elmander katkısı yapamadığı için çok küfür yediler. 

Fenerbahçe maçından sonra da belirtmiştim; rakibi ablukaya aldığımız zaman malesef 18 üzerine bir yay çizip ortadan paslarla delmeye çalışıyoruz. Ama kapanan takımları açmaya yönelik en geçerli yöntem kanatlara inmektir. 2 sene önce Real Madrid Sevilla'dan maçı son 10 dakikada 2 gol atarak çevirmişti.(Hatta Güntekin Onay şaşkınlık içerisinde "dakika 90+3 olmuş Real Madrid hala ayağa pas yapıyor doldur boşalta girmiyor" cümlesi aramızda efsane konusudur) Real ayağa pas yapıyordu ama 90+3'de golü sağ taraftan Ramos'un ortasıyla bulmuşlardı. Benzer şekilde Terim sıkışan oyunu açmak için mevcut kadro içerisinde Lincoln,Alex tarzı oyuncuları olmadığından kanatlara inmek zorunda. Bu durumda da Aydın'ı oyuna soktuğu gibi ne kadar kötü de olsa elindeki diğer kanat oyuncusu Riera'yı oyuna almak zorundaydı. Anlaşılan o ki Terim için Riera defteri kapanmış. Aklımın almadığı ise oyuna kanat sokmayıp doldur boşalta müsaade ederken daha teknik olan Engin yerine neden Sabri oyuna girdi?
Yukarıda belirttim madem onları da söyleyip yazıyı bitireyim. İlk yarının sonunda Burak'ın karşı karşıya kaldığı pozisyonda Semih'in yere düşmesi faul. Bu tip pozisyonlara bakarken tersten bakmak daha faydalı olacaktır. Semih orada Burak'ı düşürseydi, hakem faul düdüğü çalar Semih minimum sarı kart görürdü (buna benzer bir pozisyon Beşiktaş-Fenerbahçe maçında olmuştu yıllar önce, Anelka rakibini düşürüp gol yapmıştı. Olayı tersten bakmayı öğreten amcama da burdan selam çakıyorum). Hakeme gelirsek de aslında pek bir şey oynamadığımız maçta hakemi bahane etmek mantıksız olur ama Trabzonspor'un Ersun Yanal taktiğiyle (geri dönerken faulle oyunu durdurmak) yapmasına göz yumdu. İlk yarıyı sarı kartsız geçirmesi bile buna örnek gösterilebilir. 
Sonuç olarak play-off'da içeride maç kazanamadık böyle olunca da işler biraz sıkıntıya girdi. Yarın akşamki Beşiktaş-Fenerbahçe maçı hayli gergin geçecek muhtemelen. Avantaj Fenerbahçe'de gibi gözüküyor ama Fenerbahçe'nin standart bir oyunu olmadığı için net bir şey söylemek zor maç içi değişkenler de oyuna etki edecektir en önemlisi de Tayfur Havutçu. Sonuçta hala lideriz ve 3 puan öndeyiz. Fatih Terim Fener maçından sonra "Biz bu oyunu oynadıktan sonra Kadıköy'de neden yenmeyelim?" demişti ama takıma tekrar o oyunu oynatmalı Beşiktaş karşısında ki Kadıköy'e tekrar favori olduğumuzu hatırlatalım.





Son söz: Sen şampiyon olacaksın...